AKLINI BAŞINA TOPLAMAK

Sami Özuslu

 

Derviş Keser amcamızın meşhur sözüydü: “Aklımızı başımıza toplayalım” derdi sık sık… Bağlandığı canlı yayınlarda sürekli uyarılarda bulunur, kendine özgü üslubuyla yönetenlere de, yönetilenlere de mesajlar verirdi Derviş amca…
Nurlar içinde uyusun, Derviş Keser’in o “aklımızı başımıza toplamazsak…” diye başlayıp “şunlar şunlar olacak, başımıza iş gelecek, sonumuz fena olacak” yollu ikazları geliyor aklıma bu aralar…
Hakikaten de öyle… Eğer mantıklı düşünmez, bugünü ve yarını hesaplayamazsak, daha çok işler açılacak başımıza…
Birçok bakımdan…

**

Kıbrıs adasında yaşıyoruz. Dünyanın ‘en sorunlu bölgesi’nin tam da ortasında…
Ne kuzeyimizde sükûnet var, ne doğumuz istikrarlı, ne güneyimiz refah ve güvenlik kokuyor.
Uzunca bir deniz parçasının bulunduğu batımız hariç, adeta ‘ateş çemberi’nin tam ortasında duruyoruz.
İsrail-Filistin uzlaşmazlığı ve orada süregelen savaş ortamı başta olmak üzere, gerek Ortadoğu ülkelerinin çoğunda, gerekse ‘Arap baharı’ndan yeni çıkmış Kuzey Afrika ülkelerinin hiçbirinde tam anlamıyla ‘barış’ ortamı yok.
Kah Lübnan kaynıyor, iç savaş yaşıyor, kah Suriye öyle…
Mısır’da kanlı darbeler, suikastlar eksik olmuyor.  Libya’da, Fas’ta, Tunus’da, Cezayir’de farklı bir ortam yok.
Türkiye uzun yıllardır adı konulmamış bir ‘iç savaş’ yaşıyordu, şimdi IŞİD sarmalıyla ‘dış savaş’a da bulaşmış oldu. O sarmalın nereye kadar gideceği meçhul…

**

Kıbrıs adası ‘dünyanın en uzun süreli uzlaşmaklarından biri’ unvanını omzunda taşımaya ve BM Barış Gücü’nün Ortadoğu’dan sonra ‘en uzun süreli’ görev yaptığı yer olmaya devam ediyor.
Bununla birlikte uzaydan bakıldığı vakit ‘bölgenin en sakin yeri’ olmaya da devam ediyor. Bu durum gerçekten de son derece garip bir ironi gibi görünüyor ve üzerinde kafa yormak lazım.
Dünyanın büyük güçleri bakımından da, bölge ülkeleri bakımından da –tabiri hala caizse- ‘batmayan uçak gemisi’ konumunu sürdüren Kıbrıs’ta siyaseten bir uzlaşıya varılamamış ve ülkenin ciddi bir kalkınma hamlesine girememiş olmasına rağmen, bölgedeki birçok ülkenin aksine ‘tuhaf bir güvenlik çemberi’ sanki Kıbrıs’ı bu coğrafyanın dışında tutuyor.
Ada sanki ‘buzdolabına kaldırılmış’ gibi…
Kıbrıs’ın tarihi, onu ‘ele geçirmek’ için bilmem kaç kavim, ne kadar uygarlık, onca devlet, beylik ve imparatorluğun yaptığı savaşların hikâyesini anlatır. O kadar el değiştirdi ki ada, hakkında ‘hoş olmayan’ sıfatlar bile kullanıldı.

**

Yüzyıllar boyunca yaşanan savaşlar ve bugünkü konjonktürde Kıbrıs adasının bu ‘kendine has istikrarlı’ durumunu belki iki farklı gerekçeyle izah etmek olasıdır.
Birincisi, 1959-60 antlaşmalarıyla oluşturulan ‘denge’, dünyadaki o kadar değişime, mesela ‘iki kutuplu dünya’nın dağılmasına rağmen hala geçerliliğini koruyordur. Yahut o ‘denge’yi değiştirecek daha güçlü bir ‘başka denge’ henüz oluşmamış, olgunlaşmamıştır.
İkincisi, adada yaşayan toplumlar, Ortadoğu ve Afrika’daki ‘deniz aşırı komşu’ ülkelerinin aksine dini ve mezhepsel farklılıklar için savaşmaktan uzak durmayı tercih edecek bir bilince sahiptirler.
Bu ikinci ‘önerme’ye hemen itirazlar geleceğini, kimilerinin Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların yaşadığı kanlı çatışmalardan örnekler vererek “adada milli kimlik üzerinden sorun var” diyeceğini kestirmek zor değil. Kıbrıs’ta bunların yaşanmadığını, hala milli sorun olmadığını iddia etmek de zaten komik olur.
Bununla birlikte Kıbrıs, ‘sürdürülebilir barış’ın sağlanması bakımından bölgede akla gelebilecek bütün ülkelere göre en az on kat daha şanslı…
Bu şansı yitirmemek için mutlaka ve en hızlı biçimde o ‘imza’yı atmak gerekiyor.
Derviş Amca’nın dediğinden!..