AVRUPA ve KOORDİNASYON OFİSİ

Ferdi Sabit Soyer


İşçi Partisi Milletvekili Sayın Jo Cox öldürüldü. Onu öldürmekten sanık olarak tutuklanan kişi ise mahkemede isminin sorulması üzerine "hainlere ölüm, İngiltere'ye özgürlük" diye cevap verdi.
Bu önemli. İngiltere'de AB üyeliği ile ilgili ‘Referandum’ var. Bu Referandumda İngiltere'nin AB'den ayrılmasını isteyenlerin dar milliyetçi ve kendi içine kapalı bir yapı önerdikleri çok açık. Bunun için farklılıklara dönük düşmanlığı öne aldıkları ise net.
Bunun ise uzun bir süredir süren ciddi küresel ekonomik krizin sonuçları olduğu açık. Kapitalizm 2008'de doruğa çıkan ekonomik krizi aşamıyor. Bu kriz en geniş kitleleri sıkıntıya sokan tedbirlerle de aşılamadı.
Dünyanın dört bir tarafında kaos hali sürüyor.
Üstelik Sayın Cox'un öldürülmesinden sonra Avusturya'da Avrupa'nın tüm aşırı sağ partilerinin katıldığı bir toplantı oldu.
Avusturya'da yapılan bu toplantıda Fransız aşırı sağ partisinin lideri Sayın Le Pen, AB karşıtlığı temelinde şu ifadeyi kullandı.
"Anavatanların Avrupa’sı"...
Bunun anlamı çok açık. Avrupa'da gelişen çok kültürlü demokratik Avrupa'nın yerine, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla şekillenmiş ve kendilerine göre yabancı diye tanımladıkları siyahlar, Müslümanlar ve kendilerine göre Avrupalı olmayan yabancılardan arınmış "arî" bir Avrupa.
Bunların Avrupa'sında örneğin Türklere, Kürtlere, Araplara, Afrikalılara yer yok... Müslümanlara, siyahlara da yer yok. Ama yalnız bu değil Avrupa'nın ekonomik olarak daha geri toplumlarına dönük bunlar, aynı aşağılayıcı mantığa sahiptirler.
Örneğin Yunanlılara, Polonyalılara dönük de aynı mantığa sahiptirler. Bunu da AB'ye vermek istedikleri yeni yapıdan yorumlayabiliriz.

ANTİ- TÜRKİYE

Ancak bunların büyük bir ekseriyeti şimdi kendilerine yol açmak için Avrupa halkları içinde anti- Türkiye kampanyası yapmaktadırlar.
Bu o kadar etkili ki, sonuçta Türkiye'nin AB üyeliğine dönük her zaman en büyük destek olan İngiltere'de Referandum içinde klasik sağ ve sol partiler dahi bunu yani Türkiye'nin AB üyelik sürecini açıktan savunamıyor.
Aksine, AB karşıtlarının sürdürdüğü ‘Anti- Türkiye’ tavrına bağlı olarak daha önceleri Türkiye'nin AB üyeliğine dönük destek olma şeklindeki geleneksel İngiliz politikasını savunan İngiltere Başbakanı Muhafazakâr Sayın Cameron dahi, açıkça Türkiye'nin AB üyeliğini, "3000 yıl sonra " diye tanımlamak zorunda kalıyor.
Elbette ki olayı yalnızca Avrupa'da oluşan bu yapıya bağlamamak gerekir. Çünkü bizde ve Türkiye'de de bu muhafazakâr, aşırı milliyetçi ve dindar, içe dönüklüğü içeren eğilim artmaktadır. Bu artış da dönüp onların bu propagandalarını beslemektedir.
Bizde ve Türkiye'de artan bu eğilim ise kendi içimizde dahi farklılıkların demokratik birliğine dönük; baskıcı, dışlayıcı, zarar verici siyasi gelişmelere yol açmaktadır.
Türkiye'nin bölge ve Avrupa'ya dönük sayısız sorunu var. Kendi içinde ciddi problemleri var.
Bu aşamada Türkiye Başbakanı Sayın Binali Yıldırım'ın Dış Politika’ya dönük önemli bir açıklaması oldu. "Dostları Artırmaktan" söz etti. Ciddi bir politika değişiklik arayışını işaret etti.

TC- KKTC

Ancak bu önemli zamanda en eski ve kadim dostlar olan Türkiye ve KKTC arasında sıkıntı gelişmeye başladı.
Su meselesinden sonra, Koordinasyon Ofisi gibi bir mesele de sorun oldu. Bu alanlarda oluşan tavırları savunanlar da konu ile ilgili gelen her eleştiriyi, gelişen muhafazakâr anlayış doğrultusunda, "Türkiye karşıtlığı " olarak takdim etmeyi avantaj sayıyorlar.
UBP-DP Hükümeti yardım almak ve şirin gözükmek adına, Kıbrıs Türk Toplumu’ndan gelen bu eleştirilere kulak tıkadı.
Üstelikte bunlar, Koordinasyon Ofisi Protokolü’nün yanlışlık içerdiğini Meclis Kürsüsü’nden ifade ederek bunu yaptı. Ne Başbakan, ne Başbakan Yardımcısı, ne UBP- DP'nin herhangi bir milletvekili, bu Koordinasyon Ofisi anlaşmasını ilkesel olarak savunamadı.
"Yanlış var, şimdi onaylayalım, çünkü TBMM bunu onayladı ayıp olur, sonra düzeltiriz" demekle işi savunmaya çalıştılar… Yani yanlış yaptıklarını açık açık söyleyerek bunu Meclis'ten oy çokluğu ile geçirdiler.
Bir kere demokrasi, ne yalnızca sandıkta alınan oy, ne de yalnızca Meclis'teki parmak sayısındaki çoğunlukla sınırlanamaz.
Üstelik UBP ve DP bunu dün çok yaşadı. Ne sandıktan çoğunlukla çıkmaları, nede şu veya bu yolla Meclis'te parmak çoğunluğuna sahip olmaları ve dayatmacı tavırlarla hareketlenmelerine karşı, bu yapı onlara huzur getirmedi. Bu durum aynı zamanda halka da huzur getirmedi.
Demokraside sandık ve Meclis çoğunluğu çok önemlidir. Ancak esas olan farklılıkların demokratik birliğini ve hukuk devletinin ilkelerini yaşama geçirmektir.
İşte bu nedenle artık Avrupa'da gelişen bu aşırı sağ tavırları da görerek kendi içimizde demokratik hukuk devletini ve farklılıkların birliğini öngören yeni anlayışları geliştirmemiz gerekir.
Bunda en önemli görev yönetenlerdir.
Çoğunlukta olmaları bir değerdir. Ancak bunun arkasına saklanarak, kendinden farklı olan herkesi hizaya sokma ve gücü kendi Merkezli kullanma çabası, bu zor süreçte işi çıkmaza sokar.
Elbette güç kullanılarak baskılanan onlardan farklı kitlelerin de öfkesi kabarır. Bu ise haklı olmanın enerjisi ile bütünleşir. Sonuçta birbirine düşman kamplar oluşur. Böyle bir atmosferde oluşan mantık, “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” şeklinde olur.
İşte bu aşamada bu mantık, Avrupa ve dünyada gelişen bu yanlış eğilimlere dönük ilkeli demokratik karşı duruş geliştirmemizi engeller.
Böyle bir atmosferde yöneten kanat; bu anti-demokratik ve ırkçı eğilimleri gerekçe göstererek, milliyetçi söylemlerle, halkına dönük anti-demokratik tavırlarını meşrulaştırmaya kalkar.
Bu anti-demokratik tavırların mağdurları da bu kez tersten bu eğilimlere dönük yabancılaşır, duyarsızlaşır. Böylece toplum olarak zayıf ve güçsüz oluruz.
Baksanıza Türkiye'nin AB üyeliğini 3 bin yıl sonra diye tanımlayan Sayın Cameron’a dönük ne iktidar, ne muhalefet ciddi bir değerlendirme dahi yapmadı.
Eğer Türkiye'nin AB üyelik süreci 3 bin yıl sonra ise, Kıbrıs Sorunu’nun çözüm sürecinin alacağı sakatlanmayı, ne Kuzey, ne Güney siyasi anlayışları değerlendirmedi… Herkes kroki olmuş bir halde bu süreci izliyor.

 

KOORDİNASYON OFİSİ

Ancak bu hali yaşarken şimdi de Koordinasyon Ofisi tartışmaları bunun üzerine gelişti.  Hâlbuki bizim bu aşamada Kıbrıs Sorunu’nun çözüm süreci için ve bu süreçte de Türkiye ile ortak çıkarlar sentezinde buluşmamız gerekiyor. Ama ne acı, bu zor zamanda iş çığırından çıkmış gözüküyor.
Bakın şimdi bir ciddi şans var. Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı konuyu yorumlaması için Anayasa Mahkemesi’ne sevk etti. Eğer Anayasa Mahkemesi bu konuda belli noktalarla ilgili yeniden değerlendirme imkânı sağlayacak bir görüş üretirse, bu herkes için en iyisi olacaktır.
Böylece konu KKTC ile TC arasında yapılacak olan ek protokollerle sorunların aşıldığı bir noktaya gidebilir. Bu ise gerginliği ortadan kaldırır. Böylece bu zor zamanda Sayın Binali Yıldırım'ın ifade ettiği dostlukları geliştirme mantığına bağlı olarak, kadim dostlar arasında oluşan ve derinleşme eğilimi gösteren gönül kırıklığı da aşılmış olur.
Ama yok eğer sırf Kıbrıs Sorunu’nda, UBP- DP liderliği, Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı arasında doğacak olan gönül kırıklığı üzerinden, kendi çözümsüzlük anlayışlarının yol alması uğruna, Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye'nin çatışması oyununa yatacaksa, o zamanda da bundan hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türk halkı çok zarar görür.