“2020’lerde 20 tane özlemim...”

Sevgül Uludağ

Kıbrıslı ünlü yazar Vivian Avramidu Plumbis, 2020 yılı bitip 2021 yılı başlarken, “20’li yıllarda 20 tane özlemim” başlıklı yazısını Maraşlı tüm dostlarına ve özellikle de Ulis Dimitriadis adlı arkadaşına ithaf etti – bu fikri ona zaten arkadaşı Ulis vermiş...

Vivian Avramidu Plumbis’in yazısını, kendisinin de çok değerli yardımlarıyla, okurlarımız için Türkçeleştirdik. Vivian Avramidu Plumbis, şöyle yazıyor:

***  2020 nerede bitti ve ben Maraş’ı ancak fotoğraflarından görebildim... Bunlar herhangi bir resim değildi ama... Bunlar, arkadaşlarımın çektiği fotoğraflardı... Benimle aynı duyguları paylaşan arkadaşlarım... Bu üçüncü işgalin aynı şekilde acı verdiği arkadaşlarım... İşte tam da bu nedenle bu fotoğrafların benim için o kadar büyük anlamı vardı... Kalbimin derinliklerinde uzun süredir saklanmış olan hatıraları canlandırdı bu fotoğraflar. Ve bu hatıralar, hayatımızın özlemine dönüştü, sanki ince bir iplikmiş ve aniden koparılmış gibi...

***  Maraş’ı bizzat ziyaret etmek için çok büyük bir arzu duyuyorum. Bunca yıl boyunca zamanın ve doğanın kentle nasıl oynamış olduğunu kendi gözlerimle görmem lazım... Dıştan gelenler tüm bunları dağıtmadan önce, tüm bunları görmem lazım... Özliyorum...

***  Pazar ikindilerini özlüyorum, babamın yanında oynardım, terasta her zaman birşeylerle oyalanırdım... Radyoda da mutlaka futbol maçı yayını olurdu...

***  Aynikola’dan her geçişimde, Aretis’in fırınından ortalığa yayılan çöreklerin ve tahınlıların kokusunu özlüyorum...

***  Sinemalarımızda arkadaşlarımızla ikindi seanslarında “iki film birden” gösterimlerini özliyorum, sinemanın “gençlik balkonunda” oturarak bunların tadını çıkarmayı özlüyorum...

***  Belediye pazarındaki mırıltıyı duymayı özliyorum – renkli köfünler arasında dolanırdım, dedem Savva da kendi elleriyle saatler boyunca kayısıları teker teker seçerdi...

***  Tüm sahil şeridi boyunca arkadaşlarımla yarışmayı özlüyorum, sığ sulardaki insanları ıslatmayı ama çocukların yaptığı kumdan kaleleri yıkmamaya her zaman özen göstererek...

***  Akteyon’un altında raketlerimizle oynamayı özlüyorum, burada sahil daralırdı ve tatilciler tüm alanı bize bırakırlardı...

***  Evlerimizdeki partileri özlüyorum, Bee Gees müzikleriyle dansetmeyi, erkek arkadaşlarımızla karanlıkta sarılmayı, mutfakta takılan annelerimizin bakışlarından kaçınmayı özlüyorum...

***  İstavroz bölgesinde mahallelerde, bahçeler arasında, çiçek kokuları arasında yürüyüşleri özlüyorum... Kazanan her zaman nergis zambağı Amaryllis olurdu...

***  Maria teyzemin eski kemerli evine ulaşmayı çok özlüyorum, bana çikolatalı kurabiyeler ve tatlılar ikram etmesini özlüyorum...

***  Miauli Sokağı’nın sonundaki küçük dükkanda satılan sıcak fıstıkları özlüyorum, dükkanda tezgahın arkasındaki duvarda bir KEO takvimi asılı dururdu ve bize “Selam verip iyi içmemizi” salık verirdi!

***  Ninemin evinde, onun bahçesinde çocuklarla oynamayı özlüyorum... O, mutfak kapısında dururdu, elinde tereyağı ve alıç macunu sürülmüş ekmek dilimleri olurdu bize ikram edeceği...

***  GSE Stadyumunda yarışlar ve festivaller boyunca duyduğumuz sesleri ve kahkahaları özlüyorum, tüm kentten öğrenciler olarak toplanırdık, kazanmak için yarışırdık...

***  Dünyanın benden gizlediği pek çok sırrının bulunduğu, her bir küçük köşede bunların saklandığı dönemlerde uzun bisiklet yolculuklarını özlüyorum, tanımadığım mahallelerde...

***  Hrisi Akti bölgesinde, Schiller Sokağı’ndaki evlerinde, Lukia’nın odasında saatler boyunca taşınabilir mavi pikabında plakları dinlemeyi, dünyanın tuhaflıklarını anlamaya ve yorumlamaya çalıştığımız sohbetlerimizi özlüyorum...

***  Maria’nın evindeki derin sohbetlerimizi özlüyorum, sanat kitaplarını okurduk, Kavafis’in şiirlerini okurduk, Mozart’ı dinlerdik... Bayan Nina’nın küçük ve tuhaf kilden yapılma insancıklarının resmi geçit yaptığı evlerinde...

***  Yeğenlerimle oynamayı özlüyorum – Yuannis ve Pavlos’la – siyah beyaz mermerlerle kaplı terasta birbirimizi kovalamayı özlüyorum...

***  Kış ikindilerini özlüyorum, annemle ve kızkardeşimle birlikte kitap okurduk, annemlerin çift kişilik yatağına üçümüz birlikte uzanır ve ikindi güneşinin tadını çıkarırdık...

***  Kimi zaman stadyumda, kimi zaman da tenis kulübünde antremanlarımı özlüyorum... Canlılığımızı, hayata dönük susamışlığımızı ve sevgimizi özlüyorum...

***  Pazar günleri, saat onikideki o anı özlüyorum, ninemin misk kokulu mutfağında o fırının kapağını açarak rostoyu çevirirdi, gizli bir işbirliği yaparcasına, bir fincan tabağına koyacağı, yarı pişmiş bir patatesi çıkarırdı tepsiden ve bana verirdi... O anı özlüyorum...

***  Ancak en çok Theodora Ninemin bana “Yavaş ol küçüğüm! Dudaklarını yakacaksın!” diye fısıldamasını özlüyorum...

Foto: Aleksis Hacısotiriu.

(Vivian Avramidu Plumbis - İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ – 2.1.2021)

 


 

LURUCİNA’DAN HATIRALAR...

 

“Furunu yakmak...”

Artun Gökşan LURUCİNALI

Pazar günlerimiz çok keyifli geçerdi Lurucina çocukluğumuzda. Biz her Pazar günü Razge neneme giderdik. O gün her hafta değilisa bile, ekmek, çürek, zeytinli bitta, hellimli bitta yapma, yani ‘furunu yakma’ günüydü.

Havlıdaki odun furununa çalı çırpılar yerleştirilir, furun yanmaya hazır hale getirilirdi. Anneminan nenem ve Meral halam, tahta teknede yoğurdukları hamura, bir önceki yoğurumdan ayırdıkları mayayı (brozzimi) katar, iyice yoğurduktan sonra hamurun ‘girmesini’, yani gabarıp hazır olmasını beklerlerdi.

Hamur hazır olunca hamur tahtasının üstünde ekmekler bir bir yoğrulup şekillendirilir, ekmek tahtasının üstüne dizilirlerdi. Tüm hazır hale gelen ekmekler, kalın yün çarşafla örtülür ve furun hazır olana kadar öylece bekletilirlerdi.

Ekmek tahtasına yerleştirilip örtülen ekmekler bir süre sonra daha da kabarır, furuna salınmaya hazır hale gelirlerdi. Anneminan nenem kalan hamurla zeytin ve hellim bittalarını hazırlarken, biz çocuklar da furunu ateşlemeye giderdik.

Furun yakmak çok hoşumuza giderdi. Bir yanlışlık yapmayalım, ortalığı ya da kendimizi ateşe vermeyelim diye Meral halam bize göz kulak olurdu. Furun iyice yandıktan sonra, nenem yanan kömürleri furun küreğiynan furunun kenarlarına kagdırır, furunun zeminini ‘sirti’ynan bir güzelce temizler, ekmekler furunun ateş gibi kaynayan taş mermer zeminine yerleştirilmeye hazır hale getirilirdi.

Sirti nedir? Bilmeyenler için anlatalım. Sirti, uzunluğu iki-ikibuçuk metre uzunluğunda, ucunda sağlam büyük bir bez parçası bağlanmış uzun fırın çubuğuydu. Suya batırılan bez parçası ile furunun zemini küllerden temizlenirdi. Yani bir nevi mop görevi görür, furunun zemininin ekmekler için temiz olmasını sağlardı.

Suya ve küllere batıp çıktığı için simsiyah bir rengi olan sirti çaputunun pis görünmesi nedeniyle, anne babalarımız ya da büyüklerimiz, üstümüz başımız pis olduğunda bize ‘Ekse ci vre sirti’, yani ‘Yörü bre sirti oyannı’ derlerdi.

Furun artık salınmaya hazırdı. Yakına getirilen ekmek tahtasının üstündeki ekmekler iyice kabarmış, furuna dalmayı bekliyorlardı. Ekmekleri furuna salmanın ustası gene Razge nenemidi. Annemin da yardımıynan, hazır ekmekleri bir bir furunun açık ağzının girişinde tuttuğu furun küreğinin üstüne yerleştirir, dudaklarının arasında tuttuğu ciletinan ekmeklerin çevresini hafif yararak, onları tek tek furuna salardı.

Ekmekler furuna yerleştirildikten sonra, arkasından hellim ve zeytin bittaları da furuna yerleştirilir, furunun ağzı, genellikle varel kapağından yapılmış kapakla kapatılırdı. Furunun kapağının devrilmemesi için de arkasına bir taş ya da tuğla dayanırdı.

Aradan 45 dakika, bir saat geçtikten sonra ekmekler pişmeye, hellim ve zeytin bittalarının kokuları ortalığı sarmaya başlardı. Razge nenem, ilk zeytinliyi furundan çıkarıp pişip pişmediğine bakardı. Sıcak zeytin bittasını beline bağlı önlüğüne yerleştirir, elleriyle onu ikiye ayırmaya çalışırken parmakları yanardı. Zeytinli ikiye ayrılınca içinden çıkan o sıcak buhar yüzüne vurur, yüzünün yanmaması için başını geriye doğru çekerdi. Açılan zeytinlinin iç kısmını parmaklarıyla bastırıp iyi pişip pişmediğini kontrol ederdi. Bastırdığı bittanın iç kısmı basık kalırsa pişmemiş, sünger gibi geri kabarırsa da pişmiş demekti.

Bizim için ekmek yoğurma gününün en zevkli taraflarından biri, furun ateşini yakmanın haricinde, furundan yeni çıkarılan sıcak hellim ve zeytin bittalarını afiyetle yemekti. Bütün çocuklar nenemin etrafında toplanır, birinci parçayı kim alacak diye tatlı bir rekabet içerisine girerdik.

Ekmekler furundan çıkarıldıktan sonra, furundaki küllerin arasına badadez ve soğan gömülür, bir güzel badadez ve soğan kebabı da yapardık. Zeytin bittası, badadez ve soğan kebabı, bir büyük gadef da su yemeklerin en güzeliydi vallahi. Varısaydı, yanında domadez da yerdik bircez.

Niçin varısaydı dedim? Eskiden domadez şimdiki gibi her zaman bulunmazdı. Temmuz Ağustos ayında çıkan domadezler Ekim Kasım’da biterdi. Yeşil topladığımız en son domadezleri hanayda soğuk ortamda muhafaza eder, onlardan da bir süre yerdik. Senenin büyük bir bölümünde domadez bulunmazdı.

Ama hemen hemen herkesin evinde taş ya da tuğladan yapılmış ekmek furunu varıdı. Herkes ekmeğini gendisi yapardı. Genellikle ailelerin büyüklüğüne göre her hafta ya da iki haftada bir furunlar yanar, ekmekler, çürekler, bittalar yapılır, tavana asılı duran büyük ekmekliklerin içinde muhafaza edilen ekmekler çok dayanıklı olurdu.

Ekmeğin biraz sertleştiği zaman suya batırılıp yumuşatılması ona apayrı bir tat verirdi. Zaman zaman birazcık küflenen ekmekleri de, kenarlarını temizleyerek yediğimiz çok olurdu. Lurucina buğdayından öğütülmüş ununan yapılan bu ekmekler, mutfaklarımızın en önemli yiyeceklerinden biriydi.

‘Şeher ekmeği’ pek yemezdik. Ama birisi Lefkoşa’ya gittiğinde bize şeher ekmeği ya da ‘çürek hem helva’ getirmesini isterdik.

Yanılmıyorsam 1971 ya da 72 yılında, Recep Usta (Galliga) köye modern bir ekmek fırını açacak, böylelikle ‘şeher ekmeği’ de Lurucina’ya taşınmış olacaktı. Ama köy furunlarında yapılan o güzelim ekmeklerin yerini hiçbir şey tutamayacaktı.

Bugün bildiğim kadarıyla, Murat Kemal Akınlı (Deliyo), dedesinden kalan köy meydanındaki yerinde, bu köy furunu ile Lurucina köy ekmeği yapma geleneğini halen sürdürüyor.

(*furun: fırın, *çürek: çörek, *havlı: avlu, *gadef: bardak, *domadez: domates)

(ZİZZİRO MİZAH GAZEDDASI – Artun Gökşan LURUCİNALI – 26.12.2020)