1. YAZARLAR

  2. Mert Özdağ

  3. ‘Yavaş sürün lan!’
Mert Özdağ

Mert Özdağ

‘Yavaş sürün lan!’

A+A-

22 OCAK OLAYI  / LOKMACI OLAYI / KARİKATÜR TEPKİSİ

 

 

‘22 Ocak Olayları’nın çevresinde gezmeye, ‘neden’ sorusuna yanıt aramaya devam ediyoruz.

Deniz ötesinden gelen emir dışında ne var diye düşünmek, kafa yormak irdelemek gerekiyor.

Biraz geçmişe gidelim, Şubat 2017’de, 6 şahıs Lokmacı Barikatı’nın olduğu sokakta adeta terör estirdi, 3 arkadaşımızı feci şekilde darp etti.
Darp edilen kişiler arkadaşlarımızdı, tanıdığımız simalardı… Peki olay basit bir adli vaka mıydı? Bence değil!
Burada durup dikkatlice düşünmek gerekiyor.
Lefkoşa Surlariçi’nde büyüdüm. Çocukluğum o sokaklarda geçti, değişime bizzat tanık oldum.
Şimdi yaşananları gördükçe başımı ellerimin arasına alarak düşünüyorum.
Gelin ‘sesli’ düşünelim! Utku Karsu’nun “turist” karikatürüne gösterilen orantısız tepkiler, Lokmacı’daki olay ve son olarak 22 Ocak olayları olarak bilinen şiddet olayları…
Yaşanan bu olaylar dizisi (ki son 1 yıl içerisinde yaşadık hepsini) bazı gerçekleri yeniden ve çok daha sert bir şekilde yüzümüze vurdu dostlar.
Oysa ki biz bu Suriçine, kırsala ve  o bölgelerde yaşananlara sırtımızı dönmüş, orayı "yok hükmünde" sayıyorduk bunca zaman.
Ortada duran ve görmezden gelmek için çabaladığımız sorunu 'etnik' şifrelerle çözmeye çalışıyoruz şimdi…
Daha önce de bu örneği verdim, yine bahsedeyim.  Bir süre önce bir arkadaşıma ait lüks sayılabilecek bir araçla Lefkoşa Surlariçi’nde gece seyir halindeydik.
Karanlık sokakta ilerlerken haliyle yavaş gidiyor, sokaklardan çok düşük hızda geçiyorduk.
Dikkatinizi çekerim, araba dikkat çekecek kadar lüks bir araçtı!
Gece karanlığında bir grubun yanından geçerken hiçbir trafik hatamız yokken "YAVAŞ SÜRÜN LAN!" diye bir tepki ile karşılaştık!
Aslında tepki, bizim aracı hızlı sürmemizden kaynaklanmıyordu, zira hızlı değildik.
Tepki çok başka sebeplere dayanıyordu.

                                                                 *  *  *

"Kıbrıslılar" çok önceleri bölgede yaşıyordu, bilirsiniz.
"Kapımız açık uyurduk" dedikleri günleri şimdi bir nostalji gibi yad ediyorlar.
Deniz ötesinden gelen manevi, kültürel ve ekonomik baskıya, nüfus baskısının da eklenmesiyle safına dönmeye çabalayan "Kıbrıslı"  yeniden geldiği yere, özüne dönmeye meyil aldı son birkaç yıldır. 
Garavolli Restoran, Tabba Püskül Bar, Piron Restoran gibi isimlerin yoğun olarak kullanılmaya başladığını fark etmişsinizdir.
Köylerdeki “festivalleri” de buna ekleyebilirsiniz.
Buna paralel olarak Lefkoşa Surlariçi'ne 'geri dönüş' işaretleri veren yeni mekanların bölgeye taşınmasının yoğunlaştığını izliyoruz.
Bu ‘geri dönüşün’ beraberinde bazı sorunları da getireceğini kimse kestirememiş anlaşılan.
Oysa biz bu bölgeyi çoktan terk etmiş, evleri satmış, kiralamış Türkiye'den ülkeye gelenlerin barındığı bir 'işçi yatı evi'ne, göçmen bölgesine dönüştürmüştük!
Şimdi o ‘göçmen bölgesine’ barlar açıp eğlenebileceğimizi sanıyoruz!
‘Sanıyoruz’ diyorum çünkü, bölgede yaşayan insanları ötekileştirmiş, eğitimden tutun da sosyal yaşamlarına kadar hiçbir katkı yapmamış, hep öteki kalmaları için çabalamış ve adeta surların arkasında kalmaları için elimizden geleni ardımıza koymamışız.
Bu süreçte hesaba katmadığımız bir şey vardı.
O bölgede yaşayanlar çocukları yaşadıkları eğitimsizlik ortamında, yoksulluk içinde doğacak, büyüyecek ve birer ergen-yetişkin halini alacaktı.
Bunu hiç düşünemedik!
O 'ötekilerin' yerine yenileri gelecek, çoğalacak ve orada oluşan bu 'yeni kültürdekiler' kendini 'orijinal Kıbrıslı' görenler arasında bir uçurum olduğunu anlayacaktı.

Bu uçurumun etnik bir temele dayanmadığını belirtmek isterim!
Arada var olan, yaratılan bu uçurum, fark, ya da adına ne isterseniz deyin bir sosyal sınıf meselesidir.
(Çok yakından takip ettiğim, tanıdığım Surlariçi'de yaşamaya devam eden kimi yoksul 'Kıbrıslı' ailelerin çocuklarının da sokaklarda bonzai batağında düşmüş olduğunu söylemek isterim)
Mesele insanların etnik kimliği ile alakalı değildir.
Mesele, o bölgede, ya da kırsalda, söz konusu kesimde yoğunlaşan ve ülkedeki diğer sosyal gruplardan daha farklı bir pozisyonda şekillenen sosyal bir sınıf meselesidir.
Daha açık söylemek gerekirse, olay,  alt gelir gruplarından olan insanların üst gelir gruplarına tepki göstermesi, öfkelenmesi ile başlayan yeni bir çatışma-gerilim durumudur.
Tıpkı özel sektör çalışanının kamu çalışanına öfkelenmesi gibi…
Bize "Yavaş sürün lan" diyenin tepkisi, hızımıza değil, içinde bulunduğumuz arabaya, yaşadığımız hayata, kendisinin içinde bulunduğu yoksul duruma gösterilen sınıfsal bir tepki-öfkelenme haliydi anlayacağınız. 

                                                                 *  *  *

Bu gerçeğin varlığı elbette yeni değildir.
Ancak son yaşanan olay ‘yeni’ tepkilere yol açmıştır.
Bu 'yeni durum' olayın ilk kez açık bir şekilde ‘sağcı ileri gelenler’ tarafından yorumlanmasına neden oldu.
Lokmacı olayının yaşandığı günlerde, sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla sağcı eski bir bürokrat "Surlariçi yıkılsın. Yerine güvenli yerler inşa edilsin" deyiverdi.
Sanki mesele Surlariçi'ndeki binalarmış gibi!
Bunca yıl görmek istemediğimiz, surların arkasına sakladığımız o gerçek şimdi bir tokat gibi yüzümüze vuruyor dostlar.
Ve üstelik bu konuyu bu güne kadar hiç konuşmayan çevreler bir "Surlariçi yıkılsın- Bölge pislik yuvasıdır"  demeye başladı bile!..
Elbette yıkılması gereken bir şeyler vardır ancak bu bölgedeki binalar değildir.
Yıkılması gereken "Rum ile nüfusu eşitleyeceğiz" şiarından beslenen yanlış nüfus politikalarıdır,  kimlikle giriş meselesidir.
Yıkılması gereken kafalardaki duvarlardır.
Yıkılması gereken insanları etnik kimliği ile yorumlayıp, sorunun bir sosyal sınıf meselesi olduğunu görmezden gelen anlayıştır. Bizi bir arada değil, ayrı ayrı gettolaştıran, ötekileştiren sistemin deniz aşırı sahipleridir belki de!
Elbette güvenlik de güncel olanlar ilgili önemli bir gerekliliktir, polis o bölgeye özel önem göstermelidir.
3-5 serserinin sokaklarda terör estirmesine izin vermemesi gereken polistir!
Bölgede artırılması gereken polisiye önlemlerle ateşin üzerine biraz olsun su dökebiliriz.
Ancak ateşi tamamen söndürmenin yegane yolu polisiye tedbirler değildir. Bunu 22 Ocak olaylarında yaşadık. Elbette polisiye tedbirler önemliydi ama kafalardaki kiri nasıl temizleyeceğiz?
Surlariçi’nde açtığımız yeni mekanlar tabii ki önemlidir, ‘sahip çıkışın’ bir göstergesidir, artmalıdır.
Ancak bunlara paralel insana yönelik siyasetlerin geliştirilmesi önemlidir.
Bölgedeki çocuklar neden okula gitmiyorlar diye hiç düşündük mü mesela?
Karanlık sokaklardaki gençler neler yapıyorlar, kimlerin kıskancındadırlar, kafa yorduk mak gerekiyor.

                                                                 *  *  *

Bizzat devletin yarattığı, dinamitini TC ve KKTC devletlerinin ortaklaşa döşediği bir alan Kuzey Kıbrıs.
Her şey bir biri içine geçmiş durumda, kimin “yerleşik” kimin mevsimlik, kimin kaçak, kimin öğrenci, kimin geçici işçi olduğu belli değil.
Bu belirsizlik çözülmeden çatışmanın önüne geçmek güç…Kıbrıs’ın kuzeyindeki belirsiz nüfus siyaseti ile mücadele sürerken buna paralel yoksulluğa ve ötekileştirmeye karşı siyasetler geliştirilmesi elzemdir.
Yoksullukla mücadeleyi salt ekonomik olarak görmüyorum.
Sokakta büyüyen çocukların eğitime yönlendirilmesi de bir mücadele şeklidir, bu konuda kafa yoran sivil toplum örgütleri desteklenmelidir.
Fakirin,  yoksulun, dışlanmışın, horlanmışın, tutunamayanın milleti yoktur ve ısrarla belirtmek isterim ki Surlariçi denilen bölgede uyuşturucu batağına düşen- suç işlemeye meyilleşen yoksul Kıbrıslı ailelerin çocukları da vardır.
Sorun etnik değil, ekonomiktir, siyasidir.
Çözümü de sınıf siyasetlerinin ileriye taşınması, nüfus siyasetlerinde radikal tedbirler ve bunlara eklenecek güvenlik tedbirleri ile mümkündür.
Umarım Lokmacı olayı ve 22 Ocak olayları gibi böylesi korkunç olaylar bir daha yaşanmaz.

Bunun için siyasete düşen görev büyük, çok büyük…

Olayların deniz ötesinden gelen emir dışında, bir zemini olduğunu ve bunda payımız olduğunu varsayarak…

 

 

 

Bu yazı toplam 2728 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar