“Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” hesabı, birkaç gündür temkinli tepkilerle karşıladığımız gelişmeler Türkiye’nin Kürt sorununu çözme konusunda yeni bir hamle yaptığını gösteriyor.
Aylardır bazen hava muhalefeti, bazen arıza nedeniyle bir türlü çalıştırılamayan (!) koster, ilahi bir dokunuşla çalışıverdi ve önce MİT başkanını, ardından BDP’li vekilleri İmralı’ya taşıdı. Şimdi Türkiye Öcalan’ın barış planına ilişkin umut dolu mesajlarını tartışıyor.
Ne tuhaf ve ne yazık değil mi? O kosterin çalışmadığı aylar boyunca 34’ü Uludere’de yüzlerce evladını kaybetti Türkiye… Evlatlar öldükçe öfke büyüdü, birikti. İki halkın kanayan yaraları biraz daha derinleşti. Oysa bu kanın durması, öfkenin dinip ortamın yumuşaması, yaraların sarılması için sadece bir kosterin çalıştırılması ve iletişim kanallarının açık tutulması yeterliydi…
“Şahin” diyorlar; her iki tarafın sürdürülebilir bir barış ortamı yaratılmasından hoşnut olmayan ve sürekli bir kışkırtıcılıkla Türklerle Kürtlerin bu coğrafyada iki eşit halk olarak bir arada yaşamasının önünü tıkayanlara. Türk ve Kürt milliyetçiliği, beslenmekte olduğu 100 yıla yaklaşan kan davasının bitmesini istemiyor. Biterse; kan durur ve bu topraklarda egemenlik, tam da olması gerektiği gibi, bu toprağın sahibi olan halklar arasında adil biçimde paylaşılırsa, milliyetçiliğin bütün argümanları çökecek çünkü…
Türkler ve Kürtlerin milliyetçiliğe prim vermeden birbirlerini anlamaları, geçmişe takılmadan ama üstünü de örtmeden geleceği kurmak üzere birlikte mücadele edebilmeleri için şahinlerin tam da şu süreçte tetikleyecekleri nefret senaryolarına karşı uyanık olmaları gerekiyor.
Geçmişe takılmayalım demek kolay ama 100 yıla yakın bir süreçte hayatları karartılan, evlatlarını yitiren, sürgünler yaşayan, çileler çeken iki halkın yaraları öyle üstü örtülerek de sarılacak gibi değil. Bunun için objektif bir değerlendirme yapacak, hasarın envanterini çıkartacak bir yüzleşme komisyonu isteniyor. Aksi takdirde temiz bir sayfa açabilmemiz ve geleceği birlikte kurabilmemiz zor… Türklerin de Kürtlerin de geride kalan 100 yıllık süreçte yaşanan, yaşatılan tüm acılar için “ama”sı çok… Ama “ama”sız bir yüzleşme gerek bize…
Kıbrıslı Türklerin ve Rumların da çok dikkatlice izlemesi gereken bir süreç başlıyor. Türklerin ve Kürtlerin bu süreci nasıl yönettiğinden Kıbrıslı Türk ve Rumların da çıkaracağı çok ders var. Yapılacak hatalar ve doğrular, adil bir geleceğin kurulmasına ya da baltalanmasına yol açacak dil, atılacak doğru ya da yanlış adımlar aynı zamanda Kıbrıs’ın yol haritasının oluşturulmasında da işe yarayacak.
Kıbrıslı Rumlar ve Türkler de, tıpkı Türkiyeli Türkler ve Kürtler gibi adil bir egemenlik paylaşımına psikolojik olarak hazır değiller… Hazır olanlar da bunun nasıl yapılacağına dair mucizevi bir reçeteye sahip değiller…
Türkiye’de de, Kıbrıs’ta da milliyetçiliğin sesi, barış isteyenlerin sesinden daha gür çıkıyor… Fakat biliyoruz ki, psikolojik olarak hazır olmak ya da bir reçeteye sahip olmak “bekleyerek” sağlanacak bir kazanım değil… Barış da, adalet de, ortak gelecek de ancak sabırla, kararlılıkla, inatla, en çok da konuşarak, dinleyerek, birbirini anlamaya çalışarak kurulabilir…
Peki kimle konuşacaksınız? Bu güne kadar çatıştıklarınızla elbette…
Türkiye’de Türkler ve Kürtler birbirleriyle konuşacaklar. Bu daha “berrak” görünüyor. Ya Kıbrıs’ta?
Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumlarla konuşması yetmiyor, Türkiye’de yaşayan Türkiyelilerle de, Kıbrıs’ta yaşayan Türkiyelilerle de bir dil kurmaları gerekiyor. Kolay mı? Kolay değil elbette…
Barış isteğini lafazanlıktan gerçekçi bir samimiyete dönüştürmenin tek yolu var: Çatıştığın kişilerle masaya oturmak, konuşmak ve o güne kadar çatıştıklarınla el sıkışmak…
Çatıştığınla, çatışma dilini sürdürerek, onunla masaya oturmadan ve günün sonunda onunla el sıkışmadan nasıl sağlayacaksın barışı?
O yüzden Türkiye’de koster çalıştığında, Türkler ve Kürtler birbirleriyle konuşmaya başladığında umutlandığım kadar, Kıbrıslı Türklerin Rumlarla birlikte kotardığı her ortak etkinliğe çok büyük değer veriyorum… Onun için TC Büyükelçisinin CTP resepsiyonuna gelmesini ve CTP yöneticileriyle uygar bir diyalog kurmasını çok önemsiyorum.
“Bir araya gelmek ve konuşmak” çatışma konularının üzerinin örtüldüğü, şu ya da bu tarafın diğerine biat ettiği anlamına gelmiyor. Aksine, daha sık bir araya gelmek, daha sık görüşmek, çatışma dilini yumuşatırken, sorunların karşılıklı olarak daha kolay çözümlenmesine zemin hazırlıyor.
Milliyetçiliğin açık ya da gizli tuzaklarına düşmeden bir dil kurmaya çalışan biz Araf’takilerin işi her geçen gün zorlaşıyor. Türkiye’de Kürt sorununu tartışırken de böyle, Kıbrıs sorununu tartışırken de böyle…
Türkiyeli bir Türk ya da Kürt, Kıbrıslı bir Rum ya da Türk olarak doğmak kimsenin seçimi değildi. Ama bu coğrafyadaki halklarla eşitliğe dayalı, adil, sürdürülebilir bir barış içerisinde bir arada yaşamayı mümkün kılan bir dili kurup kurmamak hepimizin seçimi olmalı…