1974 Temmuz’u

Niyazi Kızılyürek

15 Temmuz 1974 sabahı saat tam 8.17’de Kıbrıs’ta Yunan Alayında görevli Albay Georkitsis’in Yunan Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği bir mesajda yer alan üç kelime Kıbrıs tarihinin akışını değiştirecekti: “Aleksandros Hastaneye Kaldırıldı”. “Kıbrıs’ta darbe başlamıştır” anlamına gelen bu şifreli mesajı Yunan Cuntası içinde çok az kişi biliyordu. Önceden kararlaştırıldığı üzere, şifreli haberleşme “Aleksandros’un hastalığının seyri” üzerinden devam edecekti. Darbe istenildiği gibi giderse, “Aleksandros iyi gidiyor” mesajı geçilecekti. Kötü giderse, “Aleksandros’un sağlık durumu ağırlaşıyor” denilecekti...

“Aleksandros” beklenenden de hızlı “iyileşti”. Darbe, geride 98 ölü bırakarak iki saat içinde amacına ulaştı. Aslında kısmen ulaştı, çünkü Yunan Genelkurmay Başkanı Bonanos’un emri “Makarios’u ya öldürün ya da yakalayın” şeklindeydi. Darbe günü Makarios’un öldüğü duyurulduysa da, darbeden kurtulmayı başaran Makarios Baf’a kaçtı ve yerel bir radyodan Kıbrıs Rum halkına seslendi: “Kıbrıs Rum Halkı, duyduğun ses tanıdıktır. Benim, Makarios... Senin seçtiğin lider... Atina Cuntasının ve buradaki temsilcilerinin istediği olmadı. Ölmedim, yaşıyorum.” Makarios, devamla, Kıbrıslı Rumları Yunan Cuntasına karşı direnmeye çağırdı: “Kıbrıs Helenizm’inin şu anda verdiği mücadele kutsal bir mücadeledir ve zafer bizim olacaktır...”
Ne var ki, zafer Makarios’un olmadı. Milli Muhafız ordusu 16 Temmuz günü Baf’a ulaşınca, Makarios ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

ABD’nin darbedeki rolü bugüne kadar tam olarak açıklığa kavuşmadı. Bazı CIA ajanlarının Yunan Cuntasını darbe için teşvik ettiğine dair ipuçları vardır ama bunun Amerikan hükümetinin, dolayısıyla da Kissinger’in resmi politikası olup olmadığı bugüne kadar tartışma konusudur. Fakat şurası kesindir: ABD darbenin engellenmesi için ciddi bir girişimde bulunulmadığı gibi, darbeden sonra Makarios’un adaya geri dönmesini de engelledi. Büyük Britanya ve Avrupa Ekonomik Topluluğu Makarios’un geri dönüşünü desteklerken, ABD buna şiddetle karşı çıkıyordu. Kissinger bu konuda Başkan Nixon’a şöyle diyordu: “Kıbrıs’ta sorun, Avrupalıların Makarios’un geri getirilmesi için ortak görüş beyan etmeleri ve bizim Yunanlılara baskı yapmamızı istemeleridir. Benim kaygım, Makarios’un şimdi komünistlere ve Doğu Blokuna yaslanmasıdır.”
Kissinger Makarios’un geri dönemsi için Yunan Cuntasına baskı yapmak istemiyordu. Bu Cuntanın iktidardan düşmesi demekti ve Kissinger Cuntanın iktidardan düşmesine kesinlikle karşı çıkıyordu. ABD’nin bu yaklaşımı NATO Genel Sekreteri Joseph Lüns’ü bile rahatsız etmişti. Lüns, “Amerikalıların Yunanistan’da demokratik bir rejimin kurulmasına neden karşı çıktıklarını anlamıyorum” diyordu.

Darbe ve Türkiye
Türkiye başından beri 15 Temmuz darbesinin Kıbrıslı Rumların iç meselesi olmadığını, bunun Yunan Cuntası tarafından yapılan bir dış müdahale olduğunu söylüyordu. Nitekim Türk Alayının başında bulunan Albay Katırcıoğlu, darbeden hemen sonra İngiliz diplomatlara Yunan Alayının darbede önemli rol oynadığını kanıtlayan fotoğraflar göstermişti. Başbakan Bülent Ecevit de konuşmalarında Yunan müdahalesinden söz ediyor ve Garanti antlaşmasının çiğnendiğini vurguluyordu. 15 Temmuz günü Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada “bu, bir Yunan müdahalesidir” diyordu ve ekliyordu: “Ada’daki anayasal düzen yıkılmış, gayrı meşru bir askeri yönetim kurulmuştur. Türkiye bunu antlaşmaların ve garantilerin ihlali saymaktadır.” Ecevit aynı gece yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra da benzer açıklamalar yapmıştı: “Kıbrıs’ın bağımsızlığı için hazırlanmış olan Garanti Antlaşmasının 4.üncü maddesinin işletilmesi ve Samson düzeninin değiştirilmesi için adada bir Türk askeri mevcudiyetinin bulundurulması gerekmektedir. Hazırlıklar başlamalıdır.”
Görülebileceği gibi, Türkiye daha darbenin ilk günü, yani 15 Temmuz’da, müdahaleye karar vermişti. Müdahale etmek için beş günlük bir hazırlığa ihtiyaç duyuluyordu. Bu da Ecevit’e Garantörlük antlaşmasının 4.üncü maddesini işletip diğer Garantör ülkelerle istişare etmek için olanak sağlıyordu. Yunanistan darbeyi bizzat örgütlediğinden, Yunanistan ile temas kurulması düşünülemezdi. Dikkatler diğer garantör ülke olan Büyük Britanya’ya çevrildi ve Bülent Ecevit kalabalık bir heyetle 17 Temmuz’da Londra’ya uçtu. Ecevit, İngiliz hükümetine iki öneri sundu: a) birlikte müdahale etmek, b) bu olmuyorsa, Türkiye’nin İngiliz üslerini kullanarak adaya tek başına müdahale etmesi....
Ecevit, ortak müdahalenin iki toplum arasında işbirliği için iyi bir fırsat olacağını, “tuhaf duyulsa bile Türkiye’nin Makarios’un gitmesine neredeyse ağladığını” söylüyordu ve bunun adada “bir ulus oluşturma” fırsatını yarattığını ve bu fırsatın heba edilmemesi gerektiğini ileri sürüyordu. Ecevit, “bir ulus oluşturmadan gerçek bir bağımsızlıktan söz edilemeyeceğini” ve “Kıbrıs’ın ulus olma fırsatını yakaladığını” iddia ediyordu. Ecevit, ortak müdahaleden sonra Türkiye’nin “minimum” beklentilerini ise şöyle sıralıyordu: Gelecekte Kıbrıs’ın statüsü ne olursa olsun, ister bağımsızlık isterse herhangi başka bir yapılanma, Türkiye’ye yakın bir yerde, yani adanın kuzeyinde, Kıbrıslı Türklerin denize açılan yerleri olsun...
Görüleceği gibi, Türkiye bir yandan coğrafi ayrılık esasına göre Kıbrıslı Türklerin denize açılan yerlerde toplanmasını savunuyor, diğer yandan da iki toplumun “tek ulus” olarak kaynaşmasından söz ediyordu...
İngiliz hükümeti Ecevit’in iki önerisini de geri çevirdi. Bu aslında Türkiye’nin beklemediği bir durum değildi. Nitekim Ecevit  20 Temmuz günü TBMM’nin kapalı oturumunda bu konuda şöyle diyordu: “teklifinin kabul edilme şansının çok fazla olmadığını elbette biliyorduk. Çünkü İngilizlerin üsleri konusundaki hassasiyetini herkes gibi biz de biliyorduk.”
Bülent Ecevit Londra’da Amerikalı diplomat Joseph Sisco ile de bir araya geldi. Özellikle ikinci toplantıda Ecevit’in tavrı oldukça sertti. İki geçici otonom idarenin kurulmasını ve bu idarelerle üç garantör ülkenin yapacağı bir anlaşmayla yeni bir yasal statünün oluşturulmasını savunuyordu. Kıbrıs Türk toplumunun bütün deniz ve hava limanlarında söz sahibi olmasını veya bu limanların iki toplum tarafından birlikte yönetilmesini talep ediyordu. Ayrıca, Kıbrıslı Türklerin denize açılan bölgelere sahip olmasında ısrar ediyordu. Sisco, Ecevit’in sert tutumunu “şahinler tarafından baskı altına alınmasına” bağlıyordu.  Türkiye’nin askeri müdahalesini askıya alamayacağını anlayan Sisco, Ecevit’e, Atina’da Cunta yetkilileri ile görüşmeler yaptıktan sonra 20 Temmuz’da Ankara’ya uğramayı önerdi. O gün çıkarma yapılacağını bilen Ecevit, Sisco’ya 19 Temmuz’da gelmesini söyledi. Sisco, Atina’da yaptığı görüşmelerden sonra Ankara’ya gitti ve 20 Temmuz sabahı saat 02.00 ile 04.30 arasında Bülent Ecevit ve Turan Güneş ile görüştü. Hiç bir sonuç alamadı. Ecevit, en iyi çözümün Türkiye’nin adaya asker çıkarıp güç dengesinin kurulması olduğunu, güç dengesi sağlandıktan sonra müzakereler yoluyla çözüm bulunabileceğini söylüyordu. Sisco, bir kez daha Atina’da görüşmeler yapabilmek için Ecevit’ten müdahaleyi 48 saat ertelemesini istiyordu. Ecevit konuyu Bakanlar Kurulu ile görüşeceğini söyledi ve saat 05.00’te Sisco ile son kez bir araya geldi. Ecevit Amerikalı diplomata ertelemenin mümkün olamayacağını, Türk askerlerinin adaya ayak basmak üzere olduğunu ifade ediyordu...

Makarios’un Tarihi Konuşması
Türk askerlerinin adaya ayak basmasına çok az bir süre kala Başpiskopos Makarios 19 Temmuz’da Güvenlik Konseyi’nde yaptığı tarihi konuşmada Yunanistan’ın Kıbrıs’ı işgal ettiğinden söz ediyordu: “Yunanistan’ın Askeri rejimi Kıbrıs’ın bağımsızlığını ihlal etmiştir. Yunan Cuntası Kıbrıs halkının demokratik haklarına ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve egemenliğine zerre kadar saygı göstermeden diktatörlüğünü Kıbrıs topraklarına yaymıştır.”
Makarios, Cuntanın Kıbrıs’ta olup bitenleri Kıbrıslı Rumların “iç meselesi” olarak göstermek istediğini fakat bunun gerçek olmadığını belirttikten sonra, “söz konusu olan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve egemenliğini ihlal eden dış kaynaklı işgaldir” diyordu. “Makarios, darbeden sonra Cuntanın “cumhurbaşkanı” atadığı Nikos Samson’u “ünlü bir katil” olarak tanımlıyor ve şöyle diyordu: “Bazıları Kıbrıs’ta devrim olduğunu ve yeni hükümetin devrim yasası temelinde kurulduğunu ileri sürebilir. Böyle bir şey olmadı. Kıbrıs’ta iç mesele olarak görülebilecek bir devrim olmadı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini ve bağımsızlığını ihlal eden işgal oldu. İşgal devam etmektedir ve Kıbrıs’ta Yunan subayları olduğu sürece de devam edecektir. Normal anayasal düzene geri dönmezsek, demokratik özgürlükler yeniden tesis edilmezse, bu işgalin Kıbrıs için sonuçları kalıcı olacaktır.” Makarios sözlerine şöyle devam ediyordu: “Kıbrıs’ta yaşanan olaylar Kıbrıslı Rumların iç meselesi değil. Kıbrıslı Türkleri de etkileyen, onları da ilgilendiren  olaylardır. Yunan Cuntasının darbesi bir işgaldir ve sonuçları Rum Türk, bütün Kıbrıs halkına zarar vermektedir.” Makarios sözlerini, Milli Muhafız ordusunda görev yapan Yunanlı subayları geri çağırmak ve Kıbrıs’taki işgale son vermek için  Güvenlik Konsey’inin Yunanistan’a çağrı yapmasını isteyerek tamamladı.

Devamı yarın...