Ağır işçiler, özgür ruhlar

Cenk Mutluyakalı

İşçisin sen, işçi kal; giy dedi tulumları…”
Ne güzel bir şarkıdır Tamirci Çırağı.

İşçi tulumu içinde görmek çok da mümkün değil artık, Kıbrıslı nüfusu.. Olsa olsa modern zamanların tulumu giyilir şimdi.. Biraz daha tarz, biraz daha süslü…

Ne zaman ki bu toplum üretimden koparıldı… İyice konfora alıştırıldı… Hem planlı, hem gönüllü oldu bu süreç… İşte böyle başladı çürüme…
Döküldük azar azar…

İşçi sınıfının en önemli isyanı sömürüdür. İş güvencesinden yoksundur işçi sınıfı… Emeğini satar ama karşılığını alamaz kolay kolay. Alın terine alacaklıdır. Hayat pahalılığı karşısında korumasızdır. Yoksuldur.

1 Mayıs’ta meydanlara bakarsanız, sloganlarla yürüyen kitlenin, tüm çalışanlar içerisinde, iş ve maaş güvencesine en fazla sahip grup olduğunu görürsünüz. Hem yaşam standardı, hem de konforu iyi çoğunluktur bunlar… Hayat pahalılığına karşı korumalıdır. Yoksul değildir.

İşçi sınıfı nerededir peki?
Asıl sorun da bu ya!

***

İşçi” dediğiniz zaman ada yarısında bunun iki anlamı vardır.

Ya Pakistanlı, Türkmen, Bangladeşli, Nijeryalı, Hataylı gibi dışarıdan gelenler…
Ya da özel sektörde, örgütsüz, kendine bir devlet işi bulana kadar asgari ücrete talim edenler…

Emekçi” sıfatını hemen herkes kullansa da samimi ya da sahici durmaz, bu söylem her kitleye uymaz… İşçi sınıfı ayakta kalabilmek için yoksulluğun sınırlarında yaşamaya mahkumdur çünkü… 

O nedenle emek mücadelesine dair bir “ortaklık” yoktur. Kimse kimseyi tam olarak anlayamaz…

Ortaklık nerededir?
Gelecek belirsizliğinde…
Demokrasi ve irade yoksunluğunda…
Dışlanmada…
Barışa özlemde…

Çünkü bu ülkede alt, orta ya da üst sınıf fark etmez, hiç kimse için güvenli bir gelecek yoktur.

En zengini de en yoksulu da kendi evlatları için gelecek hayali kuramaz…

İrade yoktur…
En yoksulu da en zengini de kendi ülkesinde kendi kararlarını veremez.

***

Toplumun büyük çoğunluğunu maaşa bağladılar; o kadar çok mal, mülk dağıttılar ki herkesin kaybedecek çok şeyi oldu… Böylece kötülük sıradanlaştı. Bu düzen böylece betonlaştı…

Ömrünce işçi olarak çalışan bir büyüğüm hep böyle anlatırdı, ada yarısında yaşanan kırılmayı…

“Ağır işçiler olmadan özgür ruhlar olamaz” der ünlü bir düşünür… Bu ülkenin ağır işçileri olmaktan uzaklaştıkça, ödediğimiz bedel ağırlaştı…

Eski hikayelere bakınız, 50’li, 60’lı yıllarda…İnsanlar hep meslekleriyle anılırdı.
Berber… Lastikçi… Tornocu… Yapıcı… Bisikletçi… Makinist… Tatlıcı… Kalıpcı… Camcı… İskemleci… Yorgancı…

Şimdi böylesi lakapları çok yaygın değil buralı insanların…

1 Mayıs meydanında “makinist” deseniz kaç kişi bakar, “müdür” ya da “başkan” deseniz kaç kişi acaba?

***

Güç ve iktidar sahiplerine karşı tam bir varlık mücadelesi veriyor bugünlerde toplum… Bu mücadelede başarılı olmanın yolu, zincirlerimizden kurtulmaktır. O zincirler de üretmeden sahip olduklarımızdır.

***

1974 savaşından bugüne çok şey kazandık.
Toprak, mülk, makam, servet…

Ama bir yurt kaybettik…
Samimiyetimizi kaybettik.
En önemlisi de kendimizi kaybettik.
Sesimizi, sözümüzü, düşümüzü kaybettik.

Kendi alın terimizden uzaklaştıkça, bu topraklarda “var olma” bilincimizi kaybettik.

Yeniden kazanır mıyız?
Hep böyle kendimizi tekrar ettikçe, zor.
Eşikteyiz!
O eşiği aşamadıkça…
Hep aynı yerdeyiz.