Analar Hiçbir Yere Gitmezler

Tacan Reynar

Anaların acılar yurdudur burası,
Bütün Kıbrıs, bütün Akdeniz ve bu gördüğünüz bütün dünyadır onun yurdu.
Topraktan getirendir, başta bekleyendir, ayakta direnendir, ilaçtır, aştır, eldir ana.
Topraktan aldığı gibi oraya geri bırakandır, elinde ıslak bir mendil, başında renklerden örtülerle, şapkalarla ya da sadece ağrılarla, defnedendir.
Çocuğunu, eşini, yoldaşını bir kurşunun, bir patlamanın, bir nefretin alıp gitmesine isyan edendir. 
Ama, anaların duası olduğu gibi bedduası da vardır, örneğin işte, içinden kendini alıp götürenlere ettiği... 
Evde tokat yiyendir, göğsünde sigara söndürülen, kemikleri kırılan, öldürülendir ana.
Bir başka ananın doğurduğu başka bir evlada sevgisizlikten kurban gidendir.
Devletin sahip çıkmadığıdır, eksik bırakmak için görmediğidir, din kitaplarının içinden ayetlerden çıkıp çıkıp kader diye ezberletilen bir boyun bükmenin veya örfün adetin kurbanı seçilendir, ama sahide sadece anadır, bin dereden su gelse de yokluğa varlık, olmayanı olur edendir, bir nefesine dünyaları verendir evladının.
Ana budur işte.
Kadındır bir de ana, sanki kadınlık yetmezmiş gibi, toplumun rollerinden daha binlercesi omuzlarına binendir, o bebeğin ilk ağlaması sonrasında.
Derim ki bazen, belki o kutsal kitapların içinde varsa eğer cehennem, onların kapılarında bekleyenler kesin cennetten analardır. 
Başkasına nasıl olur da zulmeder evladı diye ilk sırada sorguda bekleyendir, yine üzüntülü, ağıt yakan bir dünya diliyle, ağlayandır.
Ana dediğin Mezopotamya’da acının bin bir halini tadandır, devletin dilinden konuşamayandır, yine derim ki bazen o coğrafyada bir alim varsa o da analardır. Acının her rengini içmiş ve nice türküler çığıran çünkü o kadim diyarda, analardır.
Çocukları kaybedilen, eşleri bulunmaz yerlere gömülen, savaşın ve alevlerin içinde kalan elleri ekmek kokan o analardır. Cumartesi’dir analar, ertesi olmayan ve halen bekleyendir bir mezar taşında devlet özrünü.
Suriye’de savaştan kaçıp Akdeniz’in mavisinde boğulandır, mültecidir sırtındaki bebeğiyle, kamplarda ateş başında umutla sabredendir.  
Ana dediğin işte Kara Kıta’nın içlerindeki bir su kuyusu başında kemiklere bürünmüş yavrusunu dünya ahiret görmese de çamurlu suyla beslemek zorunda kalandır,
Yoksulluğun her bir haline katlanandır mesela, Güneydoğu Asya’da ucuz iş gücüdür, sömürünün el işçisidir, bilmem hangi zımbırtı uluslararası örgütün el uzatmadığıdır.
Latin Amerika’nın karanlık dehlizli çetelerine, diktatörlerine kızını ve oğlunu kurban verendir halen, akan kanın durmadığı nice yerde karanlık iktidarlara karşı ayakta durandır yine de. 
Ana dediğin, Ankara Garı’nda barış dileyenlerin, halay çekenlerin, İstanbul’da Gezi eylemleri sırasında gaz fişeğiyle başından vurulan ve 269 gün ölüme direnen Berkin’in, Eskişehir’de polisin sıktığı biber gazından kaçarken ara sokakta öldürülen Ali İsmail’in, Türkiye’nin her yerinde terör saldırılarında kurban verdiği evlatları arkasından vicdan arayandır, adalet kapılarında, devlet kuyruklarında ya da mezar başlarında analar.
Ana dediğin, Kıbrıs’ta yurduna tutunandır, kendisini buradan söküp atmak isteyen, evlatlarını göçe veren, uzaklara bavullar hazırlayan, şehitler veren çatışmalarda, katman katman yer kürenin içine gömülen geçmişin acılarından sonrasında yeni umutlar doğurandır, 
Bugünlere…
Bu satırları okuyan ana evladı,
Sen ananın umudu, sarıldığı özlem, burnunda tüttüğü sevgisin,
Tıpkı Kıbrıs gibi ezelden gelen bir kahır sonrası, toprak ananın bağrından çıkıp dağlarından, denizlerinden ve dört köşede şimdi açmaya başlayan Mayıs çiçekleri gibisin halen ana için.
Ana dediğin yurdunu alır, içinden çıkarır, acılardan yoğurur, öper, koklar ve insan yaratır, seni yarattığı gibi.
Ve bu yerkürede, milim milim her kum zerresine yazılmıştır anaların gözleri.
Bizi gözlerler, biz neredeysek ve onlar neredeyseler artık.
Şimdi burada veya ötede olsalar da,
analar hiç bir yere gitmezler,
bilmelisin !