Sonunda söyleyeceğimi başında söyleyeyim: Ayrı devlet talebi Kıbrıslı Türklerin çıkarlarıyla ters orantılıdır! Yakın geçmiş bunun tanığıdır. Bu fikrin yakın tarihteki izini sürersek, bunu açıkça görürüz.
Adada ayrı bir Kıbrıs Türk devleti kurmak esas itibarıyla Enosis girişimlerine karşı bir tepki olarak gündeme geldi. Kıbrıs Türk liderliği 1950’li yıllarda önceleri adanın İngiliz sömürgesi olarak kalmasını, daha sonra Türkiye’ye iade edilmesini, son olarak da adanın Türkiye ile Yunanistan arasında bölünmesini savunuyordu. TMT kurulduğunda adanın “istirdadından” veya yarısında bir “Tük devleti kurulmasından” söz edilirken yayılmacı bir milliyetçilik örneği sergilense de, o dönemde bu politikaların esasları Enosis karşıtlığına dayanıyordu.
Enosis, Türkiye için özellikle güvenlik ve savunma politikaları açısından kabul edilmezdi. Kıbrıslı Türkler açısından ise adadaki varlığını azınlık konumuna düşmeden sürdürebilme meselesiydi.
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda her iki amaca da ulaşıldı. Fakat, Kıbrıs Rum toplumunun Enosis yönündeki girişimleri devam edince, ayrı Kıbrıs Türk devleti fikri yeniden gündeme geldi. Kıbrıs Türk liderliği, 1960’lı yılların başında Türkiye’nin adaya müdahale etmesi yerine, adada Kıbrıs Türk devleti kurulmasına yardımcı olmasını istiyordu. Çünkü, Türkiye’nin müdahalesi ancak Garanti Anlaşması temelinde mümkündü ve Garanti Anlaşması da sadece bozulan anayasal düzeni yeniden tesis etmek ve Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü korumak için müdahaleye cevaz verirdi. Fakat, o yıllarda ne ayrı devlet kurulabildi, ne de Türkiye adaya müdahale edebildi.
Kıbrıs’ta ayrı Tük devleti fikri işin başında Enosise karşı bir tedbir olarak düşünülmüşken, zaman içinde ideolojik bir boyut kazandı ve milliyetçi kadroların Türkçü hayallerini süslemeye başladı. Nitekim, 1974 yılında Enosis fikrinin temelli olarak tarihe karışmasına rağmen, Kıbrıs Türk liderliği ayrı Türk devleti yönünde mesai yapmaya yöneldi. Rauf Denktaş, Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni (KTFD) ilan ederken, bunun Federal Kıbrıs yönünde atılmış bir adım olduğunu söylese de, gerçekte bu adım ayrı bir Türk devleti için atılmıştı. Kendinin de söylediği gibi, daha o tarihte KTFD’yi değil, KKTC’yi ilan etmek istiyordu ama Türkiye buna onay vermiyordu.
Ayrı Devlet Fikrinin İmkansızlığı
Ayrı devletin kurulmasının önünde her zaman ciddi engeller vardı. 1974’ten önce özellikle toprak konusu engel oluştururken, -Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu oluşturduğu ayrı bir toprak parçası yoktu-, 1974’ten sonra ise hem toprak konusu, hem de Türkiye’nin askeri müdahalesi sonucu oluşan fiili durum buna engel oluşturuyordu. Nitekim, 1983 yılında ilan edilen KKTC, BM tarafından “tanınmama” yaptırımıyla cezalandırıldı ve Kıbrıslı Türkleri “dünyasız” bıraktı!
Gerçek şudur ki, Türkiye’nin jeopolitik çıkarları da ayrı devletten yana değildi. Kıbrıs Sorunun Türkiye’nin gündemine girdiği 1954’ten beri Ankara adanın Yunanistan ile birleşmesine veya Kıbrıslı Rumların kontrolünde olmasına karşı çıkıyordu. Bu yüzden, bir yandan Enosise itiraz ediyordu, diğer yandan da iki toplum arasındaki ilişkilerin eşitlik temelinde biçimlenmesini savunuyordu. 1974’ten sonra resmi politikasını Federasyon olarak belirlemesi tesadüf değildi. Federal Kıbrıs, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarıyla Kıbrıslı Türklerin eşitlik talebini sentezleyen bir formüldü.
Gelgelelim, Rauf Denktaş’ın ve diğer Türkçü çevrelerin hayalleri farklıydı. Denktaş, bir yandan federal çözüm fikrine onay verir gibi görünürken, diğer yandan da ayrı Kıbrıs Türk devletinin kurulması için yoğun çaba sarf ediyordu. Nitekim, 1979-1983 arasında federasyon görüşmeleri devam ederken, ayrı self determinasyon hakkını ileri sürülerek adada Kıbrıs Türk devleti kurulmasını gündeme getirdi. 1983 yılının Haziran ayında UBP hükümeti meclise bir karar tasarısı sunarak “Kıbrıs Türk Halkının Self Determinasyon Hakkının” onaylanıp dünyaya ilan edilmesini talep etti.
Naci Talat’ın Tarihi Uyarısı
KTFD meclisinde yapılan tartışmalarda ayrı self determinasyon talebine sadece Cumhuriyeti Türk Partisi (CTP) itiraz ediyordu. CTP adına söz alan konuşmacılar, doğru bir değerlendirmeyle, self determinasyon kararının amacının bağımsız bir Türk devleti kurmak olduğunu, bunun da Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarıyla bağdaşmadığını söylüyorlardı.
Naci Talat, ayrı devlet politikasının Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarına ters düşeceğini, Yunanistan’ın adanın güneyine yerleşmesine hizmet edeceğini vurgulayarak şöyle diyordu: “Kıbrıs’ta Kıbrıs’ın Türk bölgesi dışarıda bırakarak Enosisin ilanı, son derece basit bir olaydır diyor Sayın Ecevit. Böylece Akdeniz'de Türkiye'nin yumuşak karnında bir Yunan adası ve bir Yunan üssü doğacaktı. Orta ve Güney Doğu Anadolu Yunan uçaklarının menziline girecekti. Ecevit'in her şeyden çok üstünde durduğu nokta işte buydu.
Biz bu yönelttiğimiz, sürdürdüğümüz politikalarla aslında Papandreu'nun ve Yunanistan'ın güney üzerindeki etkinliğini artırmaktayız. Ve Güney'e politika empoze etmesini kolaylaştırmaktayız. (...)
Değerli arkadaşlar! böyle bir politika neye yardımcı olur? Bunun üzerinde duralım. Bu şekilde politikalarla hükümetin ve diğer yandaşlarının düşündüğü şekilde mesafeler kat edilmesi halinde sanıyor muyuz ki Yunanistan’ın güneydeki etkinliği artmayacaktır. Rumlar istemese bile ben seni korumak için geldim diye onlara empoze edip oraya yığınak yapmayacaklar mıdır? Üsler kurmayacaklar mıdır? Biz sanıyoruz ki bunların hiçbiri olmayacak. Nasıl ki onların birtakım girişimlerine karşı biz birtakım tedbirler düşünmekteyiz, bizim girişimlerimize karşı da onlar birtakım tedbirler düşünmektedirler. Ve böylece Kıbrıs'ın Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların çözümünde ikili enosis, taksim edilmesi suretiyle bir sonuca bağlanması fikri daha çok kuvvet bulamayacak mıdır?”
Naci Talat, stratejik değeri yüksek bu önemli tespitlerinden sonra, CTP’nin hazırladığı alternatif bir karar tasarısını milletvekillerinin dikkatine getirerek aşağıdaki ilkelere yer veriyordu:
“Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk Toplumunu Egemenlikte ortak kılacak ve azınlık statüsüne düşürmeyecek biçimde bağımsız, bağlantısız, iki bölgeli, iki toplumlu, federal, lâik bir Cumhuriyet olacaktır. Soruna, 12 Şubat 1977 ve 19 Mayıs 1979 Doruk Anlaşmaları esas alınarak eşit düzeyde yürütülecek görüşmeler yoluyla çözüm bulunacaktır.
Federal Merkezi hükümetin görev ve yetkileri ve ülkenin birliğini ve devletin iki toplumlu karakterini koruyacak ve bozmayacak biçimde olmalıdır. Enosis'i, ikili enosisi, ayrılma hakkını 1979'da Kiprianuyla yaptığı anlaşmada yasaklayan bizzat Sayın Federe Devlet Başkanıdır.
Kıbrıs’ın kısmen veya tamamen başka bir ülkeye bağlanması, taksimi veya ayrı iki devlet hâlinde olmasına karşı bağımsızlığı, bağlantısızlığı, toprak bütünlüğü ve egemenliği garanti altına alınacaktır.” (Ayrıntılı bilgi için bak: Niyazi Kızılyürek, Kendi Kaderini Tayin Edemeyen Ada, Işık Kitapevi Yayınları, 2025)
Sonunda, KTFD Meclisi 17 Haziran 1983 tarihinde oy çokluğuyla self determinasyon kararı aldı, bir kaç ay sonra da KKTC ilan edildi.
Geçen yıllar Naci Talat’ın tespitlerini doğruladı. KKTC’nin kuruluşundan sonra Yunanistan yavaş yavaş adanın güneyine yerleşmeye başladı. Andreas Papandreu hava üssünden tutun da hayatın bütün alanlarında Yunanistan’ın adanın güneyindeki varlığı güçlendirildi.
Ayrıca, İsrail, ABD ve Fransa gibi ülkeler de adanın güneyine yerleşiyorlar. Bu durumun Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmadığı ortadadır.
Ayrı Devlet Saplantısı Kıbrıslı Türkleri Mahkum Ediyor!
Ayrı devlette ısrar etmek sadece Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarına ters değil. Kıbrıslı Türkleri de dünyadan kopuk bir yaşama mahkum ediyor ve hukuk ile siyasi açıdan haksız bir duruma düşürüyor. Kıbrıs Cumhuriyeti devleti üstünde Kıbrıslı Türklerin var olan haklarını ortadan kaldırmak isteyenlere fırsat sunuyor ve ülkenin tek tanınmış devletinin ilelebet Kıbrıslı Rumların elinde kalmasına yardımcı oluyor. Açıkçası, Kıbrıslı Türkleri devletsiz bırakıyor.
Çıkmaz sokak olan bu politikanın değiştirilmesi şarttır. Türkiye ne zaman politika değişikliğine gideceğine kendisi karar verecektir. Bölgenin önemli ülkelerinden biri olan Türkiye’nin bu konuda manevra yapma kabiliyeti yüksektir. Değişikliğin takvim ayarlamasını kendi çıkarlarına göre yapacaktır. Nitekim, 2004’ten önce de ayrı devlet fikrini savunan Türkiye, çıkarları öyle gerektirdiği için ayrı 2004 yılında ayrı devlet politikasını terk etmişti.
Fakat, Kıbrıslı Türklerin kaybedecek zamanı kalmadı.
19 Ekim Seçimleri Belki de Son Şanstır!
Kıbrıslı Türklerin tarihi ve siyasi bir özne olarak adadaki varlığı her gün biraz daha silikleşiyor. Adanın kuzeyinde yaşanan demografik, toplumsal, siyasal değişiklikler buna işaret ediyor. “Dünyasızlık” Kıbrıslı Türklere pahalıya mal oluyor.
KKTC saplantısı ve mevcut statüko devam ettiği sürece, toplumun kendine uluslararası iletişim kanalları, nefes boruları açması ve ayrı bir varlık olarak ayakta kalkması mümkün görünmüyor. Kıbrıslı Türklerin varlığını ve konumunu güçlendirecek olan “iki devlet” söylemi değil, Kıbrıs’ın bütününde ve dünyada söz sahibi olacağı bir çözüm yönünde irade sergilemesidir. Böylesi bir irade beyanı tek başına yeterli değildir elbette. Federal çözüm konusunda Kıbrıs Rum toplumundan kaynaklanan zorlukları görmemek için kör olmak gerekir. Fakat, uluslararası hukuk ve meşruiyet sınırları içinde hareket ederek ortaya konacak yapıcı/kurucu irade, Kıbrıslı Türklerin elini ve varlığını mutlaka güçlendirecektir.
Kanımca, 19 Ekim Seçimlerinin önemi burada yoğunlaşıyor!
Kıbrıslı Türkleri yalnızlığa ve dünyasızlığa mahkum eden, yurdundan mahrum bırakan ve tarihsel bir etno-politik toplum olarak varlığını tehdit eden “ayrı devlet” politikasının karşısına dikilmek şarttır. Bunun için, yurt gailesine düşen herkesin Tufan Erhürman’ın etrafında toplanıp farklı bir geleceğe yelken açmayı denemekten başka bir çare göremiyorum!