Aydın abi...

Cenk Mutluyakalı

 

Bir toplum cami avlusunda hatırlıyor toplumsal belleğini.
Yitirdiklerinin ardından…
Her ‘veda’ içimizden eksiltirken ‘cennetten bir parça’yı...
Yüzleşiyor, unutuyoruz sonra...

***

SILA 4’ün şarkıları Baf’tan Leymosun’a, Lefkoşa’dan Girne’ye yazıldı.
Coğrafyayı orta yerinden ayırmadı, bölmedi, parçalamadı.
Suyu izleye izleye çıkılan Beşparmak dağlarından, Trodos’lara aktı hüzünle.
Folklorik bir tınıyla kuşaktan kuşağa iz bıraktı, nefes oldu kitlelere.
Mavi bir ayın gölgesinde akşamdan kalma ayrılıklara ağladı, gelip geçen sevdalarda garibanlara adandı…

***

SILA 4 adı, memleketinden uzak dört gencin hasreti üzerinden kurgulansa da, gün geldi, ‘sıla’yı kendi ana yurdumuzda yaşadık…
Ve daha bir sarıldık manilerimize, ezgilerimize, değerlerimize…
Daha bir sevdik onları…

***

Sıla 4’ün ‘gönülleri çelen gençleri’, yeni dönemin ilk albümünü yakın geçmişte yayınlamıştı.
İşte o albümün hazırlıkları sırasında çok daha iyi tanımıştım, Aydın abiyi…
İlk albümünün tanıtımını Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nde yapmayı önermiştim, nasıl bir heyecan vardı gözlerinde, anlatamam…
Bir gece, Aydın abi ve Erdinç abi yemeğe gitmiştik, Gönyeli’ye…
İçindeki ‘isyankar’ ruhu keşfetmiştim.
Bu düzene, bu ülkedeki ‘hiç’leşmeye, geçmişin hatalarına, bugünün ayıplarına ve iki yüzlülüğüne ‘sessiz’ bir öfkesi vardı…
Kimseleri ‘incitmeyen’ o güzel adam, isyanlarını içine kazıyor, esprileriyle gülümsetiyor, hayatı kucaklıyordu.

***

Karpaz’da, -ki çok severdi oraları-, bir tatilde buluşmuştuk!..
O gün oğlumla ‘yaşıt’ olduklarını gördüm!..
İki insan arasındaki ‘elli senelik’ farkı eritmiş, elindeki oltayla çocuklaşmış, o bir zamanların kocaman atkılı, geniş paça pantolonlu, dalgalı saçlı, dik yakalı gençlerinden geriye naif bir gülümseme kalmıştı…

***

Aydın abiye hastalığı ‘vedalaşma’ şansı dahi vermedi.
Sanırım ‘veda’sını Salamis Harabeleri’ndeki o muhteşem konserde yapmıştı, seneler sonra…
Dün, uğurladık…
Ve biraz daha eksildi içimizden, memleket kokusu.