ABD çözüme destek mi köstek mi?

Niyazi Kızılyürek

21 Ekim 2025 tarihinde Washington Examiner, “Trump’ın Kıbrıs Sorununu çözme yönünde çaba sarf etmesi için uygun zaman mıdır” başlığıyla önemli bir yazı yayınladı.

Yazıyı kaleme alan  Ani Chkhivadze, Jimy Charter’den beri bütün ABD başkanlarının Kıbrıs Sorununun çözümünü büyük oranda ihmal ettiklerini belirtiyor ve Trump’ın Kıbrıs Sorununa el atabileceğini ileri sürüyor.

Kıbrıs’ın Orta Doğu’daki jeo-politik önemine dikkat çeken Chkhivadze, Kissinger’in bir zamanlar Kıbrıs için “Batmayan Uçak Gemisi” dediğini hatırlatıyor ve Amerikalı uzmanların yakın geçmişte  Baf hava alnında incelemeler yaptıklarını ve Amerika’nın ihtiyaçlarını karşılamak üzere hava alanının alt yapısının güçlendirme faaliyetlerinin devam ettiğini, ayrıca, ABD’nin İngiliz üslerinden de yararlandığını ifade ederek adanın önemine dikkat çekiyor.

Yazıda Kıbrıs Türk toplumunda liderlik yarışına da yer veriliyor ve “ılımlı” biri olarak tarif edilen Tufan Erhüman’ın, katı tutumuyla tanınan Ersin Tatar’a karşı üstünlük sağladığına değiniliyor.

Kıbrıs Rum tarafının Rusya’dan uzaklaştığı, İsrail ve ABD ile yakın ilişkiler kurduğu ve NATO’ya üye olmaktan bahsettiği vurgulanıyor ve Trump’ın soruna el atması durumunda “Avrupa’da uzun yıllardan beri devam eden bölünmüşlüğe” son vererek büyük bir dış politika zaferine imza atabileceği ileri sürülüyor.

İkinci Trump Yönetimi Birincinin Yolundan Giderse Destek Değil Köstek Olur!

Aslında sadece Washington Examiner değil, çeşitli kesimlerde Trump’ın Kıbrıs Sorununa el atıp atmayacağı konuşuluyor. Kimileri “Allah Versin” derken kimileri “Allah Korusun” diyor.

Her ne kadar Trump’ın aklının bir köşesinde Türkiye ile İsrail arasında devam ve Kıbrıs Sorununu çözümünü olumsuz yönde etkileyen jeo-politik antagonizme son verme gibi bir düşünce olabileceği tahmin edilse de, böylesi bir yakınlaşmanın sağlanması şimdilik çok zor görünüyor. Erdoğan ile Netanyahu birbirlerine en uzak ve en karşıt noktalarda duruyorlar.

Öte yandan, Trump yönetimi 2016’da yaptığı gibi, yeniden Türkiye’yi dışarıda bırakıp ABD destekli Yunanistan, Kıbrıs (güney) ve İsrail’in aktör olacağı enerji jeo-politiğine soyunmuş görünüyor.

Geçtiğimiz günlerde Atina’da 3+1 formülü çerçevesinde bir araya gelen Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, İsrail ve ABD enerji bakanları birlikte yol almaya karar verdiler. İsrail’in enerji bakanı, “hiçbirimiz Türkiye’nin dahil olmasını istemiyoruz” diyerek, Türkiye’yi dışlayan bir politika güttüklerini açıkça dile getirmiş oldu.  

Bu yaklaşım yeni değil. Son yıllarda uygulamaya konulan ve Kıbrıs Sorununun çözümünü zorlaştıran jeo-politik bir yaklaşımdır.

Hatırlayalım!

İsrail başbakanı Netanyahu, Türk-İsrail ilişkilerinin Mavi Marmara ve Gazze yüzünden derin bir krize girdiği bir dönemde Kıbrıs’a ilk ziyaretini düzenlemişti. 2012 Şubatı’nda adaya gelerek  “buraya, ikili bağlarımızı, ekonomi ve enerji alanındaki bağlarımızı güçlendirmeye geldim” demişti.

O tarihten sonra Kıbrıs-İsrail ilişkilerinde önemli adımlar atılmaya devam edildi. 2015 yılının Temmuz ayında Netanyahu Kıbrıs’a resmi bir ziyaret düzenledi ve enerji, hidrokarbon, savunma ve güvenlik alanlarında işbirliği yapma kararı alındı. O tarihten sonra ilişkiler süratle ilerledi ve stratejik bir işbirliğine dönüştü.

Bu arada, ABD’de Yahudi lobisi Türkiye’yi dışlamak ve İsrail-Kıbrıs-Yunanistan ilişkilerini ileri götürmek üzere harıl harıl çalışıyordu. Yunan asıllı Amerikalı George Papadopoullos böyle bir ortamda sahneye çıktı ve Yahudi lobisi ile birlikte İsrail-Kıbrıs-Yunanistan yakınlaşmasını sağlamayı amaç edindi.

Papdopoullos, Yunan diasporası ile yakın ilişkiler içindeydi. Bu dönemde, etkili bir lobici olarak bilinen Yunan asıllı Aristidis Karacas ile tanışmıştı. Karacas, İsrail dostu ve fanatik bir Türkiye düşmanı olarak biliniyordu. 1974’ten sonra ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulamasında önemli bir rol oynamıştı. Hatta, silah ambargosunun devam ettiği bir ortamda Yunanistan’ın Türkiye’ye saldırmasını ve Kıbrıs’ta “eşit şartlarda masaya oturulmasını” bile önerebilmişti...

George Papadopoullos Aristidis Karacas ile temas kurarak, “enerji jeopolitiği” gibi konulara ilgi duyduğunu ve Türk-İsrail ilişkilerinin bozulmasından yararlanarak Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasında işbirliğini öne çıkarmak için büyük bir fırsat doğduğunu söylüyordu. Karacas, Papdopoullos’un çalıştığı Hudson Enstitüsüne 100 bin dolarlık bağışta bulunarak Papadopoullos’un fikirlerinin yayılmasına yardımcı oldu.

Papadopoullos Yahudi lobisinin de desteğiyle, ABD başkanlığına adaylığını açıklayan Donald Trump’ın ekibiyle temas kurdu ve enerji alanında Yunanistan, İsrail ve Kıbrıs arasında işbirliği yapılması gerektiğini Trump’ın ekibinin bilgisine getirdi. Kendisine başkan adayı Trump ile randevu ayarlandı. Bundan böyle Trump’ın ekibinden biri sayılıyordu. Nitekim, bu sıfatla 2016 Mayıs’ında Atina’yı ziyaret etti ve Kıbrıs’a da uğrayarak cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis ile görüştü. Papdopoullos’un söylediklerine bakılırsa, Anastasiadis oldukça keyifliydi. Purosunu tüttürüyordu ve “Allah’tan Trump kazandı” diyordu. “İngiliz üslerinden kurtulmak ve onların yerine Amerikalıların adaya gelmesini” istediğini söylüyordu

Sonunda, George Papadopoullos devre dışı kaldı ama Kıbrıs-İsrail-Yunanistan arasında işbirliğine dayanan “enerji-jeo-politiği” tıkır tıkır işliyordu. Kıbrıslı Rum karar vericiler, İsrail ile birliktelikten kazançlı çıkacaklarını, hem bölgede, hem de Washington nezdinde ellerinin güçleneceğini düşünüyorlardı.

O dönemde bu politikayı hararetle savunanlardan biri de Nikos Hristodoulidis idi. Nitekim, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra İsrail ve ABD ile ilişkileri en üst seviyeye çıkardı. Fakat, bu politikanın Kıbrıs Sorununun çözümüne olumlu yönde yansıyacağını söylemek imkansızdır. Türkiye’yi dışlama üzerine kurulan Kıbrıs-İsrail yakınlaşmasının Crans Montana’da yapılan Kıbrıs Konferansına yansımalarının olumsuz olduğu düşünülürse, bu politikanın devam ettiği sürece Kıbrıs Sorununun federal zeminde çözülmesinin mümkün olmayacağını söyleyebiliriz.

Bu yüzden, Trump yönetimi Kıbrıs konusunda bir karar alacaksa, öncelikle bölünmüş Kıbrıs’ın jeo-politik bir rekabetin parçası olmaktan kurtulamayacağını, bunun da Batı’nın çıkarları açısından sakıncalı olacağını idrak etmek durumundadır.

İkinci Trump yönetimi Birinci Trump yönetimi gibi, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan ve Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’in işbirliğine dayalı bir strateji izlerse, Kıbrıs Sorununun çözümüne destek değil, köstek olur!