“Aile yadigarları…” - Rita Ender

Sevgül Uludağ

DÜNYADA YÜZLEŞMEYLE İLGİLİ NELER YAPILIYOR?

İletişim Yayınları’nca yayımlanan Rita Ender’in “Aile Yadigarları” başlıklı kitabı çok ilginç… Kitabın tanıtımında şöyle deniliyor:

“Çoğu için “aile yadigârı,” bir nesnedir: Bir kolye, bir bilezik, bir kıyafet, bir hesap makinesi, bir fincan, bir küllük veya fotoğraflar… Birisiyse “aile yadigârım, anılarım,” diyor. Biri “anneannem,” cevabını veriyor, aile yadigârı sorulunca…

Kimisi özenle seçilip “değerli eşya” olarak yadigâr bırakılmış, kimisini çocuklar, torunlar, yeğenler kendisi seçmiş yadigâr diye… Bir yadigâr, sadece hürmeti, minneti, sevgiyi ve hatırayı saklamakla kalmaz. Belki bazen melankolisi ve neşesiyle geçmişin hislerini de taşır, kuşaktan kuşağa devreder.

Rita Ender, yadigâr kelimesinin “tılsımıyla” sözü açarak, Türkiyeli otuz genç Yahudi’yle aile yadigârları üzerine söyleşiyor. Söyleşiler bize hayat hikâyeleri anlatıyor; farklı Yahudilik kültürleri hakkında canlı izlenimler sunuyor ve yadigâr kavramı üzerinden, geçmişle yüzleşmenin ve hatıra “kurmanın” sıradan insanlara ait somut, canlı tecrübelerini aktarıyor. Reysi Kamhi’nin çizgileriyle…”

(YÜZLEŞME ATÖLYESİ – EYLÜL 2018)


“Margosyan'ın beş kitabı bir ciltte buluştu: Fıllaname…”

Bu yıl 80. yaşını kutlayacak olan Mıgırdiç Margosyan’ın tüm eserlerini bir araya getiren ‘Fıllaname’, özel baskısıyla Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. Yazarın 80. yaşı vesilesiyle sürpriz olarak hazırlanan ciltte Margosyan’ın beş kitabı bir arada yer alıyor. Diyarbakır’ı anlattığı öykü ve anlatı metinleriyle tanınan Margosyan’ın eserleri, ilk kez Türkçe olarak basıldığı 1992’den bu yana geniş bir okur kitlesine ulaştı.

‘Fıllaname’de, kitapların yanı sıra, sanatçı Emre Zeytinoğlu’nun, Margosyan’ın öykülerinden esinlenen çizimleri ve sunuş metni de yer alıyor.

Kalın kapaklı ve renkli basılan kitap ilk kez 25 Eylül’de, Margosyan’ın Onur Yazarı olduğu TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarı’nda sunuldu.

‘Fıllaname’ ile yazarın 80. yaş gününü kutlayan Aras Yayıncılık, yazara bir başka sürprizini de bir DVD ile yapıyor. Yusuf Kemal Beysülen’in 2016’da Mıgırdiç Margosyan’ın anlattıklarından yola çıkarak hazırladığı ‘Gâvur Mahallesi’ belgeseli, Aras Yayıncılık ve Karşı Film işbirliğiyle DVD olarak yayımlanıyor. Yine Diyarbakır Kitap Fuarı günlerinde izleyiciyle buluşacak olan belgesel, Türkçe ve Ermenice olarak, Kürtçe ve İngilizce altyazı seçenekleriyle izlenebilecek.

Mıgırdiç Margosyan kimdir?

23 Aralık 1938’de Diyarbakır’da, eserlerinde anlattığı Hançepek Mahallesi’nde (Gâvur Mahallesi, Taxa Fılla) doğdu. Eğitimini Süleyman Nazif İlkokulu, Ziya Gökalp Ortaokulu, daha sonra anadilini öğrenmesi için gönderildiği İstanbul’daki Bezciyan Ortaokulu ve Getronagan Lisesi’nde sürdürdü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1966-1972 arasında Üsküdar’daki Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi’nde müdürlüğün yanı sıra felsefe, psikoloji, Ermeni dili ve edebiyatı öğretmenliği yaptı. Daha sonra öğretmenliği bırakarak ticarete atıldı. Edebi çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Marmara gazetesinde yayımlanan Ermenice öykülerinin bir bölümü ‘Mer ayt goğmerı’ (Bizim Oralar) adıyla kitap haline getirildi (1984) ve bu kitabıyla 1988’de, Ermenice yazan yazarlara verilen Eliz Kavukçuyan Edebiyat Ödülü’nü (Paris-Fransa) aldı. Aras Yayıncılık tarafından basılan ‘Gâvur Mahallesi’ (1992’deki ilk baskısı Bebekus’un Kitaplığı’ndan), ‘Söyle Margos Nerelisen?’ (1995) ve ‘Biletimiz İstanbul’a Kesildi’ (1998) adlı Türkçe kitaplarını, 1999’da ikinci Ermenice kitabı ‘Dikrisi aperen’ (Dicle Kıyılarından) izledi. ‘Gâvur Mahallesi’ Avesta Yayınları tarafından ‘Li Ba Me, Li Wan Deran’ [Bizim O Yöreler] adıyla Kürtçe olarak yayımlandı (1999, yeni baskısı Aras’tan 2018’de). ‘Tespih Taneleri’ (2006) adlı anı-romanı büyük ilgiyle karşılandı. Evrensel gazetesinde ‘Kirveme Mektuplar’ adlı köşesinde yazmayı sürdüren Margosyan’ın bu makalelerinin bir kısmı ‘Kirveme Mektuplar’ adıyla Diyarbakır’da kitaplaştırıldı (Lis, 2006; Aras, 2011). 1996-1999 arasında Agos gazetesinde yayımlanan makalelerinden yapılan bir seçki olan ‘Zurna’ 2009’da, yine Evrensel yazılarından derlenen ‘Çengelliiğne’ (Belge, ilk basımı 1999) ve Yeni Yüzyıl ve Yeni Gündem gazetelerinde yayımlanan makalelerinden derlenen ‘Kürdan’ 2010’da kitaplaştırıldı. Yazarın, dünyanın yaratılış hikâyesini mizahi bir üslupla ele aldığı son kitabı ‘Tanrı’nın Seyir Defteri’ ise 2016’da yayımlandı. 2018’de 80. yaşını kutlayan Mıgırdiç Margosyan TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu ilan edildi.

(AGOS – 28.9.2018)


BASINDAN GÜNCEL…

“Mezar çeşme…”

Ohannes Kılıçdağı

Gördüğünüz gibi, bu bir çeşme fotoğrafı. İlk bakışta sıradan gibi duruyor. İlk dikkat çeken şey, bakımsızlığı. En tepesinde besmele ve yapım tarihi olan 5 Ekim 1999 yazılmış. Onu ilginç kılan ise, çeşmenin önünde, tabana konmuş uzun mermerin bir mezar taşı olması. Kasım 1844’te doğmuş, 1904’te başka bir Kasım’da ölmüş rençber Garabed Dalbizyan’ın mezarı.

Burada görmüş olduğunuz fotoğraflar, Anadolu’daki Ermeni yerleşim yerleri konusunda en bilgili insan olduğunu tahmin ettiğim Osman Köker tarafından, Bursa’nın Orhangazi ilçesine bağlı Karsak köyünde çekildi. Birzamanlar Yayıncılık tarafından yayımlanan ‘Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonundan Kartpostallarla 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler’ albümünde belirtildiğine göre, Karsak, İznik Gölü havzasını Bursa’ya bağlayan yol üzerinde, Surp Asdvadzadzin Kilisesi ile, erkekler için Ğevontyan ve kızlar için Santukhdyan okullarının bulunduğu bir Ermeni köyü imiş.

Gördüğünüz gibi, bu bir çeşme fotoğrafı. İlk bakışta sıradan gibi duruyor. İlk dikkat çeken şey, bakımsızlığı. En tepesinde besmele ve yapım tarihi olan 5 Ekim 1999 yazılmış. Onu ilginç kılan ise, çeşmenin önünde, tabana konmuş uzun mermerin bir mezar taşı olması. Kasım 1844’te doğmuş, 1904’te başka bir Kasım’da ölmüş rençber Garabed Dalbizyan’ın mezarı. Taşın çeşmeye en yakın tarafındaki yazılar, su içmek için en çok o noktada durulduğu için, üzerine basıla basıla silinmiş. Garabed’in yakınları ne bilsinler mezarın ve taşının başına neler geleceğini, “Burada dinleniyor” mealinde bir şeyler yazmışlar.

Bu fotoğraf ilk gördüğüm anda beni çarptı, çünkü bir imge ancak bu kadar vücut bulabilirdi: ‘Millet-i Hâkime’, Ermeni’nin mezar taşına basarak yükseliyor ve varlığının devamı için hayati olan suyu içiyor. Kuşaklardır... 1904’te ölmüş Garabed’in mezar taşı, 1999’da yapılan bir çeşmenin taban taşı olabiliyor. Ölüm ve hayatın acı bir karşıtlık içinde bir araya gelmesi... Birinin ölümü, ötekinin yaşaması demek olmuş.

Bu fotoğraf bize, meselenin hiç de “Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Cephesi’nde ordumuzu arkadan vuran Ermeniler” meselesi olmadığını gösteriyor. Yoksa, Doğu Cephesi nire, Bursa’nın Karsak köyü nire? 1904’te ölmüş garip Garabed ne bilsin Birinci Dünya Savaşı’nı, Doğu Cephesi’ni? Olan şudur: Belli bir sosyal ve kültürel varlık silinmek üzere, külliyen, ölülerine kadar hedef alınmış. Mezar taşındaki, üzerine basıla basıla silinmiş yazılar tam da bunu sembolize ediyor. Birileri su içtikçe, yani hayatta kaldıkça, öteki silinmiş. Savaş, işin bahanesi, vesilesi, kolaylaştırıcısı.

Ama işin ironik tarafı, fiziksel varlık sona ermiş ama manevi varlık bir hayalet, devamlı çiğnenen hayali bir mezar olarak orada. O kadar ki, mezar çiğneme bilinçli bir eylem olmaktan çıkmış, kötülük nefes alır, ‘su içer’ gibi, kendi doğallığında gerçekleşiyor. Ortada yadırganan bir şey yok. 

Manzarayı tamamlayacak şey, çeşmeden su yerine kan akması olurdu.

(AGOS – Ohannes Kılıçdağı – 28.9.2018)