1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. ZAMANI UZATABİLMEK
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

ZAMANI UZATABİLMEK

A+A-


Bu yıl soğuk şehirlere yolculuklar sayesinde kışı iyice hissettim. Çok hareket halinde olmanın bir kötü tarafı var. Yazıyla ilişkisini bozuyor insanın…  Bir süre sonra o hareketli zamanlar yaratıcılığı beslemeye başlıyor  gerçi… Farklı mekânların, insanların, yaşanmışlıkların uğultusunun dinmesi, anlam kazanıp bir anlatıya dönüşebilmesi için zamana ihtiyaç var. Bir süredir yazmak için yoğunlaşmakta zorlanıyorum. Son haftalar eskiyen ayları kırpıp yıldız yaptığımı fark etmişsinizdir. Yolculuğun sonuna geldim artık. Siz bu yazıyı okurken ben Kıbrıs’taki evimde gündelik hayatın dertleriyle didişiyor olacağım. Şu an bir İstanbul öğleden sonrasındayım. Erkenden kararmaya başladı hava. Penceremden, yapraksız ağaçları, sokağın yavaş yavaş yanan ışıklarını, bilmediğim hayatlara doğru yürüyen insanları gözlemliyorum. Doğrusu Kıbrıs’ı, oradaki yalnızlığımı ve de dostluklarımı  özledim. Eskiden çok duygusal dalgalanmalar olurdu hayatımda, şimdilerde daha sakinim sanki. Hayatı daha iyi kavrayabildiğimden belki… Belki de kendi iç dengelerimi bir biçimde tutturmuş olmamdan… Hep böyle gitmeyecek biliyorum. Sen ne kadar kendini sakin ve durgun hissetsen de birden birisi bir taş atar ve içindeki sular hareleniverir.

Berlin, New York ve İstanbul’da geçirdiğim tatil, metropollerin renkliliği yanında yıkıcılığını, çoğaltır gibi yapan yalnızlaştırıcı tüketiciliğini de hissettirdi bana… Yine de doyamadım hiçbir yerlere… Sanki biraz daha tanımalıymışım bağlanmak için duygusu vardır ya birilerinden, bir yerlerden ayrılırken… Onun o saçma sapan burukluğu işte…

Galiba böyle dolaşırken kendi içimdeki o uzun yolculuğu ihmal ettim biraz. Kafam sayısız görüntüler ve seslerin dolandığı bir kargaşa arenası şimdilerde… Bir süre sonra belki daha sakin bakabileceğim yaşanan her şeye… Bazen birileri ortak bir anı anlatınca, ya da eski bir yazı ya da fotoğrafla karşılaştığımda ne çok şeyi unutmuşum diye düşünüyorum. Bellek kendince eliyor kimi anları. Bunu anlamaya çalışmışımdır hep, bazı yaşanmışlıklar neden hala capcanlı ve bazıları neden böyle silik diye… Sonuçta hayatın bir dönemine dair bir duygu kalıyor geriye… O duygu da zamanla rafine hale geliyor sanki… Şu an geriye doğru baktığımda arada küçük ışıltılar bulduğum karmaşık anılar görüyorum. İçimi acıtan küçük ayrıntılarsa baskın geliyor nedense. Çok kızıyorum bunun için kendime. Küçük bir suçluluk, pişmanlık, bir utanç anı baskın gelebiliyor onca güzelliğe.

Bazı kederli anlarda, geçmişteki güzellikleri düşünmeye çalışırım içimin ağırlığını hafifletmek için… Hiçbir anı saf güzel değildir kuşkusuz. Her güzelliğin içinde ufak yara izleri, kalp ağrıları, kafa karışıklıkları bulmak mümkündür.

Onca yoğunluktan sonra ilk kez böyle sakin bir gün geçirdiğimden mi nedir epey bocaladım sabahtan beridir. Bir şey sonlanırken insanı yoklayan o eksik kalmışlık duygusu belki de böyle içimi buran.

Çok bocaladığım anlarda içimi iyilik ve sevgiyle doldurmaya çalışırım. Siz de yapar mısınız bilmem, “iyi olmalıyım, dünyaya şefkatle bakmalı, her şeyi sükûnetle karşılamalıyım” diye telkin ederim kendime… Hayatı bir nebze olsun kolaylaştırır bu…

Kendimi iyice kirlenen bazı politik, sosyal gündemlerin olabildiğince dışında tutmaya çalışıyorum son sıralar. Kitaplar, filmler, sergiler doldursun istiyorum hayatımı… O zaman da bütün bu kopukluk, duyarsızlık ve aidiyetsizlik içinde bir boşluğa doğru savruluyormuşum duygusuna kapılıyorum.

Herkesin bildiği, ya da bildiğini sanıp üzerine konuştuğu güncel gelişmelerin uzağında durarak kirlenmekten, adaletsizlik korkusundan azade olabilir mi insan?

Bu tatil biterken beni biraz da gerçek hayata, onun sarsan gerçekliklerine taşıyor olacak. Yapmam gereken onlarca şeyin gerginliği şimdiden nüfuz etmeye başladı bedenime.

Bütün bu tatil kargaşası  içinde belki de pek çok kimsenin çoktan beridir bildiği bir gerçeği keşfettim. Geçip gittiği için kederlendiğimiz zamanı uzatmak bizim elimizde. İnsan bir günü isterse çok uzun, çok verimli yaşayabilir. Kimileri bunu çoktan keşfetmiş olmalı ki hayatla bir yarış halindeler. Benim sözünü etmek istediğim şu keyif ve haz obezitesi, kendin için daha çok almalar çılgınlığı değil, dünyayı iliklerinde duyup kavrayarak onunla bütünleşebilme hali… Çocukluktakinin benzeri daha durgun yaşamlar. Tempoyu hızlandırmak değil düşürmek daha çok da.

Eve dönerken cesaretimi toplamaya çalışıyorum yeniden. Sen zor olabilirsin hayat, Ama çetin ceviz sayılırım ben de…

Bu yazı toplam 2311 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar