Bu ara herkes takmış farklı bir tarihe. 21 12 12’ye hiç inanmadım kafa da yormadım ama 12. 12.12 güzel bir tarihti doğrusu. Hem o gün YeniDüzen’in doğum günüydü. 38. yaşına basacaktı gazetemiz, sevdamız. Benim de altı yıldan fazladır içinde olduğum sevgi dolu bir yazın serüveni. Bir direniş, bir yürek koyma öyküsü. O gün, senede bir kez “YeniDüzen”e yürek koyanların ve bu gazetenin gönül dostlarının buluşma günüydü. Biz gazetedaşlar, aynı sütunlarda gündemi, yazıyı ve okurla buluşmanın vazgeçilmez heyecanını paylaşsak da, aslında birbirimizi fazla görmeyiz. Elbette gazetenin esas emekçileri hep birlikte aynı kurumdadırlar, fakat biz dışarıdan yazanlar ancak bu tür özel günlerde buluşma ve hasret giderme imkânı buluruz. İşte 12.12.12 öyle özel bir gündü biz “YeniDüzen” sevdalıları için.
Sıcacık, sevgi dolu bir kutlamadan sonra da o gün bir tanecik Neriman ablacığımın kitap tanıtımı vardı KTÖS’da. Öğretmen, sanatçı Adnan Bozkırlı’nın anısına Neriman Cahit’in emek emek hazırladığı kitap…. Elbette bu kitabı daha sonra bu sütunlardan sizlerle paylaşacağım ama bugün o meşhur gün 12.12.12 konumuz.
Dedim ya, “YeniDüzen”in doğum gününü dostlar arasında kutladıktan sonra Sevgili Neriman Cahit’le KTÖS binasına hareket ettik. Genç, yaşlı, her nesilden birçok değerli öğretmen doldurmuştu salonu. O gecenin iki amacı vardı. Birincisi Adnan Bozkırlı adına Neriman Cahit’in çıkardığı kitabı tanıtmak, ikincisi de belki de son bir kez Arif Hasan Tahsin’i kurucusu olduğu sendikada konuk etmek ve çok sevdiği öğretmen arkadaşlarıyla buluşturmak. Salona girdiğimiz anda bir huzursuzluk sardı her yanımızı. Arif Hoca, sendikaya gelmek için hastaneden ayrılmasına rağmen yeniden kötüleşmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. Yani o gece aramızda olamayacaktı. Sendika yönetiminin geceyi anons etme konuşmaları sürerken gazeteci bir arkadaş kulağıma fısıldadı. Arif Hoca ile hastaneden canlı bağlantı kurulacaktı. Bense çok özel bir gecede orada olmanın ve onca tanıdık eğitimciyle buluşmanın keyfi içindeydim. Keyif çok sürmedi. Telefonuma düşen mesaj, Arif Hoca’yı kaybettiğimize dairdi! Elbette ki beklenen sondu. Bekleniyordu beklenmesine de, öylesine çok şey anlatan bir sondu ki bu; o sıcacık sendika binasında bir an sırtımı buz gibi bir mermere dayanmış gibi, kendimi üşümüş ve yapayalnız hissettim. Sendika yöneticileri bir süre saklamaya çalışsa da sonunda yine sendikanın eski yöneticilerinden Ahmet Derya topluluk önüne çıktı ve gerçeği açıkladı. İşte o anda o salonda yaşananları, hissedilenleri anlatmaya gerçekten de kelimeler yetmez. Yaşlı başlı, koskoca öğretmenlerin yürekten gelen engellenemez hıçkırıkları sanırım Kıbrıslıtürklerin sırtlarını dayadıkları o buz gibi mermerdeki yalnızlık çığlıklarıydı.
Ben Arif Hasan Tahsin’i şahsen hiç tanımasam da yazılarını ve kitaplarını hep severek, yakın tarihimize dair çok şeyler öğrenerek okudum. Duruşundan güç aldım. Renkliydi, farklıydı; çoğu zaman aykırıydı. “TMT’ciydi sonra muhalif oldu” tartışmalarını da hep çok anlamsız buldum. Arif Hasan Tahsin, bir zamanlar Kıbrıslıtürkleri yok etmeye soyunan EOKA’ya karşı, sonra da Kıbrıslıtürk kültürünü ya da Kıbrıslılık olgusunu bitirmeye soyunan kendi içimizdeki egemenlere karşı savaştı. Yani o hep aynı yerdeydi aslında. Kıbrıslının yüreğinde ve savaşında… Ruhun şad olsun hocam.
HIÇKIRIĞIN YALNIZLIĞI
Savaşı gördüm, direnişi değil.
Hep birlikteydik, ölüm kokusu sarsa da her yanımızı.
Masmaviydi gökyüzü, kenetlenmiş, birbirini seven insanlar.
Tarladan bozma futbol sahalarında, bez ayakkabılı çocuklar.
Sonra ganimeti gördüm, yeniden doğuşu değil.
Yok oluşu yaşadım, tükenirken bir kültür; toprağa düşerken son çınarlar.
Aramaya koyuldum mavi gökyüzünü, sevgiyi, kendimi.
Bir yasemin kokusu duydum ta uzaklarda.
Yürüdüm kokuya doğru.
Koku ne yaklaştı, ne uzaklaştı.
Yıkık dökük, terk edilmiş evler gördüm yolda,
Sonra ışıksız bir şehir.
Kaybolmuşum kapkaranlık sokaklarda.
Garip bir korku doldu yüreğime
Geri döndüm, panik içinde koştum.
Düştüm, dizlerim kanadı, kupkuru dikenli topraklarda.
Ama kalkıp yine koştum.
Kurumuş bir zeytin ağacı çıktı karşıma, üzerinde rengârenk dilek bezleri
Sonra boş bir futbol sahası, içinde birkaç patlamış top.
Herkes gitmişti ben yokken.
Artık gidemezdim arkalarından,
Gitsem de bulamaz,
Bulsam da tanıyamazdım.
Değişimi,
Hem de boktan bir değişimi kaçırmıştım.
Kupkuru zeytin ağaçlarının altına oturup,
Kıraç toprağa, tırnaklarım parçalanırcasına sevgiyi çizecek,
Yitik bir şehrin sokaklarında yasemin kokularını arayacaktım,
Dilimde en acılı özlem şarkıları…