“Ayşe Tatile Çıkıyor”

Niyazi Kızılyürek

Halkın “Grivasçılar” ve “Makariosçular” olarak ikiye bölündüğünü ileri süren Makarios, “halkı birleştireceğimize, bölünmenin sembolleri haline geldik” diyordu. 26 Mart 1972 tarihinde gerçekleşen görüşmede Makarios, Grivas’a, Yunan hükümetinin Kıbrıs’a dayatmak istediği “kabul edilemez çözüm tehlikesine” karşı işbirliği yapmayı ve birlikte hareket etmeyi öneriyordu. Grivas ise Makarios’un bağımsızlık politikasını terk edip derhal “Enosis” politikasına yönelmesini, görevinden istifa ederek her ikisinin de güvenebileceği yeni bir cumhurbaşkanı seçerek “self determinasyon-”Enosis” politikası çerçevesinde faaliyete geçmeyi talep ediyordu. Makarios, 4 Mayıs 1972 tarihinde Grivas’a gönderdiği bir mektupta istifa etmeyeceğini, “Enosis”e yönelmek için, bunun öncelikle Yunan hükümeti tarafından kabul edilip istenmesi gerektiğini ileri sürüyor, kendisinin ve Kıbrıs Rum halkının ancak Yunan hükümetinin “Enosis” politikasını açıkça ortaya koymasından sonra bunu takip edebileceğini vurguluyordu. Makarios ayrıca, “Enosis”in bir “yaşam projesi” olduğunu ancak şimdilik bunun gerçekleşme koşullarının olmadığını, şu sıralar önemli olanın “kötü çözüm” tehlikesini uzaklaştırmak olduğunu ifade ediyordu. Makarios, devamla, “Kıbrıs halkının bu koşullarda verdiği mücadele bir savunma mücadelesidir ve savunmamız şu ana kadar başarılı olmuştur. Kendimizi savunuyoruz ve milli geleceğimizi bağlayıcı bir çözümü kabul etmeyi reddediyoruz” diyordu. Grivas, Makarios’a yazdığı cevabi mektubunda, Makarios’un “savunmacı” anlayışını reddediyor ve onu “yanlış ve sorumsuz uygulamaları sonucu Enosisin gerçekleşmesini engellemekle” suçluyordu. Grivas, 1953 yılında, Makarios’la birlikte yaptıkları “Enosis yeminine” de gönderme yaparak, kendisinin yeminine sadık kaldığını vurguluyordu. Karşılıklı yazışmalarla devam eden görüş alış verişi, hiç bir sonuç getirmedi. Bunun üzerine, EOKA B eylemlerini giderek yaygınlaştırdı ve polis karakollarına karşı düzenli eylemler yapmaya başladı.

5 Nisan 1973 tarihinde ise ilk siyasi cinayeti işledi. EDEK üyesi Georgios Fotiou vurularak öldürüldü. Ardından, Adalet Bakanı Hıristos Vakis kaçırılarak Makarios istifa etmeye ve Başpiskoposluk ile Cumhurbaşkanlığı makamları arasında tercih yapmaya çağırıldı. Bu çağırıya sert bir yanıt veren Makarios, EOKA B terörizmini lanetledi ve Grivas’ın hiç bir koşulunu kabul etmeyeceğini açıkladı. Sonunda, Grivas, kaçırdığı bakanı serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu arada Kilise içinde de Makarios karşıtlığı baş gösterdi. 1972 yılının başlarında üç piskopos Makarios’a karşı cephe açtılar ve 1973’te “kilise darbesi” düzenleyerek onu Başpiskoposluktan uzaklaştırdıklarını açıkladılar. Gerekçe olarak da dünyevi işlerle din işlerinin bağdaşmadığını ileri sürdüler. Derhal karşı saldırıya geçen Makarios, Kutsal Meclisi toplantıya çağırarak üç piskoposu kiliseden uzaklaştırdı. Bu arada, Yunan Cuntası Şefi Papadopoulos, Grivas’a bir çağrı yaparak şiddete son vermesini ve derhal Yunanistan’a dönmesini talep etti. Grivas, çağrıyı reddetti. EOKA B iyice güçsüz durmdaydı.. Papadopoulos Cuntası da EOKA B Makarios çekişmesinde desteğini Makarios’tan yana koymuştu. 1 Şubat 1973 tarihinde Cunta Şefi Papadopoulos Yunan televizyonundan yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’ta süren şiddet eylemlerini kınayarak, EOKA B ve Grivas’ın yaptıklarını tasvip etmediğini bir kez daha dile getirdi. Papadopoulos’un konuşması Kıbrıs’ta olumlu yankı buldu ve Makarios’a seçim desteği olarak değerlendirildi. Grivas’ın tepkisi ise oldukça sert oldu. 7 Şubat 1972 tarihinde 15 ayrı polis karakolunda bombalar patladı.  Bu arada, 8 Şubat 1973 tarihinde Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmasına karar verildi. Makarios, seçime tek aday olarak katıldı ve tam bir güç gösterisi yaptı.
1973 yılının Kasım ayında Cunta içinde bir darbeyle Albay Dimitris İoanidis Papadopoullos’u iktidardan uzaklaştırarak iktidarı ele geçirdi.  İoanidis, Grivas’a oldukça yakın biriydi. Benzer değerleri paylaşıyorlardı. İkisi de fanatik derece anti-Türk ve anti-komünistti. İoanidis, 1964 yılında Kıbrıs’taki Yunan birliklerinde görev yaptığı sırada Nikos Samson’la birlikte Makarios’a “bütün Türkleri bir anda yok edecek bir plan” bile sunmuştu. İkisi de Makarios’tan nefret ediyordu ve onu “Enosis”i gömen adam” olarak görüyorlardı. Uluslararası siyaset konusunda son derece cahildiler. Askeri bir darbeyle Enosisi kolayca gerçekleştirebileceklerine inanıyorlardı. Hatta, bunun için ABD’nin desteğinin onlardan yana olduğunu düşünüyorlardı. İoanidis, darbe kararı aldığında “CIA’nın kendisine Türkler’in müdahale etmeyeceği konusunda güvence verdiğini” söylüyordu. Oysa Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi Dimitris Kosmatopoulos, Ankara’da bir Türk Generalin kendisine söylediklerini Atina’ya tam zamanında iletmişti: “Eğer Kıbrıs’taki anayasal düzeni silah zoruyla bozmaya kalkarlarsa, onları denize dökeceğiz”.
27 Ocak 1974 tarihinde Yorgos Grivas Limasol’da saklandığı evde öldü. Makarios, üç günlük yas ve EOKA B üyeleri için de af ilan etti. Grivas’ın cenaze töreninde, o güne kadar EOKA B ile organik bağı bulunmayan, hatta Makarios ile iyi ilişkiler içinde olan Nikos Samson mikrofona sarılarak bir konuşma yaptı: “Digenis (Grivas’ın EOKA içindeki kod ismi) ölmedi. Digenis yaşıyor ve ruhlarımızda hep yaşayacak. Digenis bize, onurun ve görevin yolunu gösteriyor. Bizler onun yanında yaşayan ve savaşan çocukları olarak mücadelesini sürdüreceğimize dair kutsal yemin ediyoruz”. Samson bu konuşmasıyla safını belirledi ve Kıbrıs’tan tanıdığı İoanidis cephesine katılmış oldu. EOKA B eylemlerini sürdürmeye devam etti ve 1974 yılının ilk yarısında bir çok silahlı eyleme imza attı. Artık Kıbrıs’ta darbe için geri sayım başlamıştı. Cunta’nın dışişleri bakanı Palamas’ın başbakan Adamantios Androutsopoullos’a gönderdiği “Kıbrıs Raporu” Atina’nın Kıbrıs Rum toplumuna nasıl baktığını ve Cuntanın hangi gerekçelerle darbeyi “hak” saydığını bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor:
“Bağımsızlık ve Makarios’un bağımsızlığı uygulama biçimi Kıbrıs’ı yabancı bir ülkeye dönüştürdü. Özellikle Yunanistan’a karşı siyaseten bağımsız bir ülkeye... Bu bağımsızlık anlayışı Yunanistan karşıtı bir anlayıştır. Kıbrıslı Rumların Helenlik-bilinci, milli bilinci silinip gidiyor. (…) Bu bilinç kaybı öyle bir noktaya vardı ki, Herald Tribune gibi ciddi bir gazete Kıbrıs’a ayırdığı bir başyazısında “Yeni Bir Ulus’un Doğuşundan” söz ediyor. Kıbrıs’taki bağımsız yapı, yeni bir ırk, yeni bir Malta yaratmaktadır. (…) Helen Kıbrıs’ta bunlar olurken, Türk tarafında coğrafi ve idari manada işleyen bir Türk devleti vardır. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslılaşırken, Kıbrıslı Türkler Türkleşiyorlar. (…) Türkiye adaya yayılıp, etkisini artıyor, Yunanistan giderken, Türkiye yeniden geliyor. (…) Kıbrıslılar Grekçe konuşmaya devam ediyor ve Ortodoks dinine inanıyorlar. Fakat giderek kendilerine sunulan Kıbrıslılık kimliğini kabul ediyor ve Helen bilincini kaybediyorlar. Ve bu noktadan sonra Ulusa ait olmaktan çıkmış bulunuyorlar.”
Görüleceği gibi, Cuntanın gözünde Kıbrıslı Rumlar “Helen” olmaktan çıkmış, neredeyse ayrı bir “ulus” olmuşlardı. Bu, darbeyi “hak etmelerine” yeter de artardı… 1974 yılının Şubat ve Mart aylarında Atina’da üst üste yapılan toplantılarda darbe konusu görüşüldü. Nisan ayında darbe yapılacağı konusunda kesin karar alındı. Yunan Devlet Başkanı Gizikis, kararın İoanidis’in ısrarıyla alındığını, toplantılara katılan herkesin darbe durumunda Türkiye’nin adaya müdahale edeceğini söylediğini fakat İoanidis’in bu görüşe katılmadığını ve “Amerikalılardan güvence aldığını” söylediğini ileri sürecekti…
15 Temmuz 1974 tarihinde Alksandros hastaneye yatırılırken, Ayşe tatile çıkmaya hazırlanıyordu…

“Ayşe Tatile Çıkıyor”

“Sabah Daireden çıkarak biraz uyumak için eve gittim. Yollar henüz boş sayılacak kadar erkendi. Yolda arabamı sürerken dudaklarımın arasından gayri ihtiyari askeri marşlar dökülmeğe başladı. Sakin ve sessiz yolda bu marşlara yüksek sesle ve yürekten iştirak ettim. Son on bir yılın olayları gözlerimin önünden sinema şeridi gibi geçiyordu. Ne devirler geçirmiştik. Koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir papazın karşısında senelerce haysiyetinden olmuştu. Askerleri gemilere bindirip indirmiş, gemileri denize yollamış geri çekmiş, ama bir türlü Kıbrıs’a çıkarma yapamamıştık. (…) Türkiye’nin başucundaki adada, haklarının çiğnenmesi karşısında hiçbir şey yapamamasının ezikliği içindeydi. (…) Bütün bu haysiyet kırıcı durumlar gözlerimin önünden geçiyordu.” Dönemin Kıbrıs masası şefi Ecmel Barutçu, Türkiye’nin adaya asker çıkarmasını bu duygularla anlatıyor.  Türkiye’nin 1964-74 yılları arasında yaşadığı “ezikliği”, maruz kaldığı “haysiyet kırıcı” durumları gözünün önüne getiriyor ve “intikam almanın” huzuru içinde milli marşlar okuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisinde 20 Temmuz 1974 tarihinde yapılan gizli oturumda Başbakan  Bülent Ecevit şöyle diyordu: “Kıbrıs için behemehal bir yeni devlet statüsü oluşturulması gerekir, daha doğrusu bir devlet statüsünün yeniden oluşturulması gerekiyor.” Ana muhalefet lideri Süleyman Demirel de “gücün gereği yeni bir nizamdan” söz ediyordu: “Bir yeni nizam kurulacaktır, bir yeni nizam kaçınılmazdır. Binaenaleyh, Türkiye bugün 1960 Kıbrıs Devletine hayatiyet veren Anlaşmaların şartlan içerisinde de kalamaz. Binaenaleyh, bu yeni nizamı kurarken, fevkalade dikkatli davranılması gereğine ve böyle büyük hadiselerin sık sık meydana gelmemesi için, masa başına güçle oturulduğu inşallah nasip olacaktır ve bu gücün gereği olan bir yeni nizamın kurulmasına azami dikkati sarf etmemiz gerekecektir.”
“Yeni bir Statü” dayatmak amacıyla 20 Temmuz günü başlayan Askeri Harekat 22 Temmuz’da sağlanan ateşkes ilanıyla durduruldu. Türk ordusu Kıbrıs’a çıkmıştı ama istenilen ilerleme sağlanamamıştı. Bu arada, Atina’da Yunan Cuntası devrilmiş, Konstantinos Kramanlis Paris’ten Atina’ya dönmüştü. Kıbrıs’ta ise Nikos Samson istifa ederek görevi Kıbrıs Anayasasına uygun bir şekilde Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Kliridis’e devretmişti. Kliridis, Türkiye’nin adaya ayak bastığı 20 Temmuz’dan tam üç gün sonra, 23 Temmuz 1974 tarihinde Rauf Denktaş’a Zürih ve Londra Anlaşmalarını olduğu gibi kabul ettiğini ve uygulamaya hazır olduğunu bildirdi. Ne var ki, Türk tarafı artık “oralı” değildi. Türkiye’nin Kliridis’e ulaştırdığı mesajda şöyle deniyordu: “Türk hükümeti, Kıbrıslı Rumların on yıl boyunca uygulamaktan kaçındığı ve yok saydığı Zürih-Londra Anlaşmalarına geri dönemez ve bu konuyu görüşemez. Ayrıca, bu anlaşmaların Rum saldırıları karşısında Kıbrıs Türk toplumunu koruyamadığı da artık kanıtlanmıştır.”

 

Aleksandros Hastaneye…