“Baf Kıraathanesi’nden Ülkü Yurdu’na, 1930’lu ve 40’lı yıllarda Baf’ta futbol ve Ülkü Yurdu...” (1)

Sevgül Uludağ

KIBRIS’TAN HATIRALAR....

Ulus Irkad

 

BAF KIRAATHANESİ...

Baf’ta Osmanlı döneminde tüm Baf halkının ve aydınlarının toplandığı Baf Kıraathanesi vardı. Daha sonraları Baf Kıraathanesi “Türk Birliği” adlı Kulübe ve kahvehaneye dönüşmüş, spor kulübü olarak da Ülkü Yurdu 1940’lı yılların sonlarında kurulmuştu. Türk Birliği etrafında toplanan gençlerin kurduğu futbol takımı da aynı adla anılmaktaydı.

“1942 yılından sonra değişen İdare Kurulu, Türk Birliği’ne yeniden düzen kurdu. Üye sayısı 110’a çıklarıldı. 1953’te yeni bir bina inşasına başlandı, ara sıra aksaklık zuhur etti ise de yeni gençlik müdahalesi ile iyi bir şekle girdi” diye o yılları anlatan Baflı tarihçi rahmetli Mehmet Zihni İmamzade, Ülkü Yurdu’nun kurulmasını de şu şekilde anlatmaktadır:

“Bu meyanda bir de Ülkü Yurdu kuruldu. “Mulla Kani’nin Kahvesi” namı altında işleyen  bir kahvehane olan bu bina, Cevdet Efendi tarafından satın alınarak zaman zaman geçirdiği birçok istihalelerden sonra bir spor kulübü  şeklini aldı. Spor sahalarında istenilen başarıya ulaşabilmişse de mali durumunu bir türlü düzenleyememişti” demekteydi Zihni İmamzade... (Bucak Dergisi, 14 Şubat 1965, sf7)

 

BAF’TA DEMİRSPOR DÖNEMİ

Bu konuda 1930’lu yıllarda futbola başlayan Eşref Arifoğlu, hafızasında kalanları bana şöyle anlatmıştı:

“Çocukluğumdan öncelikle ilkokuldaki hayatımı hatırlıyorum. Eski futbol sahasının olduğu yerdeydi okulum. Baf polisinin yanındaydı. Öğretmenimiz Aziz Bey’i hatırlıyorum. O okulda bir futbol takımı oluşturmuştu. O takımın içinde ben de vardım. Futbol sevgim orada başladı. O takımdaki arkadaşlarım:Seyfi vardı, Selçuk vardı... Seyfi kaleciydi. Ekrem’i hatırlıyorum. Okulu bitirinceye kadar bu arkadaşlarımla birlikte futbolu sevdik.”

1930’lu yıllarda bir Demirspor Takımı olduğunu söyleyen Eşref Arifoğlu, o takım hakkında şunları anlatmaktadır:

“Demir Spor vardı. O takımı 1936 yılında bir kazada ölen Avukat Süleyman Şevket kurmuştu. Gene Baflı kahveci ve sonra manav Mehmet Nur’un da bayağı emeği olmuştu o takıma. Çünkü takımın kahvecisi Mehmet Nur’du. Ben iki sene o takımda oynadım. Sonra Ülkü Yurdu kuruldu ve ben oraya gittim. 1945 yılıydı hatırladığıma göre. Tabi bu arada o dönemler Türk Birliği’ni de hatırlıyorum. Bir kısım gençler de Türk Birliği’nde futbol oynamaktaydılar. Orada takımı kuran da Futbolcu Ertoğrul’du. Ülkü Yurdu’nun açılması aslında bu Kulüp’ten sonradır. Yıllardan 1945’ti. Ülkü Yurdu’nun ilk  oyuncuları, tabii ben artık 17 yaşındaydım. Seyfi gene burada da kaleciydi. Ben senterhaf olarak beş numarada oynamaktaydım. O dönemdeki antrenörleri pek hatırlamıyorum. Ülkü Yurdu’ndan sonra Doğan Türk Birliği’ne gittim. O zamanki Doğan Türk Birliği sorumlusu Ziya Rızkı’ydı. Ziya Rızkı Bey bizzat geldi ve beni o aldı Baf’tan. Ülkü Yurdu’nda Necdet  de vardı. Necdet, Doğan tarafından istenmesine rağmen gitmedi. Ben oraya gittikten sonra antreman günlerinde veya maçlarda beni hep Ziya Rızkı Bey alır Baf’tan Limasol’a  götürür ve maç veya antremanlardan sonra muhakkak o tekrar beni Baf’a arabasıyla götürürdü. Ziya Bey’e “Ziya bey ne olur zahmet etme beni bırak ben taksi veya otobüslerle Baf’a giderim” dememe rağmen o kabul etmez ve beni muhakkak Baf’a kendisi getirir-götürürdü. Zahmetini hiç esirgemezdi. Orada iki sezon oynadım, sonra oraya Necdet Laki da geldi. Baf’ta o dönemlerde yeni bir Kıbrıslırum takımı kuruldu ABOP... O dönemlerde bir yerde futbol takımı olduğu zaman sen başka kazada top oynayamazdın. Bu yüzden Doğan Türk Birliği’ni bırakmak mecburiyetinde kaldım. Bu karardan sonra Necdet Laki ile beraber ABOP’a geldik. Altı sene ABOP’ta oynadık. Olaylar başlayınca; 1955 olaylarından sözediyorum, oradan ayrıldık. Arkasından da 1963 olayları geldi. Mutallo’nun üzerine yerleştik. Orada da hem hakemlik, hem de antrenörlük yaptım. On bir sene de böyle geçti. Oradan da Mağusa’ya geldik ve burada da hakemliğime devam ettim. Çocuklar da büyüyünce vazgeçtim.”

 

BAF’TA MEHMNET NUR GENÇLERİ ÖRGÜTLÜYOR

O dönemlerde futbola başlayan Nuri Sılay da aynı yıllardaki futbolu şöyle anlatmaktaydı:

“Baf’ta hayatıma dülgerlikle başladım. Akabinde Rahmetli Mehmet Nur Kahvehanesi vardı ve Mehmet Nur bizi çağırarak: “Be çocuklar, takım kuralım” dedi, 1942 yılındaydı, bizi bir yere topladı, öyle oldu. Ailemden izin aldım. Bir çatı altında toplandık ve Mehmet Nur bize şunu dedi: “Bakın çocuklar, arkadaşlarınıza bay olarak hitap edeceksiniz. Bay Mehmet, Bay Avni, Bay Hüseyin... Öyle konuşurken “Be”! demiyeceksiniz”. Biz de buna alıştık  ve arkadaşlara da öyle hitap  etmeye başladık. Öyle devam ederdik. Sonra  bunu futbola yansıttık. Dedi ki bize: “Çocuklar bir takım kuralım. Antremanlara giresiniz ve sizi yetiştirelim, sizi futbolcu olarak tanıtalım”. Öyle oldu ve haftada bir-iki defa Türk okulları yanındaki sahada çalışmaya başladık. Başımızda da Mehmet Nur vardı. Bizi çok ciddi bir şekilde çalıştırmaya başladı. Akabinde Rum takımlarıyla temasa geçti. Rumlar’la maç tertip ederdi. Lorega’yla, Emba’yla, Baf’taki Rum takımlarıyla maç yapardık. Çok iyi yetiştik ve Demirspor adında bir takım kurduk. Bizde kabiliyet de vardı. Ben, Eşref, Nejdet Blaki; Bir de o zamanlar Baf’ta “Baf Türk Birliği” vardı, bu kulübün de bir spor kulübü bulunmaktaydı. O zamanlar orada Kasap Raif’in oğlu rahmetlik Mustafa Zort oynamaktaydı. Kasap Raif’in güveysi Mahmut Dayı da oynamaktaydı. Ertuğrul vardı, Kör Kamil’in kardeşi, Dr İhsan’ın kayını... Biruniya vardı, Baf’ta benim enişte vardı Hasan... Ali Raif vardı, Enver Gaççaristo vardı. Anaridalı’ydı Gaççaristolar. Aslında iki takım kurduyduk. Biz üçümüz ben, Eşref ve Nejdet başarılı futbolcuyduk ve Türk Birliği’nin sorumluları bize geldiler. Bize kendilerinin kulübüne gelmemizi teklif ettiler. “Sizde kabiliyet var. Sizi biz yetiştireceğiz  ve diğer esas takımda da sizi oynatacağız” dediler. Biz buna hayır cevabı verdik. Bu defa da gidip rahmetli babamı buldular. Babama “Senin oğlunu takıma almak istedik ama gelmek istemedi. Bak onu ikna et” dediler. Babam bana geldi ve “Türk Birliği Takımı’na gidin hiç olmazsa orada sayılırsınız”dedi. “Hiç olmadı daha iyi bir takımda oynar ve tanınırsınız” dedi. Öyle oldu, ben, Blaki ve Eşref, Türk Birliği takımına gittik. Zamanla güzel futbol çıkardığımız için takıma da girdik. Takıma girdik çünkü kabiliyetliydik. Yıllardan 1945’ti. Takımda en iyi oynayan oyuncular olduk. Antremana giderdik ve hatırlarım öyle bir ilgi vardı ki, o zamanlar antremanlara bile bayağı halktan katılım olurdu. Antremanlarımızı okullar bölgesindeki sahalarda yapardık. Mutallo’da saha yoktu. Anremanlarda futbol sahasında 12-15 tur atardık. Bu arada rahmetli Mehmet Nur bize sakın sigara içmememizi öğütlerdi. “Eğer içerseniz spor hayatınız ölür” derdi. Nur içinde yatsın... O tavsiyeleri bize  çok yararlı oldu. O alışkanlık güzeldi, hatta devamlı üstümüzde kaldı. Sigara hiç kullanmadık....”

-Devam Edecek-

 


 

BASINDAN GÜNCEL...

 

“İki Kıbrıslı arkadaş uzun bir yürüyüşe çıkınca neler olmuştu?”

Elli Jacobs

***  2018 yılında Melburn’da yaşayan Kıbrıslıtürk Yalçın Adal, Brisbane’de yaşayan Kıbrıslırum Stavros Corcis’le birlikte Kıbrıs’ın bir ucundan öbürüne 400 kilometrelik yolu birlikte yürümüşler ve savaştan 40 sene sonra bölünmüş adada insanların yeniden uyum içerisinde yaşayabileceği mesajını vermişlerdi...

***  Yalçın Adal, 2003 yılında bir etkinlikte Stavros’la tanıştığını anlatıyor. “20 yaşındaydı ve benim o yaşlardaki halimi hatırlatıyordu bana. Ben de büyürken bana savaşa ilişkin öyküler anlatılmıştı ama bunlar propagandaydı. Tıpkı benim gibi, o da gerçeği öğrenmek istiyordu. Temkinliydi ancak kendi görüşünü söylemeden önce benim bakış açımı dinlemekten de mutlu oluyordu. Bir kez aynı mentalitede olduğumuzu anlayınca, doğaya olan sevgisinden, Kıbrıs’ın güzel sahillerinde yüzmekten ve dağlarına tırmanmaktan söz etmeye başlamıştı. Ortak çok yanımız vardı” diyor.

***  Yalçın Adal devamla, “2003 yılında Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi arasında geçişlerin açılmasına karşın babasının köyü Vasilya’yı hala ziyaret edemeyişinden kaynaklanan huzursuzluğunu anlıyordum, burada bir Türk askeri kampı vardı... Daha da kötüsü, atalarına ait olan ev, şimdilerde bir Türk komutanın ofisine dönüştürülmüştü... 2006 yılında beni Kıbrıs’ın güneydoğu sahilinde Ayanapa’da onunla ve bazı arkadaşlarıyla kalmaya davet etti... Arkadaşlarının bazıları hayatlarında hiçbir Kıbrıslıtürk’le tanışmamışlardı. Stavros beni onlarla tanıştırdı ve konuştuk. Bu ziyaret bağlarımızı güçlendirecekti. Her ikimiz de köprüler kurmak istiyorduk. Bu da ötekinin deneyimini kabul edip onun gerçeğine saygı göstermek, özür dileyerek affedilmek istemekle başlar...” diyor.

***  “2017 yılında onunla birlikte Kıbrıs boyunca yürümek ve barış mesajımızı yaymak istediğimi artık biliyordum” diye anlatıyor Yalçın Adal. “O bunu derhal kabul etti. Canberra’daki Kıbrıs Yüksek Komiserliği, Stavros’a kuzeyde güvenliğinin garanti olmayacağını söylemişti ancak o, korkutulmayı reddedecekti... Ben, Stavros’un yeterince antreman yapmamasından kaygılanmaktaydım. Her gün 25-30 kilometre yürüyebilmek için daha fazla yürümesi gerektiğini her söylediğimde, “Tamam olacağım, bu gece futbol oynuyorum zaten” diyordu... Haftada iki kez kapalı mekanda futbol oynayarak forum tutturacağını hesaplıyordu...”

***  “Mart 2018’de işe giriştik. Her gün yaklaşık 10 saat kadar yürüdük, her birimiz bir asa gibi zeytin dalları taşıyorduk... Bir Kıbrıslıtürk çiftçi başlarda bize meydan okumuştu... Ona barış için yürüdüğümüzü söyleyince Stavros’a Rumca olarak son derece düşman bir biçimde konuşmaya başlamıştı. Meğer bu adam 16 sene askerlik yapmıştı ve gözlerinde derin acılar vardı... Stavros onu sakin biçimde dinleyerek, öfkesinin yavaş yavaş yatıştırılmasını sağlayacaktı...”

***  “Stavros’un ayaklarında sızılar olmasına karşın, ilk 16 gün hiç vazgeçmedi. Bu yürüyüşümüz bana da, ona da yurdumuzla derin bağlar oluşturmamızı sağladı. Beni bütünleştirdi... Bugün hala birlikte yürüyüş yapmayı seviyoruz... Dandenong Tepeleri’nde, Kokoda Anı Yürüyüş Yolu’nda yürüdük. Stavros benim en yakın arkadaşımdır ve benim yağamayacağım şeyleri – örneğin Rumca konuşmak gibi – o yapabiliyor. Sanki de benim adıma yapıyor bunu...” diyor Yalçın Adal.

***  Stavros ise, “Ailem 1977’de göçmen olarak Melburn’un kuzey batısında Ascot Vale’e yerleşmişlerdi... Yalçın, hayatımda tanışmış olduğum dördüncü Kıbrıslıtürk’tü” diye anlatıyor. “Büyürken belli bir anlatı duyarsınız: Buna göre savaştan zaferle çıkan Kıbrıslıtürkler, Kıbrıs’ın bölünmesinden memnunmuş. Ancak ben başka bir gerçeklik olduğunu da biliyordum... Yalçın, 1974’te olanları adaletsizlik olarak gördüğü için bu bana güven vermişti. 1993 yılında nenesiyle dedesini ziyaret etmeye çalıştığında Kıbrıslıtürk polisi onun sınırı geçmesine izin vermemişti... Durumun hepimiz için ne kadar zor olduğunu o zaman anlamaya başlamıştım...”

***  Stavros devamla şöyle anlatıyor: “2006 yılında öğrenimime bir sene ara vererek Kıbrıs’ta yaşamaya karar verdim, babamın köyünü de ziyaret etmek istiyordum. Yalçın’ın Kıbrıs’ta beni ziyaret etme kararı, bağımızı derinleştirdi. Bana 13 sene önce gezerek insanları keşfetmeye ve Rumca öğrenmeye çalıştığını anlatıyordu... Onu, bir arkadaşımın yöneticisi olduğu bir lokantaya götürdüm ancak bu arkadaşım, o bir Türk olduğu için ona lokantasında hizmet etmek istemediğini söyledi. Ben de bu arkadaşıma bu kadar darkafalı olmamasını söylemiştim. O akşam bu arkadaşım ve Yalçın sohbet etmeye başlamışlardı. Birkaç gece sonra doğumgünü partimde yeniden konuşmaktaydılar. Gözlerimin önünde bir dönüşüm yaşandığını görebiliyordum...”

***  “Collingwood’a 2008’de döndüğüm zaman bir kafe açtım, Yalçın da kafemi sık sık ziyaret ediyordu. Saatlerce politikadan ve ailemden söz etmekteydik – benim iki kızım, Yalçın’ın iki oğlu ve iki kızı vardır. Yalçın bana yaya olarak Kıbrıs’ta barikatı geçmeyi isteyip istemediğimi sorunca gülmeye başlamıştım. Sessizleşmişti... Ona, benim de tam olarak bunu yapmayı düşündüğümü anlatmıştım... Yalçın’ın benden çok daha formda olduğu ortaya çıkacaktı. Çok sabırlıydı. Benim durmam ya da gerneşmem gerektiğinde veya oturup dinlenmem gerektiğinde  - ki yürüyüşümüzde sık sık bu oluyordu – ihtiyacım olan zamanı tanıyordu dinlenmem için... Yalçın’ın süper gücü, empati kurmasıdır... Bir gün yıkılıp dağıtılmış bir Rum mezarlığını ziyaret ettik, bunu görünce ağlamaya başlamıştım. Yalçın da bunun utanç verici olduğunu, günün birinde buraya dönerek bu mezarları restore edeceğini söylemişti. Daha sonra bir savaş kurbanı olan amcalarından birisinin mezarını ziyaret ettik. Savaşın kimse için olumlu sonuçlar vermemiş olduğunu anlayacaktım...”

***  “Yalçın, çok inatçı olabiliyor... Adayı bir boydan bir boya yürürken bunu 350 kilometrede tamamlayabilirdik ancak niyaetinde 400 kilometre yürüdük çünkü Yalçın çeşitli yerleri görmek istiyordu... Eve dönerken geç kalmıştık ve son beş kilometreyi arabayla gitmeyi önerdim. Ancak Yalçın bunu düşünemiyordu bile. O zaman öfkelenmiştim ancak sonradan düşündüğümde, iyi ki tüm bu mesafeyi yürüdük diyorum... Nihayetinde yalnızca bir saat geç kalmıştık. Arkadaşlarımız, aileleri ve basın orada bizi bekliyordu... Yalçın bir işe başladı mı, mutlaka bitirir o işi...”

***  Stavros, devamla şöyle anlatıyor: “2018 yılında Yalçın, eşi ve annesiyle babası, annemin cenaze törenine katıldı. Asla böyle bir şey olabileceğini düşleyemiyordum bile... Ondan sonra da durumumu öğrenmek için sık sık telefon ediyordu... Benim baba olmamın dışında bu yürüyüşümüz hayatımda başardığım en güzel şey oldu... Bu yürüyüş aramızda hayat boyu devam edecek bir bağ oluşturdu, şimdi yürüyüşle ilgili bir belgesel üstünde çalışıyoruz... Yalçın’ın hayatımda olmayışını düşünemiyorum bile, o benim kardeşimdir...”

https://www.smh.com.au/national/what-happened-when-these-turkish-cypriot-and-greek-cypriot-mates-took-a-long-walk-20220304-p5a1sd.html?fbclid=IwAR03l6d_xmsycmCODrTygOlbNhUCDaB5TCpMIHDfj8U9ZjV_5QscdQ75b7g

 

(THE SYDNEY MORNING HERALD’da Elli Jacobs imzasıyla 15.4.2022’de yayımlanan yazıyı özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).