Alternatif Ekonomi İçin Düşünmek

Mertkan Hamit: Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladığı kaynak karşılığında sürdürebilir ekonomiye uygun ortam yaratmak için Kıbrıs’ın kuzeyinde uyguladığı bu politikalar, 1990’lı yılların başında Latin Amerika’daki sefaletin üstesinden g

 

Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com

 

 

 

Öyle bir dönemden geçiyoruz ki artık Kuzey Kıbrıs teslimiyetçiliğin ve vesayetin markası haline geldi. 4 Aralık 2012 tarihinde imzalanan KKTC – TC ekonomik protokolü, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yöneten bir toplum olmak yerine parazit bir yaratık olarak görüldüğünü bir kez daha yüzümüze vurdu. Kurumsal olarak KKTC’nin birçok yetersizliğini de ortaya koyan ekonomik paketin detaylarında ise Washington Konsensüsü olarak da bilinen ve neoliberal ekonomi için gerekli olan on temel noktanın işlendiğini de görebiliriz.[i]

Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladığı kaynak karşılığında sürdürebilir ekonomiye uygun ortam yaratmak için Kıbrıs’ın kuzeyinde uyguladığı bu politikalar, 1990’lı yılların başında Latin Amerika’daki sefaletin üstesinden gelinmesi için gerekli bir çözüm olarak benimsenmiş fakat büyük ölçüde başarısız olmuştu. Washington Konsensüsü adıyla anılan bu ekonomik ilkeler hatırı sayılır sayıda ekonomist tarafından piyasa tutuculuğu olarak nitelendirilmektedir. Kamu sektörünün özelleştirilmesi, bütçe disiplini, serbest ticaret ve piyasa ekonomisinin gereksinimlerini karşılayacağı var sayılan kuralların uygulanmasına dayanan bu anlayış, birçok ülke örneğinde başarısız sonuçlar getirmiş, sınıflar arası gelir adaletsizliğine sebep olurken, devletlerin borçlanmasının da azalmasına hizmet edeceği yerde tam tersi bir sonuç yaratmıştır.

Türkiye tarafından uygulanması talep edilen paketin özel sektörü ve piyasayı yücelten niteliğine rağmen ekonomide ‘kapitalist’ döngünün önlenemez olduğuna dair inanışa sahip olan kimi gruplar bu paketi ekonomik gelişme için elzem olarak görebilir. Hâlbuki genelde neoliberalizmi özelde ise KKTC ile TC arasında yapılan bu makroekonomik istikrar protokolünü sorgusuz sualsiz uygulamanın ekonomik kalkınmada tek yöntem olduğuna inananların amaç ve araçlarının acilen sorgulanması gerekmektedir. Bu yüzden bu yazının kapsamında makul öneriler ile daha adil ve eşitlikçi bir ekonomik düzenin mümkün olduğunu iddia ederken, dayatılan ekonomik paketin tek alternatif olmadığını dünyada başarılı bulduğum deneyimlerden örnekler vererek aktarmak istiyorum.

Öncelikle sıklıkla yapılan hata olarak gördüğüm ve daha çok soğuk savaş mantalitesinin etkisinden kurtulamayan solun önerdiği merkezi planlı ekonomi ile serbest piyasa ekonomisi arasında bir tartışmaya girmenin alternatif üretmenin gerekli olan bir yaklaşım için fırsat yaratmadığını düşündüğümü ortaya koymak isterim.[ii] Ben mevcut şartlar altında ve hatta şartlar değişse de, piyasanın (pazarın) ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığını ve böyle bir yaklaşımın fayda sağlamayacağını düşünüyorum. Bu noktada olası bir piyasa tutuculuğu veya piyasanın mevcut şekliyle kalması gerektiği anlamı da çıkarılmamalıdır.

Benim önerim piyasanın etkin bir araç olduğu ama bugün yaşadığımız serbest piyasanın bu niteliklere sahip olmadığını anlatmaktır. Ben, piyasanın tasfiye edilerek devletin ekonominin ana aktörü haline geldiği koşullarda oluşan bürokratik hegemonyanın da, kontrolsüz kapitalizm şartlarında piyasanın dev işletmelerin kontrolüne girerek oluşturduğu şirket hegemonyasını da reddediyorum.

Alternatif ekonomi için tüm ilişkilerin yer alacağı bir piyasa ortamında hem devletin hem de özel sektörün aktivitelerini gerekli görürken, günün sonunda hegemonyanın çalışan sınıfların üzerine kurgulandığını hatırlatmak isterim. Üretim sürecinde üretici güçlerin temel talep, ihtiyaç ve özgürlüğünün karşılanacağı bir mekanizma dahilinde piyasanın ve devletin etki alanının çalışanların talepleri yönünde yapılandırılması son derece gereklidir.

Bu noktada KKTC’de siyaseti mecliste bulunarak hedefleyen sol, ekonomiye de yeni bir bakış ile yaklaşmalıdır. Sol, ne devlet fetişizmiyle çıkar gruplarının kısa dönemli kaygıları uğruna geleceği yok etmeli ne de piyasa seviciliğiyle temel ihtiyaçları, toplum hassasiyetlerini ve kamusal faydanın ekonomik kazanç aracına gelmesine fırsat vermelidir.

Alternatif ekonomik düzen eşitlikçi ve demokratik bir düzen olarak oluşturulmalıdır. Emeğin niteliği, türü ve sonuçlarına yönelik tümcül bir yaklaşımla beraber ekonomik düzenin tabandan tavana doğru ihtiyaçların karşılanmasına yönelik kurgulanması dahilinde üretim verimliliği ve maliyet ilişkisi anlaşılır hale gelebilir. Kurgulanacak olan alternatif ekonomi politiği mevcut değer sistemini de redderken söylem olarak önceliklerini mağdurun çıkarlarını korumaktan hareketle oluşturmalıdır. (Ekonomik) Özgürlüğün aslında ekonomik aklın kâr ve rant hesaplarından çok ihtiyaçların karşılanması ile mümkün olacağını bilmelidir.   

Teorik olarak ihtiyaçları bir kenara bırakıp bu noktada alternatif bir sürecin nasıl kurgulandığı ile ilgili tartışmayı yeni bir boyuta getirmek istiyorum. New Left Review, geçen sayısında Ekvador Cumhurbaşkanı Rafael Correa[iii] ile yapılan bir röportaja yer verdi ve bu röportaj bana göre Kıbrıs’ın Kuzeyi için de dikkate alınması gereken bazı öneriler içeriyor.[iv] 21. Yüzyılın sosyalizmini Bolivarcı bir biçimde Latin Amerika’da kurulacağını iddia eden Correa’nın yaptıkları alternatif bir ekonomi politik için radikal olarak tanımlayabileceğimiz bazı adımları içeriyor. Ben yazının sınırları dahilinde Merkez Bankası, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Borç ile Vesayet ilişkisi üzerine üç ana konuya eğileceğim.

1.    Merkez Bankası

Merkez bankalarının birincil rolü ülkede fiyat istikrarını sağlamak için para ve kur politikasıyla ekonomiye yön vermeleridir. Para politikası açık piyasa operasyonları olarak bilinen piyasadaki nakit dengesini sağlamaya yönelik politikalarken, kur politikası da faiz oranıyla ülkeye nakit çekmeyi ya da yatırımı teşvik etmeyi amaçlayan yöntemlerdir. Bu hamleler sırasında neoliberal sistemin gerekliliklerine göre adım atılması gerektiğinden alternatif bir ekonomi tahayyül etmek için merkez bankasının rolünün de sorgulanmasının önemi ortaya çıkar. Bu noktada Ekvador’un politikalarını örnek olarak göstermemdeki en büyük sebep ise Kuzey Kıbrıs ile Türkiye arasındaki bir ilişki gibi, ekonomik işlemlerde bu ülkenin kendi para birimi yerine Amerikan Doları kullanılıyor olması ve kur politikasının da benzeri bir biçimde ABD politikaları ekseninde şekillenmesidir.[v]

Merkez bankasının siyasi iradenin dışında hareket ederek neoliberal politikaların iktidar değişse de temelde bir değişikliğe gidilememesi için otonom olması gerekliliğine yönelik bir inanışın olduğu ana akım ekonomik düşünce sistemine rağmen, Ekvador’da Correa merkez bankasının özerk yapısını kontrol altına almaya karar verdi. Bunun ışığında finans ve banka sermayesi ile ilgili oluşturulan kararların finans sermayesini değil, toplumsal çıkarları gözetmesi hedeflendi. Bunu yaparken ülke dışına yapılan para transferlerinin yerel nakit teminatı uygulamasıyla özel bankalar aracılığıyla sermaye çıkışının önüne geçilmesi sağlandı. Nakit paranın piyasa dâhilinde dolaşımı garantisinin sağlanması, para basma yetkisi olmayan bir paraya bağımlı olan bu ülkenin, olası bir nakit sıkışıklığının da üstesinden gelebileceğini gösterdi. Paranın dolaşım hızının ve piyasanın dışına çıkacak olan paranın çıkışının düzenlenmesi aslında fiyatların artışının önüne geçerken ve büyüme için sürdürülmesi mümkün olan bir alan yarattı.

Ana akım teoriye göre merkez bankalarının rolünün tarafsız olması, başında bir teknokrat tarafından yönetilmesi yararlı kabul edilir ve yaşanan hiçbir krizde ekonomiye derinden etki eden bir kurum olan merkez bankasının rolü ve işlevine yönelik bir eleştiri pek görülmez. Krizlerde seçilmişler doğrudan eleştiriye maruz kalırken, teknokratların kontrol ettiği merkez bankasının işlevinin sorgulanması sol alternatif yaratmak için oldukça gereklidir. Bununla ilgili olarak biraz gecikmiş olsa da bir eleştiri Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hristofiyas’ın Avrupa Destek Mekanizmasından yardım alabilmek için Troyka ile yaptığı görüşmelerin ardından yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında dillendirildi. Hristofiyas konuşmasında özelde Kıbrıs Merkez Bankası eski başkanını sorumlu gösterirken genelde merkez bankasının rolünü de sorguladı.

Bu bağlamda Kuzey Kıbrıs’ta da ekonomik alternatif için öngörülerde bulunmak için merkez bankasının rolüne de eleştirel bir biçimde yaklaşmak gereklidir. Öyle ki, polisin sivil iradeye bağlanması talebinin ‘siyasi özgürlük’ alanı içinde savunulması gibi ‘ekonomik özgürlük’ açıdan da merkez bankasının Kıbrıslı Türklerin iradesinde olmasına yönelik bir talep tamamlayıcı olabilir. Fakat merkez bankasının yöneticisinin uyruğu üzerine bir söylem tek başına yeterli değildir. Bunun yanında sol, merkez bankasının kamusal çıkarı gözeterek adım atmasına yönelik bir söylemi de kurgulamalıdır.

Bu minvalde lafı daha fazla uzatmadan Kıbrıs’ın kuzeyinde Merkez Bankası meselesinde alternatif ekonomik bir arayışı oluşturulması için önerilerim şu şekildedir:

1) Merkez Bankasının görev ve yetkilerinin gözden geçirilerek, karar oluşturma mekanizmasının fiyat istikrarı ile sınırlı kalmaması, buna ayrıca para ve faiz ile ilgili kararlarda kamusal fayda gözetilerek Türkiye vasiliğinde olmayan, Kıbrıs’ın kuzeyine özgü kararların uygulanması

2) Nakit giriş ve çıkışlarının denetim altına alınması ve zaten ambargolardan hali hazırda kaynaklanan para çıkışının üstesinden gelinmesi için özel bankalar üzerinden yapılacak olan nakit transferlerinde nakit çıkışını düzenleyici yasal zemini oluşturulması

3) Finansal araçlarla Kuzey Kıbrıs ekonomisinden çıkan nakidin geri dönüşünün borçlanma ile değil, karşılığının sağlanmasıyla uygulanacağına dair bir mekanizmanın oluşturulması

4) Ekonomik irade sahibinin Türkiye Cumhuriyeti tarafından değil, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin önceliklerini tanıyan ve bunu uygulama niyetinin sorgulanmayacağı Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan halkın seçtiği iktidarın belirlemesi şeklinde sıralayabiliriz.

2) Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ve Devletin Ekonomideki Rolü

 Kamu iktisadi teşebbüsleri ile ilgili olarak hâlihazırda dayatılan özelleştirme çözümü ile ilgili olarak toplumda genel bir karşı bilinç ve tutum oluşmaya başlamış olsa da bu konu hala daha güçlü bir ekonomik argümandan uzaktır. Genellikle özelleştirme karşıtlığı Kıbrıslı Türk öz varlıklarına karşı Türkiye Cumhuriyetinin sistematik olarak sürdürdüğü asimilasyoncu bir politika olarak bir meşruluğa sahip olsa da, ekonomik olarak bu yeterli bir söylem değildir ve ikna edici olmak için daha dirayetli bir biçimde ayaklarının yere basması gereklidir. Milliyetçi bir refleksle oluşturulacak bir kaygının, neoliberalizmi reddetmediğini görmek önemlidir. Alternatifin neoliberalizme karşı bir direniş hareketi olarak kurgulanması milliyetçilik - karşı milliyetçilik ikileminin ötesinde yeni bir vizyonla alternatif ve enternasyonal bir solu kurgulamakla mümkün olabilir.

Bu noktada Ekvador deneyiminin bizlere gösterebileceği bir boyut daha var. Correa röportajından benim çıkarımım: devletin rolü neoliberal sistemin ihtiyaçları ile kâr güdüsü doğrultusunda kullanılan bir araç olmamalıdır. Bunun ötesinde devletin rolü ekonomik üretim sürecinde üreticinin ve mağdurun merkeze alınarak ilişkilerin yapılanmasını sağlayacak olan etkili bir aktördür.

Correa, Ekvador’da bir kısmı petrol üretimini de kapsayan 200 civarında kamu iktisadi teşebbüsünün özelleştirildiğini, kendi döneminde ise yapılan anlaşmaların yeniden gözden geçirilerek kamulaştırıldığını anlatıyor. Kamu iktisadi teşebbüslerinin oluşturduğu açıkların ise kamu bankalarının ilerleyen dönemlerde oluşturduğu ‘kâr’ sayesinde kapatılmaya çalıştığını, ayrıca petrolden gelen gelirin de yeniden yapılanmada önemli bir katkısının olduğunu belirtiyor. Ayrıca, ekonomik büyüme için kamu yatırımlarının azaltılmasına yönelik muhafazakâr tutumun tam tersini yaparak kamusal yatırımların arttırıldığını, eğitim ve sağlıkta yatırımları artırırken kaynakların dağılımında kamu faydasını da gözettiklerini anlatıyor.

Burada Correa’nın hem neoliberalizmin ezberini hem de geleneksel solun ezberini bozduğunu iddia etmek mümkün. Correa’nın ekonomi politikasına detaylı bir biçimde baktığımızda devletin sağladığı sosyal hizmetleri bir harcama olarak değil, Katolik öğelerle bezenmiş Latin sol anlayışından olsa gerek,  ahlaki bir gereklilik olarak kurguladığını görebiliyoruz.

Bilim, eğitim ve sağlıkta yapılan hizmetlerin bu biçimde algılanması hem üretim aktörlerinin refahı, hem de kaynakların sürdürülebilir bir biçimde kullanılması için uzun dönemde önemli bir avantaj alanı yaratıyor. Buna rağmen bilim ve eğitimde hizmetlerin arttırılmasının özel eğitim kurumlarının ve üniversitelerin sayısının arttırması ile mümkün olmadığını, istenilen seviyede eğitim verebilme kapasitesi olmayan bir kurumun belli bir süre içinde yapısını düzeltmeye yönelik adımlar atamıyorsa bahsi geçen kurumun eğitim veremeyeceğinin aşikâr olduğunu söylüyor. Bu yüzden de kapatılmasının anlaşılabilir olduğunu vurguluyor.

Bu noktada yapılacak Kuzey Kıbrıs için geçerli alternatif önerileri şu şekilde sıralayabiliriz

1)   Devlet ekonomideki rolünü piyasayı değil mağduru koruyucu olarak belirlemelidir. Mağdurlar sendikaları tarafından korunan ve güçlü bir şekilde örgütlenmiş devlet memuru ve dengi kişiler değil, örgütlenmekten uzak, özel sektörde çalışan,  asgari ücret ve civarında ücret alan, sigortası doğru düzgün yatmayan, sesi duyulmayan insanlar olmalıdır. Devletin ekonomideki temel rolünü bu merkeze alan bir yöntemle, politikalar üretilmelidir. Bu politikaların merkezine de adil vergilendirme(me) politikası eklenmelidir.

2)   Özelleştirme karşıtlığının temelinin kuru bir milliyetçi, karşı milliyetçi ikileminden çıkararak kamu hizmetlerinin topluma yapılan bir harcama değil, toplum için bir yatırım olduğunun altı çizilmeli ve bunun uzun dönemli ekonomik getirisinin sadece kâr olarak değil sosyal kazanımlarla beraber hesaba katılmasının önemi solun siyasi söylemine yerleşmelidir.

3)   Özelleştirme konusunda stratejik olan ve olmayan gibi bir ayrıma gitmek faydalı değildir. Burada mesele kamusal bir üretim faktörünün kötü yönetim/masraf yüksekliği vs... gibi sebeplerden dolayı özelleşmesi ise bunun en büyük sebebinin yolsuzluk olduğunu herkes bilmelidir. Bu noktada özelleştirme için söylemlere karşı sol bu mücadelesinin yanında yolsuzluğa karşı araştırma organı yaratılmasını da dillendirmelidir. Yolsuzluğa karşı verilecek bir mücadele ilk elden haksız kazanç sağlayanların ortaya çıkmasını sağlarken, bunun ardındaki siyasi çıkar kaygılarını da gözler önüne serecektir.

4)   Kamu harcamalarının, KİT gelir ve giderlerin şeffaflaştırılarak topluma açık bir halde ve güncel olmasının sağlanmalıdır. Böylelikle vergi verenlerin ödedikleri paranın nerelere harcandığını takip edebilmesinin mümkün hale gelecektir.

5)    Oluşturulacak sivil toplum inisiyatifleri de ekonomi, yolsuzluk ve vergilendirme üzerine sürekli raporlar yayınlayıp bunun gözlemciliğini yapmalıdır. Toplumun ekonomik sürecin denetçisi olması yolsuzlukla mücadeleyi minimize ederken, yolsuzluğa karşı sürekli bir baskı yaratılmasının nasıl teşvik edileceğine yönelik çalışmalar yapılmalıdır.

6)   Kuzey Kıbrıs’ta ilk, orta ve yükseköğretimde özel girişimciler tarafından tesis edilen eğitim kurumlarının açılması her ne kadar önemli bir ekonomik aktivite olarak görülüyor olsa da, son ürün olarak göreceğimiz eğitimin kalitesi ve yetişmiş nüfusun üretim sürecinde yeterliliği konusunda ciddi soru işaretleri vardır. Bunun üstesinden gelmek için akademik kadroların sürekli eğitime yüzünü dönmesi için teşvik sağlanmalıdır.

7)   Eğitim kurumlarının yapısının günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde yeniden değerlendirilmesi önemlidir. Güncel metot ve ihtiyaçlara yönelik, akademik özgürlüğün mümkün olacağı biçimde yeniden yapılandırılmasına yönelik radikal önlemler alınmalıdır.

 

Borç ve Vesayet

Neo-liberal ekonominin egemen olduğu birçok ülkede borçlandırmanın etkili bir vesayet ilişkisinin oluşmasındaki rolü büyüktür. Kıbrıs Cumhuriyeti ile Troika’nın yaptığı memorandum ile Kuzey Kıbrıs’ın ‘Turkoika’ ile imzaladığı ekonomik paketin mantığı ve hedefleri benzerdir.

Ekvador ekonomisi ile ilgili olarak da Correa, önceki iktidar döneminde dayatılan borçların miktarının ödenemez olduğunu belirtmişti. Önce bir komisyon kurdurarak ülkenin gayri safi milli hasılasının %20’sini oluşturan bu borçların kaynağını ve niteliğini araştırmış ve komisyon araştırmaları uyarınca durumun ahlaksız bir şantaj olduğunu belirtmiş, ardından yapılan araştırmalarda IMF ile hesaplarda uyumsuzluk olduğu ortaya çıkmıştı. Borcun bir kısmını ödemeyi reddederken Correa; Ekvador’un ihtiyaçlarını karşılaması için güçlü bir siyasi yapı ile bağımsız bir ekonomiye yönelik yeniden yapılanmanın öneminden de bahsetmişti.

Kıbrıs’ın kuzeyinde son yıllarda toplumun genelinde Ulusal Birlik Partisi hükümetinin tutumundan, kendi içindeki çıkar kavgalarından ve Türkiye’nin hayatın tüm alanlarında müdahil olmasından doğan bir huzursuzluk hâkimdir. Tüm bu huzursuzluğun ortadan kalkması için Kıbrıs’ın kuzeyi ile Türkiye arasındaki ekonomik bağımlılık ilişkisinin de sona ermesi gerekmektedir. Denk bütçe veya kendi kendine yeten ekonomi hedefiyle Ulusal Birlik Partisi hükümetinden önceki Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin başını çektiği koalisyon hükümeti toplumun çeşitli katmanlarıyla ciddi bir kavgaya tutuşmuştur. Oysa yaşanan süreç boyunca –hatta şu an bile- KKTC ekonomisinin bir çıkmaz sokak olduğunu Türkiye’ye anlatılmıyor/anlatılamıyor. Yapılan ödemelerin yardım olmadığını, aslında tek taraflı ekonomik bağımlılıktan doğan para akışına karşı gerekli olan bir hamle olduğunu kimse Türkiye’deki iktidara hatırlatmıyor/hatırlatamıyor.

Ekonomik vesayetin temel sebeplerinden birinin 1974’den beri adanın kuzeyinde süregelen durum olduğu ve buradaki temel aktörlerden birinin de Türkiye olduğu unutulmamalıdır. Bu noktada mali ve nakdi yardım dolayısıyla oluşan vesayetin üstesinden gelmek için öneriler:

1)   Tüm olumsuzluklara rağmen meclis içinde mücadele eden/etme niyetinde olan sol siyasi partiler ekonomide alternatifi yaratma hedefiyle geniş tabanlı ve sürdürebilir bir ortaklığın formülü üzerinde anlaşmalıdır.

2)   Siyasi partiler ve hükümet ekonomik paketle ilgili olarak izleyeceği stratejinin bir pazarlık olduğunu anlamalı, bu pazarlıkta elinin güçlü olması için kendi iç dinamiklerini bu sürece dâhil etmelidir.

3)   Türkiye’nin yaptığı yardımın ne kadarının Türkiye’den alınan hizmet ve mallara karşılık harcandığı hesaplanmalıdır. Bu miktarın hâlihazırda yıl sonunda Türkiye Cumhuriyetine geri ödendiği ortaya konularak aslında bir biçimde ‘Besleme’ olarak nitelendirilen Kıbrıs Türk halkının, Türkiye ekonomisinin ne kadarını ‘geri beslediği’ rakamlarla ortaya konulmalıdır. Verilecek rakamlar ışığında dayatma yapan hükümetlerin haksız olduğu daha net bir biçimde ortaya konulmalıdır.

4)   Emek ve sermaye hareketlerinin tek yönlü olmasından dolayı emek ve sermaye hareketlerinin sınırlarının çizilmesinin belli kurallar dâhilinde olması gereklidir.

Son Söz

Uzun bir şekilde sunulan tespit ve önerilerin tümü pratikte alternatif arayışını temsil etmektedir. Tüm bu önerilerin yanında ana akım yöntemleri de kapsayan vergilendirme, kamulaştırma, nüfus, ölçek vs... gibi düşüncelere yer vermemiş olmam kesinlikle bu tip yaklaşımları reddettiğim anlamına gelmemelidir. Bu çalışma üç ana alanda makul öneriler yaratabileceğim ve ekonomik olarak alternatifin mümkün olduğuna yönelik bir görüş koymayı hedeflemektedir. Buna rağmen özellikle alternatife yönelik bir yazıyı kaleme alınca aslında bu konu ile ilgili daha ne kadar çok düşünülmesi gereken yöntemin olduğu ve henüz kamusal alanda bunların tartışılmamış olduğunu farkettim. Bu nedenle en hafif tabirle Kıbrıs’taki kısır sol tartışmaların yanında, esasa yönelik yapılması gereken derin tartışmalar olduğunu bir kez daha gördüğümü tüm iyi niyetimle yazının okurlarıyla paylaşmayı görev bilirim.

 



[i] Washington Konsensüsü olarak bilinen on nokta 1) Mali disiplin 2) Devletin ikameci politikalarının (özellikle eğitim, sağlık ve altyapı yatırımları) durdurulması 3) Vergi reformu 4) Faiz oranlarının piyasa şartlarında belirlenmesi 5) rekabetçi döviz kuru 6) Ticaretin serbestleştirilmesi 7) Doğrudan yatırımı mümkün kılacak serbestleştirmelerin yapılması 8) Kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesi 9) Deregulasyon ile devlet müdahalesini kaldırmak 10) Mülkiyet güvenliğinin yasalarla korunması şeklindedir. Daha detaylı bilgi için (Williamson, John: What Washington Means by Policy Reform, in: Williamson, John (ed.): Latin American Readjustment: How Much has Happened, Washington: Institute for International Economics 1989.)

[ii] Daha ayrıntılı bir tartışma için Hamit, M. "Solun Açmazı: Devlet Piyasa İkilemi." Gaile Dergisi. 28/08/2011. <https://www.yeniduzen.com/detay.asp?a=34133>.

[iii] Kendini hümanist, sosyalist ve özgürlükçü bir Katolik solcu olarak gören Correa, Avrupa ve Kuzey Amerika’da eğitim aldıktan sonra 2005 yılında Maliye Bakanlığı oldu ve 2006 yılında ise Cumhurbaşkanı seçildi.

[iv] Correa, Rafael. "Ecuador's Path." New Left Review 77 (2012): 89-111.

[v] Dolarizasyon politikası olarak bilinen bu politikada güvenilir bir para birimini kullanan ülkeler, kur farkından oluşacak riskleri azaltmayı hedeflerler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri