8 Mart’ın Anımsattıkları

Fatma Azgın

 

Bir 8 Mart’ı daha geride bıraktık. Pek çok etkinlik yapıldı. Kadın sorunları ve kadınların toplumda nasıl eşit cins haline gelebileceği tartışıldı..
Eskiden “kadınlar günü” kutlamalarında çok heyecan vardı. Çünkü topluma yeni ve duymadığı, kabul etmekte zorlanacağı görüşler söyleniyordu. Yani daha “radikal” kutlamalarla geçerdi.
Bu yıl baktım, her şey “oturmuş” biraz da sıradanlaşmış gibi geldi. Çünkü yeni şeyler söylenmedi.
Hatta, bütün dünyada yapıldığı  gibi, Kıbrıs’taki kadınlar da  “kadına karşı şiddet”i dans ederek lanetledi.
Bu eylemi doğrusu sevmedim.. Kadına karşı şiddet konusu ve kadın sorunsalı “basitleştirilmiş” gibi geldi bana. Her siyasi ve sosyal mücadelede olduğu gibi Feminizm’de de “etik” konusu unutulmamalı..
Kadınlar her zaman dans edebilmeli, ruhunu geliştirebilmeli.. Ama politik olarak karşı çıkılan kadına uygulanan “şiddet”e dans ederek karşı çıkılması konunun sulandırılması gibi algılanabilir.

8 Mart dünya kadınlar gününün 1970’lerden günümüze kutlanış biçimleri ister istemez film şeridi gibi aklımdan geçti. Zaman içinde nereden nereye gelinmiş!

Uzun yıllar, cins eşitliğini ve feminizmi savunan kadınlara erkek düşmanı olarak bakılırdı. “Feminizm” dendi mi “lezbiyen” çağrışımı yapılırdı. Kıbrıs’ta böyle bir sorun olmadığı vurgulanırdı. Sağ görüşlüler bu konu ile ilgilenmezlerdi ve o siyasi görüşteki kadınlar da “eşitlik” talep etmezlerdi.
Sol görüşlü siyasiler ve entelektüeller ise, kadınların özgürlük ve eşitlik  sorunlarının “sosyalizm” gelince çözüleceğini söylerlerdi. Kadınlar, erkeklere destek verecek “yoldaş, bacı” olarak görülürdü.

1989 yılında siyasi partilerin, parti organlarında ve seçimlerde kadınlara kota vermesini talep ettiğimizde yer yerinden oynamıştı. Çok küçük feminist bir grup olarak bunu savunduk..Siyasi olarak aynı kulvarda koştuğumuz parti yöneticileri ve elitlerle kıyasıya münakaşaya giriştik. Aynı görüşteki pek çok kadınla aramız açıldı.
1989 yılında, “Hanımeli Kadın Grubu” olarak toplumun gündemine getirdiğimiz bu yeni görüş, 1990 yılında ilk kez CTP’de tüzük maddesi haline getirilebildi. Zaman içinde diğer sol partiler de kota konusuna ayak uydurdu.

Zaman geçtikçe ve aydınlanma arttıkça, feminizim ve cins eşitliği taleplerine toplumumuz daha bir sempatiyle bakmaya başladı. Feminist görüşler nedeniyle kadınlar-erkekler ve hatta kadınlar-kadınlar arasındaki keskin görüş ayrılıkları yumuşadı.
Bu değişimi, geçmişte birbirimize mesafeli durduğumuz, en eski kadın örgütümüz “K.T Kadınlar Birliği”nin, düzenledikleri etkinlikte beni konuşmacı olarak davet etmeleriyle  daha iyi anladım.

Günümüz feminist hareketlerine baktığımız zaman, bu konuda epeyi bilgi birikiminin sağlandığı, konuyla ilgili akademik ve entelektüel çalışmaların arttığı açıkça görülüyor. Bu konularda akademik ünvan taşıyan kadın sayısı oldukça iyi durumda.
Benim yetersiz bulduğum konu, bu kişi veya grupların cins eşitliği, kadının statüsünün geliştirilmesi  konusunda siyasi arenada beklenen mücadeleden kaçınır görünmeleridir.. Konuyla ilgili görüş, analiz sunmaktan öteye geçilememesidir..

Hiçbir değişim-gelişme ve hak, siyaset, siyasi parti, hükümet ve hukuk alanında, çalışma yapmadan elde edilemez. Bu uğurda çalışan kadınlarımızın en başta kendi siyasi gruplarından sonra da ülke siyasetinden, sonuç alıcı  eşitlik talepleri olması gerekir. Geçmişte yapılan “kadın kotası” ve “aile yasası” mücadelerinde olduğu gibi..
Son bir not..
Lefkoşa Belediye seçimleri için, adaylardan tutun, reklamlarda kadınlardan oy isteme diline, eşit iş bölümü eksikliğine yöneltilecek hiç mi eleştiri getirilmeyecek?
Unutmayalım ki, Feminizim hareketi, kadınların seçme- seçilme hakkı mücadelesiyle başladı.. “Seçme” hakkı tepe tepe kullanılıyor. Ya “seçilme” hakkı ne olacak?