“Yok olacağız” diye kaygı duyarız ya hep..
Asimile olacağız.
Tükeneceğiz.
Bizi bitirecekler.
Ekonomik anlamda da, kültürel anlamda da, nüfus anlamında da ‘nesli tükenenler’ kategorisine gireceğiz.
Kıbrıslı Türkler yeni tanışmadı bu ruh haliyle...
Arif Hoca’nın dediklerinin bu kadar etkili olmasının asıl sebebi de bu...
Kıbrıslı Türkler geçmişten bu yana ‘kimlik’ sorunsalı yaşadı. Osmanlı döneminde de, İngiliz sömürgesinde de, sonraki ‘ayrı devlet’ dönemlerinde de...
“Ada’nın azınlığı” psikolojisi ne bir dönemde bitti, ne bir diğerinde...
Bu yüzden ‘kimlik bunalımı’yla beraber yaşıyoruz biz...
‘Ne olduğumuz’ konusunda bir fikir birliği olmadığı gibi ‘nereye gidiyoruz’ konusunda da hiçbir zaman konsensus sağlayamadık.
Ne ‘teşkilat’ döneminde başarılabildi bu, ne de ‘bağımsız KKTC’ döneminde!..
Hep “Birilerinin bizi yok etmek istediği” psikozuyla var olduk.
Eskiden “Rumlar bizi yok edecek” deyip salyangoz gibi kabuğumuza çekildik.
Sonraları “Türkiye’den gelen nüfusla nüfusumuz eriyor” diye kaygı duymaya başladık.
Bu durum devam ediyor hala...
Kıbrıslı Türklerin ‘erime-yok olma’ kaygısı temelsiz değildir. Böyle bir süreç vardır ve ekonomik şartların zorladığı dönemlerde artan dış göç olgusu bu süreci tetikliyor.
Kıbrıs sorununun temelinde yer alan ‘nüfus’ meselesinin adayı bölmek isteyenler tarafından bilerek-isteyerek ellendiğini ve nüfustaki değişimin sürpriz olmadığını da not etmek gerekiyor.
**
Bunların bir sonucu olarak Kıbrıslı Türkler farklı dönemlerde farklı şekillerde ‘varoluş mücadelesi’ verdi. Bugün için de bu tür bir mücadelenin verilmekte olduğu biliniyor.
Ancak bu mücadelenin bir tarafının hep eksik kaldığını görüyoruz.
O da şu: Değerlerimize, bu topraklarda yetişen insan kaynaklarına ve onların yarattıkların sahip çıkmakta başarılı değiliz.
Bir yandan ‘yok olmayalım’ diyoruz, ama diğer yandan da elimizdekini korumuyor, zamanın acımasız cenderesinde unutulup gitmesine vesile oluyoruz.
Oysa ‘varolmak’ için sadece “yok oluyoruz” diye bağırmak yetmiyor.
Bu toplumu bir yandan ekonomik anlamda bu ülkede tutabilecek işler yapmak gerekiyor. Ama aynı zamanda kültürümüzü, tarihimizi, değerlerimizi korumak da gerekiyor.
**
Önceki akşam izlediğim “Adamın Çocukları” belgeseli, bendeki bu duygu ve düşünceleri depreştirdi işte...
Dr. Ahmet Cemal Ardademir’in hayatını anlatan 67 dakikalık belgeseli, AKM’yi dolduran çok sayıda izleyiciyle birlikte soluksuz izledim ve çok etkilendim.
Fakir bir ailenin çocuğu olarak tıp eğitimi için gittiği İstanbul’da öncek mesleki alanda, ardından ticarette başarılar sağlayan Cemal Bey’in, gerek Türkiye ve gerekse Kıbrıs’ta ‘eğitim’ için kurduğu vakıfların hikayesini öğrenmiş oldum.
Bir sürü travmalar arasından geçmesine rağmen, elde ettiği maddi imkanları daha sonra memleketine, Kıbrıs’a aktarıp bir finans kurumunu, Asbank’ı kurmasının perde gerisini öğrendim.
Filmi izledikten sonra gerek banka yöneticilerini ve aileyi, gerekse çok kısıtlı görsel malzemeye rağmen teknolojiyi emekle yoğurup ortaya ‘ölümsüz’ bir eser çıkaran Mehmet İncirli ve Mehmet Bozkurt dostlarımı içtenlikle tebrik ettim.
‘Adamın Çocukları’, ‘yok olma’ kaygısıyla yaşayan Kıbrıslı Türklerin ‘varoluş’ mücadelesine çok önemli bir katkı...
Keşke her kurum bu tür imkanlar yaratsa, kaynak ayırsa ve en azından ‘kendi tarihini’ yazdırsa, kitaplaştırsa, belgeselini çektirse...
‘Geleceğe iz bırakmak’ bugünü yaşayanların boynunun borcu...
Ve ‘Adamızın Çocukları’ bunu hak ediyor!