ACİL ADALET

Neşe Yaşın

Zamanın iyileştirici, dönüştürücü, adalet dağıtıcı gücüne tanık olmak iyi geliyor insana. Yaralar kapanıyor, kırılan ayak iyileşiyor. Ruhsal yaralar için daha yavaş, daha karmaşık işliyor süreç. Her yaşanan bir iz bırakıyor geriye. Yaşanan olumsuzluk bazen daha da güçlü kılabiliyor ama seni. Büyük bedeller ödeyerek ulaştığın o aşamanın değerini daha çok taktir ediyorsun.

Tamir edilemez, yerine konulamaz şeyler de var elbet hayatta. Boşluğu hep hissedilen, derinden acıtan şeyler. Onun da bir tesellisini buluyor insan. En önemlisi gerçeği kabul edebilmek. Gerçek ne kadar acıtıcı olursa olsun bir illüzyon içinde olmaktan iyidir yine de. Gerçeği kabul edersin ve onunla başa çıkacak yöntemleri geliştirirsin. Gerçeğin içindeki hayat dersini, gizli ödülü ararsın.

Zamanın, iklim koşullarının yıprattığı nesnelere bakıyorum bazen; hayretle gözlemliyorum uzun süredir görmediğim bazı insanların yaşlanmasını. Ne kadar direnilirse direnilsin önü alınamayan hayat çizgisini, bugünün hızla geçmiş oluşunu, capcanlı olanın soluşunu, zirvelerde duranın yere çakılışını. Koruyabileceğim en önemli şey ne diye düşünüyorum o zaman? Sürdürülebilir olan ne? Belki de en büyük erdem değişimin taktiri. Değişime açık olmak. Değişimi bir vefa duygusuyla yaşamak ama. Değişim dinamiklerini önceden algılayarak tüm varlığınla katkı koyarken zincirin halkalarına inatla tutunmak.

Kişisel hikayelerimiz için hayıflanmayı bırakıp onları dönüştürebileceğimize inanırsak hiç kimse duramaz karşımızda. Yine de bir burukluk var büyük çabalar sonucu ulaşılmış zaferlerde. Yürünen yolların hatırası hep seninle çünkü.

Bazı hatıralarla, canımı acıtan bazı insanlarla başa çıkmanın bir yolunu kayıtsızlıkta bulmuşumdur. Kayıtsızlık da bir kayıttır oysa. İnkâr ettiğin, geriye doğru ittiğin gizlice büyüttüğün bir canavardır kimi zaman. Ertelediğin sorunların hayaletleri düşüp durur peşine. Bir köşede bıraktığın organizma çürür ve kokusunu ulaştırır sana. Kalbinde sakladıkların, cenazesini kaldırmadıkların da öyledir. Öylesine bir toksin yayarlar ki bünyene nehirler dolusu ağlaman gerekir atabilmen için. Sen düşünmesen de inkâr etsen de ruhun ve bedenin işlem yapmaktadır sürekli.

Güçsüz kaldığımız bazı anlar vardır. Sorunun çözümü nettir ama gücümüz yoktur bunu gerçekleştirmeye. Önce güçlenmek gerekir o zaman. Güçlenmeye zaman ayırmak ve gereklerini yerine getirmekten başka çare yoktur. Böylesi zamanlarda beni en çok geren başkalarına muhtaç olmaktır. Yanlış olduğunu biliyorum bunun. Bağımlılık değil de güç birliği olabilmeli tanım. Dayanışma içinde olmak dayanışana da mağdur konumda olana da iyi gelebilmeli.

Bizim önümüzde dağ gibi duran bazı sorunlar kimileri için çocuk oyuncağıdır. Onların uzmanlık alanı budur çünkü. Bir dokunuşla çözerler gözümüzü korkutanı. Bağımsızlık önemlidir ama başkaları olmadan var olamayız. Birbirimize tutunmadan ayağa kalkamayız, biri elini uzatmadan hendeği geçemeyiz.

İnsanın canını acıtan bazı insanların yaptığı yardımı bir diyet talebiyle başına kakıp durmalarıdır. Ömer Seyfettin hikayesindeki gibi kolunu kesip vermek gelir insanın içinden. Hayat böylesi hikayelerle doludur çünkü çıkar üzerine bir öğreti hakimdir sisteme. Oysa iyiliğin gerçek karşılığı bir ruh huzurudur. Belki de çocuklukta öğrenilecek şeylerdir bunlar. Başkalarıyla paylaştığımız bir dünyada birbirimizi ezerek değil kol kola verip yükselebileceğimiz mesajı neden verilmez?

Adaletin zuhur ettiği anlar iyi geliyor insana. Onca zulmün ardından gelen adalet zulmün hatırasını silmiyor ama en azından geriye itiyor onu. Adalet sonunda gelse de her yer tarumar etmiş oluyor hüküm sürdüğü onca zaman içinde. Acil adalet günümüzün sloganlarından biri olmalı belki de. Acil adalet çünkü yıkım sürüyor, bünye yıpranıyor ve zaman acımasız elleriyle hırpalıyor bizi. Dünyanın dört bucağından sağır edici çığlıklar yükseliyor. Bunun karşısında aheste aheste hareket eden dayanışma ağları var. Ölen ölüyor ama kalan sağlar taşımak zorunda bu ölüleri. Bu hız çağında en yavaş hareket eden şey neden adalet acaba?