110 Bin Hedefi ve YÖK Kararı

Salih Sarpten

Birbiri arkasına kontrol edilemez bir biçimde açılan üniversitelerin Türkiye’deki yüksek öğretim kalitesinin erozyona uğradığı aşikar... İlk anda “üniversite açmanın nesi kötü! Ne kadar çok üniversite, o kadar çok bilim” demek olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak durum öyle değil… Ne yazık ki Türkiye’de son 5-10 yılda açılan bu üniversiteler bilim üreten kurumlar olmaktan çok uzakta, sadece o kentte ya da o bölgede bir üniversite olsun diye kurulmuş yapılar olarak ortaya çıktı. Birçoğunun ne araştırma merkezi, ne nitelikli eğitim ortamları ne de yeterli öğretim elemanı yok…

İşte tam bu noktada YÖK devreye girdi… Türkiye’deki yüksek öğretimin içine düştüğü batağı fark etti ve kaliteyi artırmak için bir dizi kararlar aldı… Bu kararların içeriğini ve bizim ülkemize etkilerini geçtiğimiz haftalarda yine bu sayfada tartışmıştık.

Ancak anlaşılan o ki; bu kararlar yeterli olamadı ve YÖK, yeni kararlara imza attı. Üstelik bu kez alınan kararlar Türkiye dışında okuyan öğrencileri çok yakından ilgilendiriyor. Şöyle ki; YÖK’ün Türkiye dışındaki bir üniversiteye ÖSYM tarafından yerleştirilmemeniz durumunda, mezuniyetiniz Türkiye’deki denkliği için iki temel kararı var:
1. Ya YGS ve LYS’ye girmiş olup, kayıt yaptırdığınız bölümle ilgili olarak Türkiye'deki yükseköğretim kurumları bünyesindeki programlara yerleşen en son öğrencinin almış olduğu puanı alacaksınız.
2. Ya da kayıt yaptığınız üniversite dünyadaki ilk 500 üniversitenin içinde olacak…

YÖK, bu kararın gerekçesini de şöyle açıklıyor:
"Son yıllarda yükseköğrenim görmek amacıyla, yakın coğrafyadan başlayarak yurtdışındaki bazı yükseköğretim kurumlarına Türkiye'den yoğun bir öğrenci akışı yaşandığı, bu durumun özellikle kamu sağlığını ve güvenliğini yakından ilgilendiren sağlık bilimleri (tıp doktorluğu, diş hekimliği, eczacılık vd.) hukuk ve mühendislik başta olmak üzere çeşitli alanlarda görüldüğü, söz konusu alanlarda Türkiye'de hiçbir yükseköğretim kurumuna yerleşemeyen, hatta ÖSYM tarafından yapılan merkezi sınavlara bile girmeyen bazı öğrencilerin, "giriş koşulu aramayan" yurtdışındaki bazı üniversitelere rahatlıkla kaydolabilmektedir. Burada söz konusu olan, bazı ülkelerde, o ülkenin kendi mevzuatı çerçevesinde kurulan ve devam şartı aranmayan üniversitelere reklamlarla Türkiye'den "toplu halde götürülen, kaydettirilen" ve mezuniyet sonrası ülkemizde, "sağlık, yargı ve mühendislik" gibi alanlarda meslek icra edecek öğrencilerin eğitim-öğretimlerinin niteliğidir.

Daha anlaşılır bir şekilde söylenecek olursak YÖK, kontrolsüz bir biçimde üniversitelere kayıt yaptırmanın Türkiye’deki yükse öğretim kalitesini bozulduğunu, bu bozulmanın da önüne geçmek için bir dizi önlemler alındığını anlatmaya çalışıyor…

Bu durum size bir şey çağrıştırıyor mu?
Örneğin bizim ülkemizde de mantar gibi çoğal ve sadece sayısal olarak büyüyen üniversitelerin, yüksek öğretim kalitesinde yarattığı erozyonu… Ya da bugün diplomalı işsiz olarak aramızda dolaşan gençlerin nedenlerini daha iyi görebiliyorsunuz değil mi?


110 Bin Hedefi
Biz görebiliyoruz ama sanırım hâlâ göremeyenler var… Ne tesadüf ki; Türkiye’nin yüksek öğretimden sorumlu kurumu, Türkiye’ye yakın coğrafyalardaki üniversitelerine kontrolsüz kayıtlardan yüksek öğretim kalitesinin düşüklüğünü işaret ederken, (Türkiye’ye yakın bir coğrafyada görev yapan) TC Lefkoşa Büyükelçisi, KKTC’deki yüksek öğretim öğrenci sayısının 110 bin olma hedefini açıklıyordu…

TC Lefkoşa Büyükelçisi Halil İbrahim Akça, LAÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin düzenlediği “Türkiye ve KKTC’de Ekonomik Gelişme Planlaması ve Sorunları” konulu bir konferansta; “Turizm ve yüksek öğretim sektörü ağırlıklı bir vizyon var” diyerek yüksek öğretimde 110 bin öğrenci sayısının hedeflendiğini belirti… Yani ekonomik bir platformda, ekonomik odaklı bir konuşmada, bu ülkedekinin ekonomisinin odağında yüksek öğretimin olduğunu ve bu ülke yüksek öğretimine hâlâ gelir getiren bir sektör olarak bakıldığını bir kez daha vurgulamış oldu…

Sayın Akça konuşmasında yüksek öğretimin kalitesinin de yukarılara çekilmesi gerektiğinden söz etti ama bu konuda neler yapılacağından bahsetmedi… Oysa bu anlamda yapılması gerek ilk şey; eğitime bir sektör olarak bakmaktan vazgeçmek olmalıdır…

Sadece sayıca çoğalan ve büyüyen üniversitelerin, ülkemiz yüksek öğretim kalitesinde yarattığı erozyon artık görülmelidir… Diplomalı işsiz olarak aramızda dolaşan gençlerin nedenlerini artık daha iyi anlamalıyız… Daha çok üniversite, daha çok bölüm, daha çok öğrenci yaklaşımı ile hem yüksek öğretim kalitemizi hem de gençlerimizi heba ettiğimizi artık fark etmeliyiz… Yüksek öğretimdeki anlayışımızı değiştirmeliyiz…

Yüksek öğretimde niceliksel büyüklüklere değil, niteliksel özelliklere odaklanmalıyız. Öğrenci sayısının 80 bin, 90 bin, 110 bin olmasının pek bir anlam ifade etmediğini fark etmeliyiz… Sıralama sınavları ile liseden mezun olan her genci sırf ailesinin parasını almak için üniversiteye kabul edip, sonra da diplomalı işsiz olarak yaşama salmak, o genç insanlara da, topluma da herhangi bir yarar sağlamıyor. Aksine sorunlu sosyal yaşamlar, tıkanmış toplumsal sorunlar ortaya çıkartıyor…


Ne Yapmalıyız?
Daha çok üniversite, daha çok bölüm, daha çok öğrenci yaklaşımı ile hem yüksek öğretim kalitemizi hem de gençlerimizi heba ediyoruz. Oysa yapmamız gereken bunun tam tersi olmalıdır…

Üniversitelerimiz bilim yapmalı, yeni fikirler üretmeli, toplumsal sorunlara çözüm önerisi getirmelidir. Bunun için de üniversitelerimiz, bir an önce üst düzey öğrencilerin tercih ettikleri kurumlar haline dönüşmelidirler… Üniversitelerimiz, öğrenci parasıyla değil, bilim yaparak gelir elde etmeyi öğrenmesi lazım. Yoksa 110 bin değil 210 bin öğrenci olsa kaç yazar…

Örneğin, YÖK’ün önemli bir denklik kriteri olarak belirlediği dünyadaki ilk 500 üniversite içinde olma gailesi çeken üniversitemiz var mı? Bunu bir hedef olarak belirleyen üniversite yönetimi var mı? Ya da Büyükelçi Halil İbrahim Akça’nın bahsettiği yüksek öğretim stratejik planı içerisinde KKTC’deki üniversiteleri bu anlamda destekleme var mı? Ne yazık ki bu sorulan “evet” değil…

Bu noktada kanımca atılması gereken ilk adım üniversitelere girişte, kontenjan odaklı sıralama sınavı yaklaşımının terk edilerek, her bölüm için ihtiyaç duyulan yeterlilikler belirlenerek, bu yeterlilikleri gösteren öğrencilerin üniversiteye kabul edilmesini sağlamak olmalıdır. Bu durum hem yüksek öğretim kalitesini artıracak hem de ortaöğretim kademesindeki liselere, yakalanması gereken yeni bir hedef ortaya koymuş olacak…

Bütün bunlar için söylenmesi gereken bir şey daha var… Bu yazıda bahsedilenlerin tamamından ülkemiz adına sorumlu olan bir kurum var, YÖDAK… Bir an önce YÖDAK’ın görev, yetki ve toplumsal sorumluluğunu gereğini yerine getirerek ülkemizdeki yüksek öğretim planlaması ve kalitesinin artırılması anlamında ihtiyaç duyduğu adımların atılması gerekliliğidir…

-----------------------------------------------------------------------------


Anlayana Gülmece

Okul Bitince

Delikanlı okulu bitirdikten sonra müracaat ettiği mağazada çalışmak üzere ise kabul edilmiş. Büyük bir sevinçle ertesi gün işe başlamak üzere mağazaya gelmiş. Mağaza yöneticisi sevecen ve sıcakkanlı bir şekilde delikanlıyı karşılayarak;
- “Hoş geldin”   diyerek ve delikanlının eline bir süpürge tutuşturarak…
- “İlk önce şu süpürgeyle arka taraftaki rafların altını temizleyiver” diye konuşmasına tamamlar…
Delikanlı kızgınlığı yüzünden belli olacak şekilde;
- "Ben üniversite mezunuyum".
Yönetici bunun üzerine bir adım geriye çekilerek,
- "Özür dilerim, bilmiyordum. Süpürgeyi bana verirsen nasıl temizlik yapman gerektiğini gösteririm"