46 yıldan sonra büyük buluşma…

Sevgül Uludağ

1974’te henüz birkaç aylık bir bebek olan Birgül Kılıç Yıldırım için, Pelargon marka kutu sütü getiren ve Kanlıdere’nin içinde Birgül’ün babası Mehmet Hulusi’yle buluşan Andreas Efstatiu, PCR testi yaptırıp geçtiğimiz Pazar günü Kıbrıs’ın kuzeyine geçti, Birgül ve babasıyla buluştu. Biz de 46 yıldan sonra gelen bu büyük buluşmaya tanık olduk…

Birgül Kılıç Yıldırım’ın yaptığı girişim, kendisi için süt getiren Kıbrıslırum’u bulmak için yaptığı girişim sonucunda gerek Panikos Stilianu adlı Kıbrıslırum barış aktivisti, gerek CITY PRESS, gerekse YENİDÜZEN’de bizim yazılarımız ve POLITIS gazetesinde yer alan makalalerimiz sonucunda gerçekten de sütü getirenin Andreas Efstatiu olduğunu bulmuştuk. Bunun üzerine hem Andreas Efstatiu, hem Mehmet Hulusi, hem de bu girişimi başlatan Birgül Kılıç Yıldırım çok mutlu olmuşlardı – koronavirüs COVID 19 nedeniyle barikatların kapalı olduğu günlerde konuştuğumuz Andreas Efstatiu, “Barikatlar açılır açılmaz, Birgül’ü ve babasını ziyaret edeceğim” demişti. Nitekim sözünde durdu ve kuzeye geçebilmek için PCR testi yaptırdı ve geçtiğimiz Pazar günü (5 Temmuz 2020) Baf’ın Yeroşibu kasabasından yola çıkarak Lefkoşa’ya geldi, Kermiya geçiş noktasından geçerek Birgül Kılıç Yıldırım, babacığı ve anneciğini görmeye gitti.


Soldan sağa Mehmet Hulusi, Andreas Efstatiu, Birgül Kılıç Yıldırım ve biz...


Mehmet Hulusi ve yanında Andreas Efstatiu, 1974'te Kanlıdere'nin içinde bir buluşmalarında... Bu buluşmalarda Andreas, minik Birgül için süt getiriyordu.

 

DUYGUSAL BULUŞMA…

46 yıl aradan sonra gelen bu büyük buluşmaya biz de davetliydik… Biz de Birgül Kılıç Yıldırım’ın Girne Boğazı’ndaki evine giderek bu çok anlamlı ve duygusal buluşmaya tanık olduk.

Eve vardığımızda birkaç kamera birden çekim yapmaktaydı – bunlardan birisi, Andreas Efstatiu’yla birlikte gelen ünlü film yönetmeni, büyük barışsever Panikos Hristantu’ya aitti… Çekim yapan bir kişi daha vardı ki o da Birgül Kılıç Yıldırım’ın değerli eşi, gene bir film yönetmeni olan Cemal Yıldırım idi… Cemal Yıldırım, uzun süreden beridir bu buluşmanın öyküsüne hazırlanıyor, bir belgesel film için çekimler yapıyordu… Bugün de kamerasının başındaydı…

Andreas Efstatiu için bu çok anlamlı günde arkadaşı Mehmet Hulusi’yi bulmak, dereyatağında buluşmalarının öyküsünü anlatmak, süt getirdiği birkaç aylık bebeğin Birgül olduğunu, onun büyümüş ve genç bir kadın olduğunu kendi gözleriyle görmek, onunla tanışmak, “Süt babamsın sen” diyerek Birgül’ün onun elini öpüp saygı göstermesine tanık olmak, gözyaşlarının akmasına neden oluyordu…

Panikos her yerdeydi: Panikos, her tür insani öykünün tam ortasındaydı her zaman ve burada bulunması da çok anlamlıydı…

Andreas Efstatiu, o kadar ince düşünceli bir insandı ki, yanında Rumca’dan Türkçe’ye çeviri yapabilecek değerli bir arkadaşını getirmeyi de ihmal etmemişti – senelerdir arkadaşı olan Yeroşibulu Recai Bey de oradaydı ve iletişim kurulmasını sağlıyordu…

Biraz İngilizce, biraz Türkçe, biraz Rumca… Ama en önemlisi, Andreas’ın söyledikleriydi:

“Mehmet Hulusi’yle gözlerimizle konuşurduk, derenin içinde” diye anlatıyordu, “İnsan gözleriyle de konuşabilir…”

Andreas’a insaniyet için değerler veren sevgili anneciğini de andık…

Andreas bir “kayıp” yakınıydı… Kardeşi 1964-65’li yıllarda, bazı Kıbrıslıtürkler tarafından Ortaköy-Marmara civarında “kayıp” edilmişti. Ama kin tutmayı öğretmemişti annesi Andreas’a… Ona bütün insanlara iyi davranmasını öğretmişti…

Buluşmaya Birgül Kılıç Yıldırım’ın teyzesi Hatice ve eşi Ali Kalçay da geliyor ama onlar erken ayrılıyorlar… Ali Kalçay da, derenin içindeki buluşmaları hatırlıyor 1974’te çünkü o da, Mehmet Hulusi’yle birlikteymiş bu buluşmalarda…  Cemal Yıldırım’ın yakın arkadaşı Hüseyin Özün Yamaç da geliyor bu buluşmaya – o da bir “kayıp” yakını – amcalarından “kayıp” Şevket Cemal’ın gömü yerini bulmuştum ancak öteki amcası Niyazi Cemal’ın nereye gömülmüş olduğunu bulamadık henüz – bunları konuşuyoruz, Aredyu’yu, Niyazi Cemal’ın öyküsünü…

 

“BENİM İKİ BABAM VAR… BİRİ SÜT BABAM…”

Minik Birgül için 1974’te savaşın ortasında, savaştan sonra, o henüz birkaç aylıkken çok ihtiyaç duyduğu ama bir türlü bulamadıkları Pelargon marka sütü bulup getiren, kendi mevzisinden çıkıp, karşı mevzide nöbette olan bir Kıbrıslıtürk mücahitle, Mehmet Hulusi’yle yani Birgül’ün babasıyla buluşmaya giden, kendi hayatını riske atan insandı Andreas Efstatiu…

Birgül Kılıç Yıldırım, ikisinin ortasına oturuyor ve “Benim iki babam var, ne güzel” diyor… “Biri süt babam… Süt babam beni görmeye geldi…”

Andreas Efstatiu’nun çok değerli eşi Arsinoe, bir dizayner ve giysiler üretiyor kendi markasıyla… Birgül için plajda giyebileceği özel bir elbise dikmiş… Andreas bunu veriyor Birgül’e… Birgül Kılıç Yıldırım da, Andreas ve eşi için Lefkara işinden Kıbrıs haritası bulunan özel bir biblo yaptırmış, masalarına veya büfelerine koymak üzere… Andreas Efstatiu, bir kavanoz dolusu ceviz macunu da getirmiş…

 

FIRIN KEBABI…

Birgül Kılıç Yıldırım’ın sevgili anneciği Emine Hanım da, kardeşi Birsel ve eşi de geliyor bu buluşmaya… Fırın kebabı yapıyorlar, Birgül’ün sevgili anneciği kendi elcikleriyle baklava yapmış, bunu sunuyor… Bahçeye iki şemsiye birden kurmuşlar, iki vantilatör çıkarmışlar, hava çok sıcak, oturup birlikte yemek yiyoruz, konuşuyoruz… Zaman zaman bir damla yaş süzülüyor Andreas’ın gözlerinden… Mehmet Cengiz’i anıyor, bu gelişinde, Mehmet Hulusi’yle ve bizlerle birlikte onun mezarına bir çelenk koymak istediğini anlatıyor. O da varmış bu buluşmalarda, birlikte çekilmiş fotoğraflarını da bu sayfalarda yayınlamıştık… Mehmet Hulusi, Mehmet Cengiz’in kızkardeşini bir parkta yürüyüş yaparken gördüğünü ve onun kendisine Mehmet Cengiz’in vefat ettiğini söylediğini aktarıyor. Andreas için onun nerede gömülü olduğunu bulmamız gerekiyor ki gelecek gelişinde o mezarı ziyaret edebilsin… Mehmet Cengiz’in çok güzel sesi olduğunu, çok güzel şarkı söylediğini anlatıyor… Birbirlerini korumuşlar, birbirlerine ateş etmemişler, dostluk kurmayı seçmişler… Savaşın ortasında dahi insan kalabileceğini insanların, ispatlamışlar tekrar tekrar… Bir minik bebeğin sağlığı için elzem olan o kutu sütlerini gidip bulmuş eczanelerden Andreas, bir keresinde açık bir kutu bulmuş, Mehmet Hulusi kuşkulanmasın diye, gözünün önünde bu bebek sütünü yapıp kendi içmiş ki anlasın, güvenlidir, evladına içirebilir diye…

Birsel, aynı Mehmet Hulusi’nin gençliğine benziyormuş – bunu söylüyor Andreas Efstatiu… Bundan da duygulanıyor herkes…

 

DÜŞMANLIĞIN ALTERNATİFİ DOSTLUKTUR…

Planlar, planlar, planlar yapıyorlar… Andreas, küçük torunuyla bir video çekip bunu Birgül’e göndermişti, toruncuğu küçük yaşına rağmen, Neşe Yaşın’ın “Hangi yarısını sevmeli insan” şiirinden Marios Tokas’ın bestelemiş olduğu şarkıyı okuyordu… Şimdi bu toruncuk, dedesine “Birgül ne zaman gelecek? O geleceği zaman ben ona kırmızı halı sereceğim, ayrıca bu buluşma için kristal bardaklar da bulman gerekir” diyormuş…

Tüm bunları anlatıyor Andreas…

Dayanılmaz bir sıcak var, ibreler 43 dereceyi gösteriyor olsa da, bulunduğumuz yerde çok daha yoğun biçimde hissediyoruz bunu ve herkes yemek sonrası kahvelerini içmek üzere içeriye giriyor, orası daha serin. Biz Panikos’la kalıp sohbet etmeye devam ediyoruz…

Panikos’la bu tür insani öykülerin, birbirine yardım edenlerin, birbirini kurtaranların öykülerini belgesel şeklinde çekmeyi konuşuyoruz… Adamızı taksim planları ileri götürülüyor olsa dahi, biz barışseverlere düşen gerçeği, tüm gerçeği, her şeyiyle anlatmak, iyi öyküleri de, kötü öyküleri de göstermek, yazmak, anlatmak, bilince çıkarmak… Bu parçalanmış adada, bu olağanüstü güzellikteki öyküleri herkesin okumasını, bilmesini sağlamak… Aynı şekilde işlenmiş cinayetler, tecavüzler ve toplu mezarların öykülerini de anlatmak, herkesin okumasını, bilmesini sağlamak da görevimiz…

Biz üzerinde çalışmakta olduğumuz öyküleri paylaşıyoruz Panikos’la ve birbirimize yeni bulgularımızı aktarıyoruz, birkaç kez çağırıyorlar bizi, “Geleceğiz, durun geliyoruz, bir tayka” diyoruz ve konuşmaya devam ediyoruz… İçeriye girdiğimizde Andreas’ın elinde Birgül’ün bebekliğini gösteren bir fotoğraf görüyoruz… Süt getirdiği bebek buydu işte, Panikos çekimlerine devam ediyor, Cemal Yıldırım da öyle…

Andreas Efstatiu ve Mehmet Hulusi, yan yana oturuyor hep…

Andreas bize, her zaman Mehmet Hulusi’yi aradığını anlatıyor…

“Bana Kaymaklı’da oturduğunu söylemişlerdi, 15 sene boyunca, her geçişimde Kaymaklı’ya gidip arıyordum, onu bulabilir miyim diye…” diye konuşuyor…

İşte bugün bu büyük buluşma gerçekleşti ve aslında hiçbir zaman koparılamamış o dostluk bağları kuvvetlendirildi – bundan böyle mutlaka görüşmeye devam edecekler.

Andreas Efstatiu, onları Baf’a davet ediyor, Yeroşibu’ya…

Uygun zamanda gidecekler ve evlatlarıyla da tanışacaklar Andreas’ın – eşiyle de… Aileler kaynaşacak ve savaşın ortasında birkaç kutu sütle başlayan bu dostluk, gelecek kuşaklara aktarılmaya devam edecek…


“Kutlu Adalı’ya öldürüleceğini ona bizzat ben haber verdim, yapanları lanetliyorum…”

ULUS IRKAD

Sevgili Kutlu Adalı,

Sana, sen vurulmadan birkaç hafta önce vurulacağını ben haber vermiştim. Saint Barnabas Olayı'ndan sonra sen hem Yenidüzen'de yazdığın makalelerinde (Yenidüzen'in devamlı yazarıydın) ve bir ropörtajda da Kıbrıs Gazetesi'nde bu olayı açıklayıp da ben de Yeniçağ Gazetesi'nde makalelerimi bu olay üzerine yazmaya başlayınca bana da tehditler yönelmişti.

Çok yakın, Baf'tan tanıdığım ve 1974 yılını birlikte Baf'ı savunduğum, aramızda kader birliği olan bir Baflı istihbarat görevlisi, bir gece evime gelmiş ve gizli yerlerde Özel Harp Dairesi'nin ikimizi de vurmaya karar verdiğini acil olarak sana haber vermem gerektiğini söylemişti. Dikkatli olmanı ve de telefonlarımızın dinlendiğini söylemişti. Özel Harp Dairesi içindeki Sol Kemalist grubun her ikimizin de vurulmasına karşı olduğunu, onların görevlendirmesi ile bana geldiğini bu tanıdık görevli bana söylemişti.

Ben de hemen ertesi gün Karikatürcülerin Barikat eylemi için (Hüseyin Çakmak'a verilecek geç kalmış Bordigera Ödülü için) senin de geleceğini bilerek oraya gitmiş ve Hüseyin Çakmak, ben, İlkay Hanım ve benim olduğumuz sırada, seninle Çakmak'ın arabasının içinde bu konuda konuşmuştuk. Ben, Baf'tan tanıdığım, istihbaratçı tanıdığımın mesajını sana iletmiştim. Bizden Saint Barnabas konusunda yazıları kesmemizi istiyorlardı. Ben de, sen de yazmayacaktık. Bana söylendiği gibi senin dışarıya gitmeni bildirmiştim sana, Sen istihbaratçının kim olduğunu biliyordun.

“Sana gelen filanca mıydı?” diye sormuştun bana…

“Evet,” demiştim...

Başını öne eğerek sesiz kalıp daha sonra da,

-Adadan ayrılınca selamsız kalmaktan korkuyorum, demiştin.

Elbette korkmuştum… Ama sen korkmadın. Sonraları seni bir yerlere çağırdıklarını ve orada da söz ve yazı özgürlüğünü savunduğunu okumuştum.

Takvimler, 7 Temmuz 1996 tarihini gösteriyordu. Telefonum acı acı çaldı; sabahın erken saatlerinde. Hüseyin Çakmak’tı arayan.

“Hemen git bir gazete al, sanırım akşam Kutlu Adalı'yı vurdular” demişti Çakmak.

“Git bir gazete al ve bana da haber ver, çünkü ben de dışarıya çıkmaktan korkuyorum” demişti.

Birkaç saat bekledikten sonra, güneş doğsun ve güneşli bir gündüz saati olsun diye bekleyip dışarıya çıkmıştım.

İçim ürpermişti... Ne söyleyeceğimi bilemiyordum.

Gazeteyi alıp gelmiştim. Gerçekten Kutlu Adalı 6 Temmuz gecesi faili meçhul olarak öldürülmüş ve günlerdir bizlere yaşatılan üstümüzdeki baskı ve abluka oldukça artmıştı.

O geceyi Kutlu Adalı'nın komşuları da yaşadı, Kıbrıslıtürk halkı da. Üstümüzde, psikolojik bir harp taktiği ve de baskı metodu uygulanmıştı. Hayır EOKA veya 1974 yılında yaşadığım Baf'taki EOKA B vahşeti değildi bu... Resmen Kontrgerilla ve Özel Harp vahşetiydi bu... Yaptığınızla övünün bre gafiller! Bize bu yaşattıklarınız ve vahşetinizle yaşattıklarınızdan dolayı sizin de yüzünüzü anladık. Bu toplum sizi de çok iyi anlıyor artık. Faşizmin ne olduğunu Rumu'nun veya Türkü'nün ne olduğunu bombaladığınız parti merkezleri, matbaalar ve de bombaladığınız baskı altına aldığınız bize 1974 vahşetini ve korkularını yaşattığınızla anladık. Kutlu Adalı'nın günahı üzerinizden gitmesin. Üzerinizden gitmesin bre katiller ve Vatan hainleri, gitmesin... Kıbrıslıtürk halkı özgürlüğüne elbette kavuşacaktır ve bir gün sizlerin yaptığınız bu vahşet size tarih sayfalarında miras kalacaktır. Korkusuz ve de dürüst ve de yurtsever demokrat kişi Kutlu Adalı'nın önünde saygıyla eğiliyorum... Onu unutmayacağız...

DEVAM EDECEK