Artık Doğruları Konuşalım…

Tamer Öncül

Acıları, sevinçleri, umut ve düş kırıklıklarıyla bir yılı daha geride bıraktık…
Siyasi ayak oyunlarına adapte olamayanlarımız, yeni yıla “ya hükümet bozulursa!..” endişesi içinde girdi… (benim böyle bir endişem olmadığını, bir önceki yazımdan anlamışsınızdır.)
Hükümetin küçük ortağı(baş muhtarla dayanışma içinde), ilk günden itibaren kriz ve türbinlere oynamayı marifet sayarken; büyük ortak mehter adımlarıyla yürümekte görüyor çareyi…
TC’nin dayattığı “Ekonomik Paket”te, İlahiyat Koleji’nde, Kıb-Tek’te, Polis Genel müdürlüğü’nde ve UBP kurultayı istihdamlarında hep aynı senaryo yaşandı…
Giderek derinleşen ekonomik kriz ve “Çözüm süreci” için de farklı şeyler söyleyemeyiz…
Temmuz’da, tüm bölgelerde genel seçimi birinci sırada kazanan CTP, siyasi tarihi boyunca hiç bu kadar edilgen pozisyonda olmamıştı…
Hükümet ortaklığı yaptığı her dönemde, sendikalar ve sivil toplum örgütleriyle “düşman kardeşler” olmayı beceren(!) CTP; muhalefet/iktidar çelişkisini bir türlü aşamayıp, tutarsızlıkların sergi salonu olmaya da alışmış görünüyor…
Bu edilgenlik, elbette ki CTP’ye özgü değil… Muhalif partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve toplumun geneli de çoktandır bu hastalıktan muzdarip…
Muhalefet partilerimizin, sendikalarımızın direnişinden(!) ortalık yıkılıyor…
“Yaptırmayık; ettirmeyik… Hesap soracayık…” “Cayık”lamalardan kulaklarımız sağır olacak neredeyse…
Vatandaş geri durur mu?.. Sokakta, mahallede ve de hatta meyhanede DİR-ENİŞ’e devam!..
Diye özetlemiştim, bir buçuk ay önceki bir yazımda bu durumu… Ne ayzık ki, giderek derinleşiyor, EDİLGENLİĞİMİZ…
Bizi de derinden etkilemesine karşın, Türkiye’deki “paralel devlet savaşları” konusunda  gıkımız çıkmıyor…
Ortadoğu’da yaşanan “Petrol/doğalgaz/su” savaşlarını TV dizisi izler gibi izliyoruz…
Yunanistan, Türkiye, Avrupa ve Arap ülkelerindeki DİRENİŞ’lere tek desteğimiz, SEYRETMEK…
Evet KÜÇÜK bir adanın yarısında yaşıyoruz… Bu doğru ama; KÜÇÜK hesaplar peşinde koşmamızın nedeni bu değil…
Evet çok KONUŞUYORUZ… Bu doğru ama; artık bir Parrhesiastes* gibi konuşmaya başlamamız gerek…
Ancak böylesi bir konuşkanlık işe yarar… Gerisi LAFAZANLIK…

*Parrhesiastes: Antik Yunan’da “yurttaş olan”ın adeta bir yükümlülüğü, onur meselesi olan Parrhesia*, tehlikeli(!) olduğunda bile, hatta özellikle o durumlarda doğruyu (her şeyi) söyleyen kişinin etkinliği anlamına gelirdi... Ve bu etkinlik zorla değil gönüllü olarak gerçekleştirilir, Parrhesiastes, belli bir durumda kamuya mal ettiği doğrunun sahibi olduğu için değil, bir tehlikeyi göze aldığı için doğruyu söyler...   
Doğruyu, (her türlü tehlikeye karşın) söylemek; aklından geçeni cesurca ve hiçbir şeyden çekinmeden, doğrudan (karşısındakinin yüzüne) söylemek Parrhesia’nın temelini oluşturur. Bu “söyleyiş biçimi”ni en radikal biçimde uygulayanlar, “düşünce dünyasının isyankarları” sayılan Kinikler’dir... Kalabalıklar arasında “Eleştirel” söylevler çekme; bunu yaparken olay çıkartacak kadar “kışkırtıcı” söylemler seçme, ve toplumsal alışkanlıkları örf adet ve inanışları sorgulayıp sarsma yöntemiyle, demokrasinin olduğu kadar, toplumsal ilerlemenin de önünü açmıştır bu yöntemi uygulayanlar... (Ayrıntılı bilgi için bknz. “Doğruyu Söylemek” İng. Çev. Kerem Eksen. Ayrıntı yay.  İstanbul 2005)