Aziz'e barra, plaja hürra!

Mert Özdağ

Artan nüfus ve suç oranları…

Türkiye hükümetleri ile yaşanan gerginlikler, paketler, ‘besleme’ polemiği, ‘yavru vatan’ polemiği ve diğerleri…
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılan 'öfke' ortamının bir nevi patlama alanı  haline gelen Kıbrıslı-Türkiyeli tartışması ve günlük yaşamda karşımızı çıkan “gacolar”, “garasakallar ve ficalar” sözleri…
1974’ten itibaren adanın kuzeyine akan kontrolsüz nüfus ve politik kavgalarımızın bir ürünü olan “gacolar” tepkisi aslında uzun bir “süreci” barındırır içinde…
Evet, Kıbrıs’ın kuzeyinde büyük bir tepki vardır Türkiye hükümetlerine…
Bu doğrudur…
Bu tepkinin birçok alanda haklılığı tartışılır pek tabii.
Tepkinin pratikte hedefinin saptığı, doğru veya yanlış politikalar sonucu birlikte yaşadığımız Türkiye’den buraya gelenlere yöneldiği günlerden geçiyoruz.
Bunu lokal olaylarda görmek mümkün.
Bizzat yaşam pratiğinde…
Şimdi en yakın ve en canlı örnek “beleşe plaja girme” meselesi…
Kimileri diyor ki “Bütün plajlar beleş olursa gacolar gelecek”…
Bak sen!
Önceleri “fica”, “gaco” ya da “garasakal” diyorlardı onlar için…
Şimdi Amerikalı diyenler de var.

Tepki var, anlıyorum.
Ancak tepkinin adresi doğru mu?

-----

Hikaye çok öncelere dayanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin büyük bir kısmının Kıbrıslı Türklere yönelik “vesayetçi” yaklaşımlarına ve bizim yöneticilerimizin onlar karşısındaki kayıtsız şartsız “uyumlukalma tutumlarına “gücenen” Kıbrıslı Türk “entelektüelleri” büyük bir öfke içerisindedirler.
Bu öfke, bir yandan Türkiye’ye, diğer yandan da adaya çalışmak için gelen yoksul insanlara yöneliyor.
Kıbrıslı Türk çalışanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin hazırladığı ekonomik programlar ve adaya gelen ucuz işçilik dolayısıyla işsiz kalacaklarını, hatta göç etmek durumunda bırakılacaklarını düşünüyorlar.
 

Ülkenin bir başka kesimi de (ki bu kesim ortanın üstünü kapsıyor) memleketteki  “sosyal ortamın” değiştiğini hatta “sokaklarda bir tek 'Kıbrıslı' kalmadığını” söylüyor.
Yani söylemek istediğim yaratılan öfke yalnızca belli bir kesimde değil, toplumun tüm katmanlarına bulaşmış halde…
Kısacası bunu 'sınıfsal' bir tarafı yok.
Ya da durum sınıfsal olmaktan çıktı.
Olay “Kıbrıslı Türk” olmakta…
Kıbrıslı Türk olmak yeterli bu konuda ‘taraf’ olmak için… Türkiye’den gelen her şey tepki göstermek, ötekileştirmek, canavarlaştırmak siyaset olabilir mi Allah aşkına?
Buna Aziz Yıldırım olayını da dahil edebilirsiniz.
Zira yaratılan öfke fırtınasında göz gözü görmüyor.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’taki yönetenlerin arasındaki irade ve yönetim sorunu elbette kabul edilmez bir sorundur.
Ve elbette bu mücadele terk edilmemelidir.
Bunda hiç kimsenin şüphesi yok.
Ancak bu mücadele verilirken; Türkiye’den buraya gelen, emeğini taştan çıkaran, “çalışma izinli” ya da hasbelkader vatandaş olan insanlara karşı söylem geliştirmenin, değil “sol” politika, insanlıkla alakası yoktur-olamaz.
Aynı şey yatırım yapmaya gelen için de geçerli.
Bütün yatırımcılar öcü mü yahu?
“Yabancı sermaye külliyen buraları terk etsin” gibi bir politikamız yok herhalde?
Bunun ekonomik getirisini, yarattığı istihdamı, vergi katkısını yok saymak en hafif ifadeyle saflık olur.
Türk sermayesi ile KKTC yönetimi arasında sorunlar, eksiklikler yok mudur?
Elbette vardır, ve çözülmelidir.

Ancak 'sorun' olduğu gibi ülkenin sermayesinin, ya da bir milletin vatandaşlarının 'burada olması' sayılıyorsa, bu tepkide bir yanlışlık vardır.
Zira bundan; 'ONLAR' hep 'kötü’ ise, 'BİZ' de hep 'iyiyiz' anlamı çıkar ki; bu açık açık milliyetçiliktir.   
Örneğin, Aziz Yıldırım’a “barra” çekenlerin büyük kısmı hafta sonu Girne’deki Türk sermayesinin otellerinin plajında selfie paylaşıyorsa eğer, orada da bir sorun vardır. Böyle bir mikro milliyetçilik bu güne kadar kendini 'sol' diye tanımlayan çevrelerde gelişiyor, yayılıyor ve yaygınlaşıyorsa, buna söyleyebileceğim tek söz; eksik olsun sizin politikanız, siyasetiniz olur…
Eksik olsun...