Ankara, Atina, Lefkoşa

Niyazi Kızılyürek

Geçtiğimiz haftayı Ankara, Atina ve İstanbul’da geçirdim. Çeşitli toplantılar vesilesiyle gittiğim bu kentlerde bütün zorluklara rağmen Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan ilerlemeyi bir kez daha görme fırsatı buldum. Sadece girdiğiniz lokanta ve kitapçılarda Yunan müziği çalınmasından söz etmiyorum. Ne de sokaklarda bol bol Yunanca konuşulmasından. Başka düzeylerde, örneğin ekonomi ve siyaset kürelerinde diyalog ve işbirliğinin dikkat çekici boyutlara ulaştığından bahsediyorum. Örneğin Ankara’da Akademik Diyalog Formu ile USAK’ın öncülüğünde yapılan “Türkiye-Kıbrıs ve Bölgesel İstikrar” konulu konferansta konuşan Yorgos Papandreu ile Hikmet Çetin çok benzer şeyler söylediler. Her iki konuşmacı da Türk-Yunan ilişkilerinde geçtiğimiz yıllarda yaşanan iyileşmelere dikkat çekerek, önümüzdeki dönemde kalıcı bir yakınlaşmanın mümkün olduğundan söz etti.

Kuşkusuz, bunun için Kıbrıs Sorununun çözüme kavuşturulmasının şart olduğu ikisi de biliyor. Özellikle Yorgos Papandreu bu gerçeğin altını çizme ihtiyacını hissetti. Hikmet Çetin de “artık” Kıbrıs Sorununun çözülmesi gerektiğine vurgu yaptı. İlginç biçimde, her ikisi de ağız birliği etmişçesine Kıbrıs’ta çözüm zamanının geldiğini ifade ederken, “bölgesel gelişmeler” ve “enerji kaynaklarından” bahsetti. Gerçekten de dinsel köktenciliğin boy attığı ve Orta-Doğu haritasının değiştiği bu günlerde Kıbrıs’ın farklı kültürleri bünyesinde barındıran bir istikrar adasına dönüştürülmesinin “medeniyet” ve sembolik değeri oldukça yüksek olur. Ayrıca, Kıbrıs’ın doğal gazının –İsrail’inkini şimdilik saymayalım- Türkiye’nin toplam tüketiminin %15’ini karşılayabileceği hesap ediliyor ki, bu yabana atılacak bir rakam değil. Kıbrıs Rum tarafı en randımanlı opsiyonun bir boru hattı ile Türkiye’ye bağlanmak olduğunu zaten biliyor.

Atina’da toplanan Türk-Yunan Formu (TYF) da benzer sonuçlara ulaştı. Formun 4 Mart tarihli basın bildirisinde Türk-Yunan ilişkilerinde son yıllarda yaşanan ilerlemeden duyulan memnuniyet ifade edildi ve Kıbrıs’ta yakınlaşma için Güven Artırıcı Önlemlerin hayata geçirilmesi gerektiğinin altı çizildi. TYF’nin basın bildirisinde, tıpkı Ankara’daki toplantıda olduğu gibi, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği ve bu gelişmeler ışığında Kıbrıs Sorununun çözümünün “sembolik değerine” dikkat çekildi.

Ankara ve Atina’da dile getirilen görüşlere yakından bakarsak, Kıbrıs görüşmelerinin yeniden başlaması için formül arandığını görebiliriz. Görüşmelerin bir an önce başlaması için formül elbette bulunacaktır. İşin bu kısmını diplomasi halledebilir. Fakat önemli olan Lefkoşa’nın iki semtinde ikamet eden siyasi elitlerin çözüm iradesi sergilemesidir ki, iş bu noktaya geldiğinde insan pek iyimser olamıyor. “İrade eksikliği” adeta her yerden haykırıyor. İşte bu noktada Kıbrıs Türk toplumunun yeni liderini seçeceği Nisan seçimleri önemli bir seçim oluyor. Bölgesel gelişmeler, doğal gaz, Türk-Yunan yakınlaşması gibi faktörleri göz önünde bulunduracak ve çözüm arayışlarına irade katacak bir liderin işbaşına gelmesi her zamankinden daha elzemdir.

Gezinin İstanbul durağından da söz edelim. Türkiye’nin kalbi İstanbul’da tabii ki seçim konuşuluyor. Daha doğrusu “seçim toto” oynanıyor. HDP’nin %10 barajını aşıp aşmayacağı “hayati” bir meseleye dönüşmüş görünüyor. Geçmesi durumunda parlamentoda oluşacak güçlü Kürt temsili, “Ala Turka” başkanlık rejiminin önünü kesebileceği gibi, Kürt Sorununun çözümünü de hızlandırabilir. Aksi halde, Türkiye istikrarsızlığı tetikleyecek bir bilinmezlik dönemine girebilir.