“Asla pes etmeyiniz”

Cenk Mutluyakalı

İngiliz seyahat yazarı ve romancı Colin Thubron 1972 yılında Kıbrıs’ı adım adım gezer.
İki yıl sonra adamız ikiye bölünür.

Savaşın ardından İngiliz yazar duygularını şu sözlerle anlatır:

“1972’de bin kilometrelik yürüyüşü yaptığım yer günümüzde artık tanınmayacak hale geldi. Rum ve Türk köylerinin tasvir edildiği o dünya da görünüşe göre sonsuza kadar kayboldu. Bu iki toplum arasında istediğiniz zaman böyle bir yolculuk yapmak artık imkansızdır. Şimdi görüyorum ki 1972’de birlikte yaşadıkları o gergin dönem aslında adanın altın çağıymış…”

***

Bu gerçek olamaz” diyor Yalçın Adal, “Kıbrıs’ın altın çağı gelecektedir.”

***

“Yurdunu sevmeliymiş insan” ezgisi, Melike Demirağ’ın sesinden geliyor fondan… Afrodit taşının görüntüsü eşliğinde… Uçsuz bir mavi ve o sarsıcı soru: “Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından, hangi yarısını sevmeliymiş insan…”
Sevmeliyiz elbette ayrımsız dört bir yanını…
İnatla sevmeliyiz, bölücü siyasete rağmen…
Coğrafyayı değil yalnızca, dağlarını, nehirlerini, bağlarını, denizlerini sevmek yetmez, insanlarını da sevmeliyiz ayırmadan…

***

Böyle başlıyor, iki Kıbrıslı gencin adayı bir uçtan ötekine yürüdükleri belgesel… Yalçın ve Stavros, 16 günde, 400 kilometre yürüdü, Karpaz’daki manastırdan Baf’a… Adanın yeniden birleşmesi için herkese ilham vermek istediler; tek temennileri vardı, barikatların etnik kimlik ya da inançları bölmeyeceği bir ülke… “Asla pes etmeyiniz” mesajıydı onların yürüyüşü, yorulmayınız, vazgeçmeyiniz.

***

Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine adanmış her gösteride, film ya da konser, şiir ya da roman mutlaka gözlerim ıslanır…
Yine öyle oldu…

Kıbrıs ülkesinin sınırsızlığına tanık olduk yeniden, belgeselin her anında.. Bir yanda güzellikler, beri yanda acılar… Ortak ezgilerimiz, ortak kabahatlerimiz…

Diyalog ve Uzlaşma Merkezi Başkanı Dr. Michalis S. Michael, “Kuşku, korku ve güvensizlik var” diyor adanın tarihini yorumlarken…

“İnsanlar statükonun güvenliğini, değişimin getireceği belirsizliğe ve risklere tercih ediyor.”
Statüko ve bölünmüşlük kimilerine de konforlu bir alan yaratıyor doğrusu…
İdealler kayboluyor giderek böylece…
Bireycilik büyüyor…

***

“Yolculuğumuzda birlikte daha güçlüydük” diyor Yalçın… “Yardıma ihtiyacımız olduğunda birbirimizin yanındaydık…”
Kıbrıs için de böyle olmalı…
Coğrafya ve tarih bizleri birleştirmeli…

:::

 


“Hey millet, birlikte başarabiliriz”

Kıbrıs İçinde Seyahat” belgeselini izlerken, en çok etkilendiğim sahnelerden biri de Flasou köyündeki söylenceydi.

“Üç gezgin üç gün üç gece yol alıyorlar. Dağın tepesindeyken bir köyün ışıklarını görüyorlar. Gidip evlerin kapılarını çalmaya karar veriyorlar. Bir parça ekmek ya da yatacak yer bulmak umuduyla. Herkes onları geri çeviriyor.

Gezginlerden biri ‘yalnıza bir tencere yeter biz’ diyor. ‘Taş çorbası yaparız.

Köyün ortasına ateş yakıyorlar. Tencereye taş ve su koyuyorlar. Köylüler meraklanıyor ve ateşe doğru yanaşıyorlar.

‘Aslında havucumuz vardı’ diyor birisi…  ‘Belki bende de soğan vardır’ diyor öteki… ‘Sanırım bende de patates olmalı…’ Herkes teker teker bir şeyler getiriyor. Sonunda ortaya bir çorba çıkıyor.

Gezginler diyor ki, ‘Hey millet madem ki evlerinizde bir şey yok, bu yemeği paylaşabiliriz.’

Ziyafet çekiyor, dans ediyor, hep birlikte eğleniyorlar. Paylaşmanın önemini kavrıyorlar, birlikte çok daha güçlü ve mutlu olabildiklerini…”

***

Kıbrıs’ın uzun geçmişinde çatışmalı ve acılı dönemler on beş yirmi yıldı. Çok daha uzun yıllar uzlaşı içerisinde geçti, birlikte ya da yan yana… Üreterek ortaklaşa, paylaşarak ve yaşayarak. Hep çatışmalı günler anlatılır, derin çatlaklar öğretilir, bilinçli olarak. İllaki acılar üzerinden anılmak istenir geçmiş. Çünkü insan hayatında acılar çok daha kalıcı izler bırakır, o nedenle de yaralar kazınır, kanatılır, iyileştirmek yerine…

Yine çok sıcak yakın coğrafyamız, yine kan gölü… Savaşlar, ayrılığın ve bölünmemin körüklendiği toplumların felaketidir. O nedenle barıştır, en önemli güvence… Hepimize ateşkesi barış gibi ezberletmek istiyorlar, onca mühimmatın ve askerin gölgesinde…

***

“Hey millet, madem ki evlerinizde umut yok, geleceğe dair güvensizlik ve belirsizlik var, barışı birlikte inşa edebiliriz” diyerek yola koyulmak önemli…

Çok daha güçlü olacağız o zaman…
Çok daha mutlu…


Ölüm mü kolaylaştı, hayat mı zorlaştı giderek

Gülseren abla da uyudu, uyanmadı.
Melek gibi insandı, kimsenin kuşkusu yok...
Ölüm çok mu kolaylaştı yoksa insan büyüdükçe, daha fazla dost ve tanıdık yitiriyor, bilemiyorum.
Hem hayat kalitemiz çok düştü, hem de çok daha yorgun insanlar sanırım…
O nedenle çöküyoruz daha kolay….
Uzun ve keyifli yaşam için kaygısız olmak gerekiyor en önce…
Güvenli gıda ve çevre gerekiyor…
Bir de mutlu uyanmak, umutla uzanmak her akşam yatağa…