“Azerbaycan’da savaş karşıtı Ahmad Mammadli tutuklandı...”

Sevgül Uludağ

AGOS gazetesinden Lusine Martirosyan’ın bildirdiğine göre, savaş karşıtı Azerbaycan’da Demokrasi 18 Hareketi Başkanı Ahmad Mammadli, 20 Eylül 2022’de sivil polis tarafından tutuklandı ve Bakü’de bir bölge mahkemesi tarafından 30 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mammadli, Anayasa’nın 535/1 maddesi uyarınca ‘polis veya askerin yasal gerekliliklerine kasten itaat etmemekten’ suçlu bulundu. AGOS haberinde şöyle deniliyor:

“Hem Mammadli hem de Demokrasi 18 (D-18) Hareketi, Azerbaycan ile Ermenistan arasında geçen hafta çıkan üç günlük çatışma konusunda Azerbaycan hükümetini açıkça eleştirdi. 19 Eylül’de Mammadli, “Size baskı yapan, tüm temel haklarınızı elinizden alan, ülkeyi bir şirkete dönüştüren hükümdarı savunmayın. Siz onu ne kadar çok savunursanız, o sizi o kadar çok ezer..” şeklinde bir tweet atmıştı. 15 Eylül’de ise Twitter hesabından ‘İlham Aliyev'in sadece Azerbaycan halkına değil, Ermeni halkına karşı da işlediği suçların hesabını uluslararası mahkemelerde mutlaka vereceğini’ yazmış “Demokratik Azerbaycan’ın ilk görevi, halkları birbirine düşman edenleri cezalandırmak olacaktır” demişti.

Ahmad Mammadli

AGOS’a bilgi veren bir kişi şöyle dedi: “Mammadli savaş karşıtı olmasının yanı sıra, D-18 Hareketi’nin başkanlığını yapıyor. Mammadli’nin D-18’in başına geçmesiyle, hareket farklı bir yön almaya başladı. Hareketi, Azerbaycan’da görmeye pek alışkın olmadığımız ideoloji ve değerleri açık olan düşünceye sahip bir harekete çevrimeyi başardı. Mammadli ve D-18 artık belirli konularda; kadın hakları, LGBTİQ+ hakları, komşularımızla ilişkiler ve özellikle Ermenistan ile olan savaşla ilgili pozisyonlarını açıkça belirtiyorlar. Özellikle Mammadli’nin İlham Aliyev’e karşı attığı tweetler ve konuşmaları, son savaş dönemi de dahil olmakla bölgede barış çağrıları yapması onu daha da açık hedef haline getirdi.  Attığı son tweetlerin polis için bardağı taşıran son damla olduğunu söyleyebiliriz, çünkü üzerinden çok geçmeden sokak ortasında sivil polisler tarafından kaçırıldı. Alışık olduğumuz şekilde, kimsenin haberi olmadan, aynı gün mahkemeye çıkarılıp hakkında Anayasa’nın 535/1 maddesinden 30 günlük tutukluluğuna karar verildi. Azerbaycan’da polis, aktivistleri genellikle bu şekilde ve çoğu zaman aynı maddeyle 15 ve 30 günlük tutuklulukla, hapiste ‘eğitmeye’ çalışıyor.

İkinci Karabağ Savaşı olarak adlandırdığımız dönemde birçok savaş karşıtı aktivist Devlet Güvenlik Hizmeti (DTX) tarafından çağrılmış, bir nevi ‘akıllarını başlarına almaları’ söylenmişti. Hatta bu sebeple birkaç kişi ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Azerbaycan’da muhalif görüş, devlet tarafından kontrol altına alınmaya ve baskı altında tutulmaya çalışılıyor. Savaş karşıtı olmak ise biraz daha farklı, çünkü uzun yıllar boyunca Aliyev hükümetinin yaptığı savaş propagandası, karşı tarafı şeytanlaştırma politikası ve ardından gelen savaş ‘zaferi’ Azerbaycan halkının bu konuda aynı fikirde buluşmasını sağladı. Yani savaş karşıtı olmak bir nevi Azerbaycan toplumuna da karşı olmak anlamına geliyor. Bu nedenle baskılar ve tehditler yalnızca hükümetten değil, aynı zamanda halktan da geliyor. Aliyev iktidarı durumu çok iyi bildiği için, bunu aktivistlere ve siyasetçilere karşı çok fazla kullanıyor. Geçtiğimiz günlerde savaşın durdurulmasını talep eden aktivistlere karşı Yeni Azerbaycan Partisi (YAP) Gençlik Kolları tarafından başlatılan ‘kampanya’ da bunu kanıtlar nitelikte. Kampanya kapsamında sosyal medya üzerinden #xainitani (haini tanı) hashtagi ile savaş karşıtlarının fotoğrafları paylaşıldı ve onlara karşı sosyal medya linci başlatıldı...”

(AGOS - Lusine Martirosyan – 23.9.2022)


BASINDAN GÜNCEL...

AGOS

“İki halk, tek dilek: Barış...”

Ermenistan-Azerbaycan sınırında alevlenen çatışma, yerleşim yerlerinin devamlı bombalanması ve insanların ölüm haberleri Karabağ meselesinde barış talep eden, savaşa karşı duran ve zaten sesleri zor duyulan insanları daha da yalnızlaştırdı. Bu zor günlerde, ‘İnsan hakları gündemi’ sayfasını, yaşadıkları bölgede barış için çabalamış, savaş karşısında bir arada yaşamı savunan Azerbaycanlı ve Ermenistanlı gençlere açtık.

“Korku hep bizimle...” - Ferqane Badulla (23 yaşında, kadın, sanatçı ve aktivist)

“Açıkçası siz yazdığınızda ben yine olası bir tehlikenin varlığını fark ettim. Kendimi Azerbaycan gündeminden elimden geldiği kadar uzak tutmaya çalışıyorum, çünkü başka türlüsü mümkün değil. Her gün ya kadın cinayeti ya siyasi tutuklama ya da bir başka kendimizi güçsüz, korumasız hissettirecek haber alıyoruz.

2020’den sonra hiçbir şey eskisi gibi değil. Korku hep bizimle, bazı kişiler daha yeni yeni ‘Ermenilerle barışmazsak bu kan gölünün sonu gelmeyecek’ fikrini kabullenmeye başlamıştı. Ama en ufak çatışma ve savaş tehlikesi insanların nefretini besliyor. Propaganda had safhada ve önü alınamıyor. Sayıları çok az olsa da barış isteyen ve barışı savunanlar da var. Bazıları sosyal medyada savaş aleyhine paylaşım yaparak, bazıları ise sadece savaş politikalarına destek olmayarak bu duruma yanıt veriyor. Sokaklarda veya alenen itiraz etmek ise kişinin kendi kafasına sıkması gibi bir şey.”

“Savaş hiç bitmemişti...” - N.D. (24 yaşında, kadın, sanatçı)

“Bir hafta önce bölgeden insanlar için bir sanatçı rezidans projesi yaptım. Sanatçılar için sevgi dolu, besleyici bir ortamda kendilerini ifade etmelerini sağlamak için yapıyorsam da, amacım aynı zamanda çatışan ülkelerden insanları bir mekânda bir araya getirerek umut duygusunu yeniden yaşamak, duygularını birbirlerinin önünde ifade etmek ve bir olduğumuzu görmekti. İkinci Karabağ Savaşı’nın benim kuşağımdan aldığı umudu... Hep birlikte barışçıl bir gelecek umudu. Benim kuşağımın kısmen iyileşmesini sağlayan umut. Savaşı hatırlayan ama doğrudan savaşa şahit olmayan bir kuşağız, bu yüzden aslında işleri adım adım düzelten biz olabilirdik ve düzeltiyorduk. Ama sonra ikinci savaş oldu ve insanlar yeniden travma geçirdiler. Şimdi tam olarak nereden geldiğini, nereye koyacaklarını, hatta nasıl doğru ifade edeceklerini bilmedikleri negatif enerjiyle dolu yeni kuşak var. Artık fiziksel ve zihinsel olarak sonsuza dek yaralanmış çok sayıda genç ve bundan daha az etkilenmeyen tüm sevdikleri var. Her yerde bu kırık dinamiğin tohumları bir kez daha ekiliyor. Şimdi bana öyle geliyor ki savaş hiç bitmemişti zaten.

Üzülüyorum, az önce yaptığım her şey işe yaramaz görünüyor (kalbimle hâlâ çok önemli olduğunu anlıyorum, ama diğer olan her şeyle birlikte, unut gitsin). Yaptığım ya da yapacağım hiçbir şeyin, hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini düşünüyorum. Ancak hâlâ hislerime ve içsel inançlarıma tutunuyorum ve şu anda yapabileceğim tek yararlı şey bu. Bununla iyi olmaya çalışıyorum.

Çok dürüst olacağım, bunu durdurabilmemiz ne kadar mümkün, bilmiyorum. Ütopik bir senaryoda, bu lanet olası güce aç kukla liderler tablodan def olup gidecekler ve biz de iyileşmeye başlayacağız. Bahsettiğim kukla liderlerin, insanlar için yaptıklarını iddia edip o aynı insanları nasıl etkilediğini umursamadıkları strateji oyunlarından etkilenmeden yapacağız. Fakat o zaman bile onları değiştirmeye kim gelecek? Başka kuklalar. Bütün sistemin değişmesi gerekiyor. Bu nasıl yapılır, bilmiyorum ve bundan çok büyük öfke duyuyorum....”

“30 yıldır ne yaptınız?” - Hermine Virabyan (27 yaşında, kadın, gazeteci)

“Bu bitmeyen savaş, ‘normal’, ‘sıkıcı’ bir hayat yaşamama izin vermiyor. 1995’te doğdum, o zamana kadar savaşın bitmesi gerekiyordu ama bitmedi, her zaman yanı başımızdaydı. Büyüyor ve hayatımı yaşıyordum; savaşın hâlâ orada olduğu ama şimdiki kadar görünür olmadığı paralel bir gerçekliğe sahiptim. Sonuç olarak, Ermeni toplumu ve hükümeti, bunca insanın canını alan şiddeti, öldürmeleri önlemek için hiçbir şey yapmadı.

Yaklaşık 30 yıldır Ermeni toplumu, Ermenistan toplumu tek kurbanın Ermenistan olduğu propagandacı açıklamalarla dolduruldu ve bu durum, Ermenileri toplumda uğruna savaşacak, değiştirilecek hiçbir şey olmadığına inandırdı. Bu nedenle barış içinde bir arada yaşama söyleminin Ermenistan’da yeri yok. Ama gerçek şu ki, savaş bölgelerinde yaşamış, evlerini kaybetmiş Azerbaycan halkı da Ermenilerin sahip olduğu aynı geçerliliğe sahip. İki halkın, insanların, savaşların olmadığı ve bir toprak için birbirini öldürmeye gerek olmadığı, barışçıl, ‘sıkıcı’, ‘monoton’ bir yaşam sürmeye hakkı var.

İki yıldır kızgın ve hissizim. Bu süre zarfında, birçok insan gibi, savaşın hâlâ varlığını koruduğunu unutmadım. Ve şimdi yine şaşırmış ve kızmış gibi yapıyorlar. Onlara sormak istiyorum: “Ne bekliyordunuz?” Azerbaycan tarafının saldırganlığını kabul ediyorum ama ben bir Ermeni’yim ve şikâyetlerimi Ermeni hükümetine iletmek istiyorum: “Bu savaştan kaçınmak için yaklaşık 30 yıldır ne yaptınız?” Aynı zamanda Azerbaycan halkını öfke duymaya ve hükümetlerine soru sormaya teşvik ediyorum. Sorularımızın cevapsız kalacağını bilsem bile...

“Radikal bir dayanışmaya ihtiyacımız var...” - Sevinç Samadzade (28 yaşında, kadın, aktivist, araştırmacı)

“Karabağ çatışması beni hem kişisel olarak, hem de mesleki olarak ilgilendiriyor. 1990’lardan beri savaşın etkilerinin yaşandığı bir sınır bölgesinde büyümüş olmamın yanı sıra, 2013 yılından itibaren, Karabağ meselesinde barış inşası ve çatışma dönüşümü süreçlerinde aktif olarak yer aldım. Kesintisiz propaganda ve milliyetçilikle yüklü bir geçmişin üzerine, barış inşasına yönelik küçük projeler ve sınır ötesi programlar başlatmak, toplumlar, en çok da gençler arasında bağ kurulması açısından faydalı oldu, 2020’de İkinci Karabağ Savaşı’nın çıktığı döneme kadar bir ölçüde başarılı da oldu. 2020’deki savaş sırasında ve sonrasında savaş karşıtı görüşlerini açıkça ifade edenler olsa da, bu duruş, çeşitli nedenlerle, örgütlenip güçlü bir barış hareketine dönüşmeyi başaramadı.

Bu nedenlerden birincisi, 30 yıldır resmî düzeyde sürdürülen sözde ‘barış görüşmeleri’nin, barış ve uzlaşma amacından git gide uzaklaşarak, güç oyunlarına sahne olan bir rekabet alanı hâline gelmesiydi. Karabağ çatışmasının barışçıl bir çözüme kavuşturulması, uzun bir süre ne Ermenistan hükümetinin ne de Azerbaycan hükümetinin işine geldi. Bu nedenle, ideolojik militarizmle birlikte yükselen güçlü militerleşme, hükümetlerin ‘güvenlik’ söylemi içinde kullandıkları bir araç oldu. İktidarlarını ve hâkimiyetlerini sürdürmek, militerleşmeyi, iktisadi çöküşü ve siyasi baskıyı meşrulaştırmak için başvurdukları temel anlatı hattı, ‘ulusu –inşa edilmiş– düşmandan korumak’tı. Dolayısıyla, savaşa ve militerleşmeye karşı çıkan az sayıdaki bireysel ses, esasen rejimin tüm politikalarına karşı olduklarından, ‘ulusun düşmanı’ yaftasıyla hedef hâline geldi. 2020’deki savaşa kadar, Azerbaycan’da barış talep etmek, Karabağ’dan vazgeçmekle eş tutuluyordu. 2020’deki savaşın ardından çatışmanın bağlamında ciddi bir değişim olduğundan, bu anlatının geçerliliği kalmadı. Ancak, Azerbaycan’da rejimin yürüttüğü savaş, ülke içinde yeterince onay görüyor; dolayısıyla, Aliyev’in saldırgan politikalarını meşrulaştırmaya bir süre daha devam edecek. Aliyev’in enerji konusundaki dış politikaları ile ülke içinde gördüğü, elbette otoriter yasalara dayanan onay arasındaki, başarılı denebilecek denge, bu çatışmadaki güç asimetrilerini güçlendiren bir hegemonya yarışı için zemin oluşturuyor.

İkincisi, çoğu sivil toplum kuruluşlarının (STK) öncülüğünde ve üçüncü tarafların aracılığıyla yürütülen barış inşası girişimleri, güçlü bir ulusötesi barış hareketi inşa edemedi. Genellikle uluslararası kuruluşların ve Batı merkezli STK’ların fonlarıyla yürütülen bu projelerde büyük kaynaklar sarf edilse de, çatışma meselesi neredeyse apolitikleştirildi. Büyük ölçüde toplumsal ve insani meselelere odaklanılıp, Azerbaycan ve Ermenistan hükümetlerinin politikaları benimsendi; çatışmanın devam etmesinden kaynaklanan siyasi sorunlara radikal bir şekilde eğilme ve yerel toplumları, hükümetlerinden barışçıl çözüm talep etmeleri için ‘özneleştirme’ yönünde pek bir çaba olmadı. Aynı resmî barış görüşmeleri gibi, sivil toplum düzeyinde yürütülen barış inşası süreci de, birçok durumda, toplumların çatışma çözümüne ve çatışma dönüşümüne aktif şekilde katkıda bulunmasının sağlanmasını es geçti.

İki gün önce, Ermenistan’ı resmî görüşmelerde taviz vermeye zorlamak amacıyla saldırılara başlayan Azerbaycan, mevcut jeopolitik krizden faydalanarak, daha da fazla ilerlemek için askerî gücünü kullanıyor ve bunu daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde yapıyor. Sınırda süren şiddetin büyüklüğü, bunun, ancak yüksek siyaset düzeyinde durdurulabilecek, geniş ölçekli bir savaşa dönüşmesi ihtimaline işaret ediyor. Halkı olarak, ‘özne’liğimizin elimizden alınmasının üzerinden o kadar uzun zaman geçti ki, Aliyev’in ülke içinden gelecek bir baskıyla durdurulması mümkün görünmüyor. Şu anda ihtiyacımız olan şey, halk içinde, şiddetin durmasını kolektif şekilde talep edecek, radikal bir dayanışmanın oluşması. Bu dayanışma Ermenistan ile Azerbaycan halkları arasında başlamalı ve şüphesiz, bu ülkelerin ötesine uzanmalı...”

(AGOS – 15.9.2022)