1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Yine bir “kayıp” yazısı: Esat F. Muhtaroğlu
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Yine bir “kayıp” yazısı: Esat F. Muhtaroğlu

A+A-

Üçüncü haftaya girdik; yazımın rengi siyah, duygularım gri, ardlarından kalanlar beyaz...

Babamla başlamıştım “kayıp” yazılarına, sanki bir “dizi”ye adım atmış gibi.
En zor yazılarımdan biri oluyor bu tür çiziktirmeler.
Kelimeler kifayetsiz, cümleler birbirine inat, yakınlaşmaktan kaçar gibi.

Ama yazmak gerekiyor; bir yerlere not düşmek adına, yaşanmışlıkların ve geride bırakılanların toprak zerresine dönüşmemesi için.

Yazmak gerekiyor; hani bilmeyenler, görmeyenler, duymayanlar da duysun diye “kaybettiklerimizin” bizden çok toplumsal değerlerini.

Yazmak gerekiyor; belki bir iç döküş niyetine, gözyaşlarını hapsederken, kaleminin mürekkebinde yüreğinin acısını, özlemini aramak gibi.

Yazmak gerekiyor; hem unutmuşsan yeniden hatırlamak yüzlerini, sözlerini, kendilerini.
İkinci “kayıp” yazım geçen hafta oldu Suna hanımın vefatını duyunca.
Sanki sekiz milimetrelik bir film şeridini, film makinesine sarmış da sessiz, titrek bir görüntüyü izliyormuşum gibi.

Ve bu hafta üşüncü yazım oluyor içimden “dur” dercesine “kayıp” yazılarıma.
Edebiyat dünyamızda bir yaprak dökülüşü gibi. Ardı ardına iki yazarımız, araştırmacımız.
Bu kez Esat Faik Muhtaroğlu’nu yitirmişiz.
Tarih 30 Eylül’ü gösteriyordu.

Babamın acısı içerisinde yol alırken durmaksızın, kızı Işık hanım aramıştı beni başsağlığı dilemek için. Esat beyi sorunca, hastahanede yattığını, pek de iyi olmadığını dile getirmiş, bu süreci üç ay boyunca yaşayan biri olarak neler hissettiğini anlamak benim için zor olmamıştı. Ama hastanız nefes aldığı sürece, umudun da Allah’tan kesilmediği bir gerçek.

Esat bey ile ilk tanışmamız “Kıbrıs Türk’ü Budur İşte” isimli, 2005 yılında çıkardığı kitabıyla olmuştu. Eski bir öğretmen, başöğretmen olarak müthiş anılarla dolu ve beni derinden etkileyen arşivciliğini görünce, yaşının ilerlemiş olmasına rağmen bildiklerini, hatırladıklarını yazmada gösterdiği enerji karşısında nutkum tutulmuştu adeta. Kendisini programıma ilk kez davet ettiğimde, güleç yüzlü sevgili eşiyle, hayat arkadaşıyla birlikte gelmişti. İnanılmaz bir sözlü tarihti Esat bey. Konuştukça, anlattıkça anlatıyor, “programımızın sonuna geldik” anonsumun ardından da her zaman, “daha yeni başladıydık” diyordu tam da bizim Kıbrıs ağzımızla. O kadar doğal o kadar mütevazı bir insandı ki, anlatmak zor.

Sonra ardından 2006 yılında bu kez “Kıbrıs Türk’ü Budur İşte”nin ikinci cildi geldi. Yine kendisini porogramıma aldım. Yine konuştuk ve yine programın sonunda “daha yeni başladıydık” dedi bitmez tükenmez enerjisiyle. Bana bir de ilk yayınını hediye etmişti, “Çocuklarımıza Hikayeler” üst başlıklı “Pilot Ali” kitapçığıydı bu.

1960’larda yayınladığı saman kağıt dediğimiz cinsten bir kitapçıktı. Gözüm gibi saklıyorum. 2012 yılında ise “Atatürk Kıbrıs’ta” isimli yeni bir yayını çıkmıştı. 28 Kasım 2012 tarihli imzasını taşıyan kitabını yine bana göndermiş, tanıtımını yapmış ama programa almamız nasip olmamış işte.

Böylesine üretken, böylesine belgeci bir kişilikti bana göre Esat bey. Ve iyi ki yazmış, iyi ki ömrü yettiğince bizimle bilgilerini, anılarını, düşüncelerini paylaşmış. İşte sonunda kalıcı olan da bunlardı her zamanki gibi. Bugün onu da açtığım yeni bir dosyanın içerisine hüzünle koydum: “Sözü Uçup Yazısı Kalanlar”. Birgün belki bu isimle onlarla yaptığım röportajları okurla buluşturacağım.
Nurlar içinde uyuyun Esat bey...

Bu yazı toplam 2379 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar