Türkiye’de hapishanelerdeki KCK tutuklularının başlattığı açlık grevleri yaygınlaşarak sürüyor. Ancak ilk başlayanlar 60 günü geçti. Onlar için artık kritik saatler başladı. Her an ölümler yaşanabilir.
Buna karşın AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan hala bir adım atarak uzlaşma zemini arayacağına konuşmalarıyla eylemdekileri ve destekleyenleri tahrik etmeyi sürdürüyor.
Bu ne biçim bir demokrasi anlayışıdır. Bu ne biçim bir insanlık anlayışıdır anlamamız mümkün değil.
Erdoğan açlık grevlerini desteklemek amacıyla Diyarbakır cezaevi önünde toplanan BDP’li milletvekilleri için önce “içerdekiler açlık grevi yaparken, onlar dışarıda kuzu çeviriyorlar” dedi. Birkaç gün sonra “bize şantaj yapmayın, şantaja boyun eğmeyiz” dedi. Geçen gün ise açlık grevine destek vermek için kendileri de açlık grevine başlayan BDP milletvekillerine seslenerek “şiş kebab yemek yok ha, zaten rejime de ihtiyacınız var biraz rejim yapın” dedi.
Şimdi bu söylenenleri alt alta koyarak bakın bakalım sorumlu bir ülkenin Başbakanı bunları söyleyebilir mi?
Olmadı sayın Erdoğan bu uslüp size yakışmadı.
Erdoğan bununla da yetinmedi. İdam cezasını geri getirmekten bahsetmeye başladı.
Böylece eylemdeki KCK’lılara “bana şantaj yaparsanız, ben de idam cezasını getirir, Abdullah Öcalan’ı idam ederim” mesajı veriyor.
AB üyeliği önünde önemli bir engel olan Türk Ceza Yasası’ndaki idam cezası AB uyum yasaları çerçevesinde kaldırılmıştı. İdam cezası Öcalan’ın tutuklanarak Türkiye’ye teslim edildiği dönemde zamanın hükümeti tarafından yürürlükten kaldırılmıştı. Ancak ilgili yasal düzenlemeler de 1.inci Erdoğan hükümeti tarafından yapılmıştı.
O günlerde idam cezasının çağdaş bir uygulama olmadığını ve kaldırılmasının Türkiye’nin yararına olacağını söyleyen Erdoğan “ustalık dönemi” olarak nitelediği 3.üncü döneminde idam cezasını, bu çağ dışı uygulamayı geri getirmekten bahsetmeye başladı.
Bu nasıl ustalık dönemidir. Bu nasıl bir çağdaş anlayıştır. Gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum.
AKP ve Erdoğan özellikle bu son dönemde AB üyeliği sürecinden, demokrasiden, insan hakları ve çağdaşlıktan uzaklaşmaya başladı.
Seçim öncesi Anayasa’nın bazı maddelerini değiştirerek 12 Eylül faşist darbecileri yargılama sürecini başlatan aynı AKP ve lideri Erdoğan değil miydi?
Seçimi neredeyse %50 oyla kazanarak 3.üncü kez hükümet kuran ve bu yeni dönemi “ustalık dönemi” olarak nitelendiren Erdoğan önceki 2 dönemden çok farklı bir profil çizmeye başladı.
Bu dönemde önce dış politikada “bütün komşularıyla barışık olma” siyaseti terkedildi. Onun yerine Davutoğlu’nun bir anlamda hayali diyebileceğimiz “eski Osmanlı imparatorluğu toprakları üzerinde kurulan bütün devletlere ‘ağabeylik’ yapma” siyaseti geldi. Böylece Türkiye bütün komşularıyla ciddi sorunlar yaşanmaya başladı. Kimileriyle neredeyse savaşın eşiğine gelindi.
AB üyelik süreci biraz da AB’nin isteksizliği nedeniyle askıya alındı. Bu arada gerek Erdoğan, gerekse de ilgili bakanların demeçleri hiç de süreci ilerletmeye yardımcı olacak tarzda olmadı. Neredeyse “biz AB’ye değil, AB bize muhtaçtır” diyecekler.
İçerde de durum çok farklı gelişmedi. Demokratikleşme süreci terkedildi. Dahası demokratikleşme diye üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılması gösterildi.
Türkiye’de başörtüsü sorunu diye bir sorun hiç yaşanmaması gerekirken aksine başörtüsü siyasallaştırıldı. Böylece savunanlar da, karşı olanlar da konuyu olduğundan çok fazla abarttılar.
Kıbrıs açılımı, Kürt açılımı, Ermeni açılımı derken tam aksi eski söylemlere geri döndüler. Hem Erdoğan, hem de bakanları bu konularda 12 Eylül paşalarının ve onların uzantılarının söylem ve eylemlerine geri döndü.
Kürt açılımı diyerek PKK liderleriyle gizli görüşmeler yapmaktan çekinmeyen Erdoğan, şimdilerde “askeri çözümden” başka birşeyden bahsetmemektedir.
Son olarak açlık grevlerine karşı takındığı tavır tam anlamıyla eski günleri çağrıştırdı. Bu söylemleri dün en faşist paşaların ağzından duyuyorduk, bugün Erdoğan’dan duyuyoruz.
Erdoğan’ın bugünden sonra açlık grevleri karşısındaki tutumu hem kendisi, hem partisi, hem de ülke için bir sınav olacak. Ya bu sorun insani yaklaşımla ele alınarak ölümler yaşanmadan çözümlenecek, ya da tersi geçmiş açlık grevlerinde yaşananlar yeniden yaşanacak. Bu da hiç ama hiç kimseye birşey kazandırmayacak.