22 Temmuz 1974’te Poli’de Kıbrıslırumlar’ın Kıbrıslıtürk İlkokulu’na açtığı ateş sonucu ağır yaralanan ve vefat ederek sonrasında “kayıp” edilen Ayşe Ramadan için 9 Mayıs 2025’te düzenlenen cenaze töreni ardından, onunla aynı ismi taşıyan yakın akrabası Ayşe Güzeltaş Mert, duygularını paylaştı…
12 sene önce gömü yeri bulunduktan sonra uzun bir kimliklendirme süreci ardından Kayıplar Komitesi tarafından DNA testleriyle kimliği belirlenen “kayıp” Ayşe Ramadan, 9 Mayıs 2025’te Lefkoşa Mezarlığı’ndaki Ortaköy Şehitliği’nde hazin bir törenle toprağa verildi…
Ayşe Güzeltaş Mert, Ayşe Ramadan’ın cenaze töreninde onun çerçeveli bir fotoğrafını taşımaktaydı… Ayşe Güzeltaş Mert, duygularını kendi sosyal medya sayfasında şöyle paylaştı:
“Ayşe Ramadan, bir Kıbrıs şehidi, henüz 24 yaşında genç bir kadın, iki toplumlu siyasi savaşın kurbanı. Bu güzel kadının en büyük ablası, benim canım babaannem ben doğduğum zaman kardeşinin ismini ilk torunu olan benimle yaşamasını çok istemiş, öyle de oldu.
Sevgili Ayşe Ramadan, ben Ayşe, yıllardır senin adını gururla taşıyorum, seni sevenler en çok da kardeşlerinin adını çağırırken yaşadığı sevinç herşeye değer. Dün (9 Mayıs 2025) seni halen bölünmüş olan ülkemizde kuzeye, fiziken de olsa yakınımıza alabildik. Ailede hem hüzün, hem de mutluluk vardı. Değişik bir toplumsal yara, dün seni ilk defa içimde derinlerde hissettim. Umarım sen de bunu biliyorsun ve huzurlusundur. Adını taşıyan Ayşe umutla, barışı ve savaşların hiç yaşanmayacağı Kıbrıs’ı bekliyor…”
Ayşe Ramadan
“Karanlıkta Işık Olanlar” belgesel gösterimi 20 Mayıs Salı akşamı Lefkoşa’da yapılıyor…
11 Nisan 1965’te, “Teşkilat”ın kurduğu pusuya düşürülerek öldürülen Kıbrıs’ın ilerici liderlerinden Derviş Ali Kavazoğlu ile beraberindeki Kostas Mişaulis’e ilişkin AKEL’in yapımını üstlendiği “Karanlıkta Işık Olanlar” başlıklı belgesel film, 20 Mayıs 2025 Salı akşamı Lefkoşa’da, Melina Merküri Salonu’nda saat 19.00’da gösterilecek.
Film gösterimine katılmak isteyen Kıbrıslıtürkler için 20 Mayıs 2025 Salı akşamı, saat 18.15’te Ledra Palas geçiş noktasından vasıta sağlanacak. Bu konuda daha fazla bilgi, Burhan Eraslan’dan alınabilir.
Film gösteriminde AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu ile Demokrasi Şehitlerini Yaşatma Derneği Başkanı Burhan Eraslan birer konuşma yapacak ve ardından belgesel film “Karanlıkta Işık Olanlar”ın gösterimi yapılacak.
Derviş Ali Kavazoğlu ile Kostas Mişaulis’in katledilmelerinin 60ncı yıldönümü nedeniyle yapılan belgesel filmde, onların hayatları, mücadeleleri ve nasıl öldürüldüklerine dair belgeler ve röportajlar yer alıyor.
Filmin yapımında AKEL Yeniden Yakınlaşma Bürosu Sorumlusu Elias Dimitriu görev alırken, filmin yönetmenliğini de Paskalis Papapetru üstlenmiş bulunuyor.
Biz de, Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis’in hayatları, mücadeleleri ve öldürülmelerine dair yıllar önce YENİDÜZEN’de yürütmüş olduğumuz araştırmalar hakkında bu belgesel film çekimleri esnasında konuşarak ve sorulan soruları yanıtlayarak belgesel filme katkıda bulunmaya çalıştık.
“Anneler Günü’nde annemizi anlatmak…”
Ulus Irkad
Annem… 19 yaşında amcasının oğluyla evlendi. Dedelerimin her ikisi de Kaleburnulu…(Babamızın annesi de Kaleburnulu). Rahmetli babamızın babası Lefkoşa’ya, dedem Hamza Erdoğan da İngiliz Dönemi -1928 yılında Ebistat (Yol baş-ustası veya Yol Memuru) olarak Baf’a geldi. O oldu, her Baf’a gelen gibi kendini Baflı saydı ve Baf’ın çoğu köy yollarını dedem Hamza Erdoğan inşa etti. Babam öğretmen çıktığında da önce Beyarmudu sonra da Baf’a geldi. O da Baf’ı herşeyden fazla sevdi ve bu yüzden bugün Baflıların marşı sayılan “Ben Baflıyım Güzelim” şarkısını besteledi. İyi ki besteledi çünkü bugün artık Baf yok bizim için… Sonra da bir bursla Türkiye-Ankara’da Gazi Eğitim Enistitüsü’ne giderek tekrar Baf’a Lise –Ortaokul öğretmen olarak geldi.
Annemiz Baf'ta 1940 yıllarında kızlar için okul olmadığından terzi yanına gitti ama en az babamız kadar kitap okudu. Babamız İngilizce öğretmeni, şair, yazar, muhabir ve sosyal-kültürel bir aktivist, annemiz de Yunancası güzel, Yunanca ve Türkçe kitaplar okuyarak en az babamız kadar kendini yetiştirdi. Beş kardeştik… Üstelik hepimiz de erkekti. Çoğu zamanlar annemize zorluklar da çıkardık ama o bizimle ilgilendi. Bizimle başetmesini öğrendi.
1963 yılında çarpışmalar başladığında kurşun ve bomba sesleri arasında bizlere “Binbir Gece Masalları”nı okudu. Bizlere sokağa çıkıp vurulmayalım, bir zarar görmeyelim diye kitaplar okudu. Kitapları ve masal kahramanlarını onunla tanıdık. Binbir Gece Masalları’nı, Allaadin’i ve sihirli lambası ile Kaptan-Gemici Sinbad’ı annemiz sayesinde öğrendik. Sonra bizler de aynı kitapları okuduk. Zekamız genişledi, okuyarak eğitimde de başarıya koştuk. Her yerde okuyarak başarı gösterdik. Yazımız ve konuşmamız anne ve babamız sayesinde gelişti. İlkokul sonrası okula gidemedi ama okuyarak en az babamız gibi kültürlü oldu. Victor Hugo’yu, Pozitivizmi, Mark Twain’i, Maxim Gorki ve Nazım Hikmet’i biliyordu. Yunan yazarlarından da haberi vardı. Terminolojik bilgisi olduğu için bazı kitapları Yunanca’dan Türkçeye çevirdi. Çevirisi her kitabında tam not aldı.
1974 yılında savaş başladığında babamız dahil evden tam dört kişi dışarıda savaştaydık. İki küçük kardeşimiz yanındaydı ve sınırdaki evimizi terketmiştik. Geceleyin ateş-kes başladığında eve gittiğimde benim mevzide vurulduğumu sanmıştı ki onu ağlarken ve çığlık atarken bulmuştum. Hamza mevzide vurulmuş, babamız tarafından eve getirilmişti. O gece o 2000 kişilik Baf halkının ve annemizin yüzündeki savaş endişesi, çocukları için telaşını hiç unutamam.
Sonra Baf düştü. Annemiz 38 yaşında, rahmetli babamız 41 yaşındaydı. Baf düşünce komutanlar ve yetkililer tutuklanmıştı-esir olmuştu. Bizim ev o dönemler bir basın bürosu gibi çalışıyordu. Gelen İngiliz Gazeteciler babamızla hatta bizimle de bilhassa ben de onlara konuşuyordum, annemiz de Yunanca olarak Rum ve Yunan gazetecilere konuşup Baf halkının talep ve isteklerini duyuruyorduk. Aşağıdaki bir fotoğraf annemizin 1974 yılında Yunanlı gazetecilerle konuşurkenki halini gösteriyor.
Annemiz şimdilerde 89 yaşında. Yakında 90 olacak… Sağlığı, beli dışında iyi. Hayatında 1963-64 ve 1974 yıllarındaki zorluklara rağmen beş erkek evlat ve 12 torun sahibi olarak yaşamaya devam ediyor. Geçmiş son 50 yılda tercümanlık, barış etkinliklerine katkıda bulunmak, Yunanca’dan çevrilen İKİ kitaba başarılı bir şekilde imza atma ve elbette onlarca çeviri makaleye de adını koymayı başardı. Bir gelinini birkaç ay önce kaybetti.
Rahmetli babamızın arkasından onu yaşatmaya ve kitap okumaya, genç nesillere örnek olmaya, hala daha 90 yaşına basmasına rağmen kitap yazmaya, düşünce üretmeye, Topluma ve memleket kültürüne katkıda bulunmaya devam ediyor.
Annemizle gurur duyuyoruz. Bizlere aşıladığı kültür ve eğitimle rahmetli babamız gibi başarılı olmamıza yardımcı oldu. Ona mutluluk, sağlık ve afiyet diliyoruz…
*** BASINDAN GÜNCEL…
“Bugün, göçmen evimi sattım…”
Hristalla Hacıdimitriu/FİLELEFTHEROS
Beton tuğlalardan yapılmış bir evdi. Çatısına başlangıçta metal levhalar yerleştirilmişti ve yağmur yağdığında sanki biri taş atıyormuş gibi sesler çıkardı. Zemin cilalı betondan yapılmıştı ve üzerinde herhangi bir kaplama yoktu. Yine de, ağaçların altında, yarı bitmiş binalarda ve çadırlarda yaşadıktan sonra 1976 yılında bu ev benim için onurlu bir yaşama geçişi anlamına geliyordu. Kendi odam, mahremiyetim vardı, ve ergenlik çağındaki kendimle baş başa kalabiliyordum.
Yavaş yavaş, etrafına başka evler eklendi ve ortak referans noktalarına (travma daha doğru bir terim olurdu) sahip bir mahalle oluştu. Karşımızdaki aile Omorfo’dan, arkamızdakiler Maraş’tan (Varoşa’dan), yanımızdakiler Vuno, Zodya, Vasilya, Kitreya, Maratavuno’dan idi… Yıllar geçtikçe mahalle bir kente dönüştü ve geçici barınaklar kalıcı hale geldi.
Bu evde, Dikomo’da doğduğum evden daha uzun süre yaşadım. Yine de orayı bir ev gibi hiç benimseyemedim. Gerçek evimize dönene dek bir sığınak olacaktı. Geri dönemeyeceğimizi anladığımda dahi orası benim evim olamadı (40 yaşında buraya taşınan ve 86 yaşında buradan ayrılan annem adına konuşamam). Orada yaşadığımız tek bir anı bile özlemiyorum; insanlar dışında oraya dair neredeyse hiçbir şey hatırlamıyorum. Bu, Dikomo’daki evin parçalı ama net bir şekilde aklımda kalan canlı görüntülerine tezat oluşturuyor—ki onunla ilgili dediklerine göre de eğer bir evde 10 yıl yaşamamışsan, o evle hiçbir duygusal bağın yoktur ve dolayısıyla da orayı hak etmiyorsundur.
Bugün, kardeşimle birlikte göçmen evimizi sattım ve göçmen hayatıyla olan son bağımın koptuğunu hissettim. Göçmen kimliğimden ziyade deneyimlerimi kastediyorum.
Bu deneyimlerin somut bir sembolü olan ev, el değiştirdi. Evi yeniden ihya etmek, kendi isteklerine göre şekillendirmek ve kendi tercihleriyle yuva haline getirmek isteyen genç bir çiftin mülkiyetine geçti. Ve benim duygularımın açıklaması belki tam da bu noktada, yani tercih ifadesinde yatıyor. Onlar fiyatı, konumu, potansiyeli veya diğer nedenlerle bu evi seçti. Bize ise bu ev ‘dayatılmıştı’. Bu evi şans eseri (ve annemle babamın çabasıyla) edinmiştik, ama biz onu istememiştik. Bu ev, arzu etmediğimiz bir yolculuğun son noktasıydı. Ve bugün, bu yolculuğun sona erdiği yanılsamasına kapılmak mümkün. Ancak yolculuğun gerçekten sona ermesi için, başladığı yere geri dönmesi, yani bir döngünün tamamlanması gerekir.
Elli bir yıl sonra, göçmen yerleşimlerindeki evler el değiştiriyor, yıkılıyor, yeniden inşa ediliyor, yeni sakinler kazanıyor, yabancılar ve yerliler, göçmen torunları ya da değil. Sınırın diğer tarafında başkanlık sarayları açılırken, biz zihnimizde doğduğumuz evlerde dolaşıyoruz.
(FİLELEFTHEROS’ta 3.5.2025’te yayımlanan Hristalla Hacıdimitriu’nun makalesini PENNA Türkçeleştirdi.)