Ah bir serbest kalsa!..

Tayfun Çağra

 

Üç gün sonra yine zirve var.
Mont Pelerin yine zirveye ev sahipliği yapacak.
Mont Pelerin’in bazılarınca ‘umutlu’, bazılarınca ‘umutsuz’ biten ilk zirvesinde taraflar birbirlerine daha da yakınlaşmıştı. Konu toprağa geldiğinde Anastasiadis ortada olan önerileri danışmak için bir haftalık ara istemişti.
Umalım ki bu verilen ara, tarafların daha da ilerlemesine ve bu defaki zirveden beşli konferansın toplanmasına yardımcı olur.

*  *  *

Türkiye’den de Kıbrıs’ta bir çözüm isteği, iki taraflılık, iki bölgelilik çerçevesinde genel bir yaklaşımla destek açıklamaları geliyor ama Türkiye’nin bugünü, yarını belli olmadığından bu açıklamaların samimiyeti konusunda veya ‘arkasında acaba başka bir şey var mı’ gibi sorularla bu açıklamalara çok da ‘rahatlatıcı’ bir şekilde bakılamıyor.

*  *  *

Tabii ki bu zirvenin bir çözüm getireceği beklentisi Kıbrıs’ın tümünde var diyebiliyorken yine ilk zirvede olduğu gibi insanın içinde yine bir ‘ihtiyatlı bekleyiş’ var. Kıbrıslı veya barışı-çözümü savunanlar çok coşmak, çok heyecanlanmak, çok heveslenmek istemiyorlar.
İstiyorlarsa da kendilerini tutuyorlar. 12 yıl öncenin deneyimi nedeniyle barışa belki de en çok yaklaşıldığı bugünlerde o 12 yıl öncenin coşkusu, heyecanı yok. Tabii bu durumu toplum bilimciler, sosyologlar ileride değerlendirip saptamalar yapacaklar ama galiba ilk tespit bu olacaktır. Yani çok heveslenmenin ardından yaşanan hayal kırıklığı… Bu hayal kırıklığını tekrar yaşamak istemiyor insanlar…

*  *  *

Ancak 12 yıl önceyi sokaklarda, meydanlarda, ateş başında veya televizyonun karşısında ağızlardan çıkacak olumlu birkaç kelimeyi bekleyerek yaşayanlar bu günleri çok da heyecan yapmadan geçirmek isterken o yıllarda 5-10 yaşlarında olup Kıbrıs’ta ne olup bittiğini çok da anlamadan büyümeye çalışan çocuklar şimdi birer genç oldular. Ve heyecanlanmak, coşmak, geleceklerine sahip çıkmak istiyorlar. İstiyorlar da yaşça onlardan büyüklerin bu durgun hallerini anlamaya çalışıp ona göre hareketler geliştirmeye çalışıyorlar. Sanki elleri-ayakları tutuluyormuş gibi… Koşmak, sıçramak istiyorlar ama birileri “durun bakalım” diyor sanki… Çıksalar da sokaklara, yalnız kalıyorlar. Arkalarından birileri gelmiyor.

*  *  *

Ama üç gün kaldı. Bu sefer olacak diye gizliden bir coşku var yüreklerde… O coşkunun kanatlanmasına fırsat tanımayan, yerinden kalkmaya çalışan çocuğun kafasına küçük darbeler vuranlar gibi o coşkuyu da tokatlıyoruz galiba… Hoopppp hoopp diye uyarıyoruz.
Ah bir serbest kalsa… Uçmasına fırsat tanınsa…
Genci, yaşlısı, çocuğu, kadını, erkeği veya kendini kim, ne hissediyorsa hep birlikte sokaklara çıksak… Bağırsak ama bu kez “Kıbrıs’ta barış engellenemez” diye değil, “Yaşasın Barış” desek yüksek sesle, kucaklaşsak iki toplum, kontrol noktalarını yıksak, gerek kalmasa birbirimize kimliğimizi ispatlamaya… Ne güvenlik ne de garanti!.. Kime karşı ki?