1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Yalancının mumu yatsıdan da öte yanar: konuşmanın ve yalanın deneysel psikolojisi üzerine
Yalancının mumu yatsıdan da öte yanar: konuşmanın ve yalanın deneysel psikolojisi üzerine

Yalancının mumu yatsıdan da öte yanar: konuşmanın ve yalanın deneysel psikolojisi üzerine

, McGurk ve MacDonald’ın daha sonra Nature dergisinde yayınladıkları ve günümüze dek binlerce kez referans olarak gösterilen çalışma ile işitsel-görsel konuşma algısı ve gelişimi yeni bir alt alan olarak ortaya çıkar.

A+A-

 

 

Doğu Erdener
Psikoloji Programı
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Kuzey Kıbrıs Kampüsü

vdogu@metu.edu.tr

 

Özellikle yüz yüze konuştuğumuz durumları bir canlandıralım gözümüzde. Hatta şu yazıyı okuyacaksanız bile bir an için yanınızda birisi varsa ona bir merhaba deyin, ya da ne bileyim bir bardak su isteyin. Ama yüz yüze konuşun bir kaç saniye de olsa. Sonra da bu yazıya dönün.  Döndünüz mü? Tamam. Devam edelim. Bu, kâğıt üzerinde de olsa, olabildiğince hafif interaktif girizgâhın nedeni konuşma dediğimiz sadece olmadığı konusunda küçük bir farkındalık yaratmaktı. Şimdi biraz daha açalım.

Öncelikle fark etmiş olabileceğiniz üzere şu ana dek sadece insana özgü olduğu bilinen konuşma dediğimiz iletişim şekli ekseri yüz yüze vuku bulmaktadır – telefonda konuşmadığımız ya da görme engelli olmadığımız sürece. Peki, konuşma dediğimiz şeyin yüz yüze olması ile olmaması arasındaki fark nedir? Çok kısa yanıtı: pek çok. Fi tarihinden bu yana bildiğimiz üzere konuşan bir kimsenin yüzünü görmemiz ile görmememiz arasında verilen mesajı anlama boyutunda manidar bir farklılık olduğu biliniyor – konuşan birinin yüzünü gördüğümüzde söylenenin manasını daha iyi anlıyoruz (Cotton, 1935). Cotton’un 1935 senesindeki bu bulgusunun unutulmasından yıllar sonra bebeklerde görsel algı üzerine çalışan Harry McGurk asistanı John MacDonald ile birlikte – kendisinin de daha sonradan tam olarak anımsayamadığı bir amaçla – içinde [ba], [da] ve  [ga] hecelerinin kaydedildiği videobantlar hazırlarlar. Bu bantlardaki ses ve görüntü kayıtlarını sadece  [ba] ve  [ga] hecelerini içerecek şekilde bir dizi uyaran tasarlar. 1976 senesinde elbette ki bugün elimizin altında olan cep telefonu ve bilgisayar uygulamaları olmadığından kampüste görevli video teknisyeninden içinde sadece [ba] ve  [ga] hecelerinin kaydedildiği videobantlar hazırlamasını ve kesinlikle [da] hecelerini kullanmamasını ister. Teknisyen de bu bantlardaki ses ve görüntü kayıtlarından sadece  [ba] ve  [ga] hecelerini içerecek şekilde bir dizi uyaranı istendiği şekilde hazırlar. Bir zaman sonra bantlar McGurk’ün laboratuvarına ulaşır. Bantları izleyen McGurk çok öfkelenir. Zira izlediği kayıtlardan bazılarında [da] hecesi kullanılmıştır kesinlikle istemediği halde.  Bunun üzerine McGurk telefona sarılır ve teknisyene neden özellikle belirttiği halde [da] hecesini kullandığını sorar. Teknisyen ise McGurk’e kendisinden istendiği üzere  [ba]- [ga] kombinasyonlarını kurguladığını söyler ve tartışma da neyse ki fazla da uzamadan biter. Zira asistanı John MacDonald da kayıtları izler ve Harry McGurk’ün yanına gelir. Kendisine derhal kayıtları bir daha izlemesini, hatta izlerken önce gözünü kapatarak, sonra da açarak izlemesini söyler. Durum hayret vericidir; teknisyen haklı çıkar. Adam aynen McGurk’ün istediği gibi hazırlamıştır videobantları. Olan, özellikle de işitsel [ba] + görsel  [ga] kurguları ile alakalı olarak şudur: [ba] ve  [ga] heceleri görsel ve işitsel boyutta birbirlerinden farklı olmakla birlikte, [ba] işitsel olarak [da] hecesine, [ga] hecesi de görsel olarak  [da] hecesine benzemektedir (burada teknik pek çok detaya hiç girmeyelim). Dolaysıyla işitsel [ba] ve görsel [ga] kombinasyonunun da [da] algısına yol açmakta olduğunu anlar McGurk ve MacDonald[1] ikilisi. Buna ek olarak, McGurk ve MacDonald görsel konuşma bilgisinin (kısaca konuşma esnasındaki yüz ve dudak hareketleri) işittiğimiz konuşma bilgisine entegre olmasının yaş ile birlikte, çocukluktan yetişkinliğe doğru arttığını da ilk kez göstermişlerdir.  McGurk İllüzyonu denilen bu fenomen, aralarında Türkçenin de (Erdener, 2016) dâhil olduğu pek çok dilde net bir şekilde görülmekte iken, Çince ve lehçeleri gibi bazı dillerde göreli olarak daha az kuvvette rastlanmaktadır.

Velhasıl kelam, McGurk ve MacDonald’ın daha sonra Nature dergisinde yayınladıkları ve günümüze dek binlerce kez referans olarak gösterilen çalışma ile işitsel-görsel konuşma algısı ve gelişimi yeni bir alt alan olarak ortaya çıkar. Bir nevi, konuşma dediğimiz şeyin sadece işitsel değil, görsel bir süreç de olduğuna dair Pandora’nın kutusu açılmıştır. Özetle bu literatürün bize gösterdiği şu: Konuşma esnasında konuşmacının suratını görmek hem konuşmanın algılanan netliğini ve kalitesini arttırmakla kalmıyor, başka faydalar da sağlıyor – şayet kullanılırsa. İşte tam da bu kullanma / uygulama noktasında deneysel psikoloji “gerçek hayatta” bir işe yaramaya başlıyor. Tabii deneysel psikoloji (artı incelenen davranışın paralelde seyreden fizyolojik süreçleri) insan davranışının doğası konusunda bizlere çok kıymetli bilgiler sunarken, günümüzün ağır sıklet şampiyonu neoliberal düşüncenin gözünde doğrudan bir artı-değere tek adımda dönüşemediği için kıymeti de hemen anlaşılamayabiliyor. Odağımızı yitirmeden, bu refleksi cümleden sonra konumuza devam edelim.  Deneysel psikolojinin alt alanlarından dil psikolojisinin çiçeği burnunda sayılabilecek olan alt alanı işitsel-görsel konuşma algısı çalışmalarının uygulama anlamında katkı verdiği alanlardan biri yabancı dil öğretimi. Yukarıda bazı dillerde bu görsel bilginin nispeten daha az kullanıldığını (en azından biraz da esas olarak modası geçmeye başlayan McGurk yanılsaması çerçevesinde) belirtmiştik. Fakat ana dil olarak hangi dili konuşursak konuşalım, yabancı bir dilde konuşan bir kişiyi dinlediğimizde görsel bilginin katkısı ve rolü birdenbire artıyor. Pek çok çalışma yabancı bir dildeki konuşmayı dinlerken şayet konuşmacının yüzünü görürsek, daha sonra bu dildeki telaffuzun da daha net olduğunu ortaya koymuş durumda (Hazan, Sennema, Iba ve Faulkner, 2005; Erdener ve Burnham, 2005). Yani özetle, yabancı bir dil öğrenirken ya da konuşurken konuşmacının yüzüne de bakmak gerekiyor. Bu temel bilginin bilinçli bir şekilde yabancı dil eğitim müfredatlarında dâhil edilmesi dil psikologlarını ve yabancı dil öğretimi uzmanlarını ve de teknolojiyi de düşünecek olursak mühendis ve yazılımcıları uzun bir süre baş başa çalıştıracak kocaman küresel bir proje olma potansiyelinde.

Netice itibariyle ister çocuklarda konuşma bozukluklarını anlama çabalarında (Dodd, McIntosh, Erdener ve Burnham, 2008), ister yabancı dil eğitimine katkıda, isterse de otomatik konuşma tanıma sistemleri geliştirme çabalarında (bkz. The Thinking Head Project, 2007) olsun, konuşan kişinin yüzünü görmek (ve bunun farkındalığı) algı ve de üretim sürecine netlik kazandırıyor. Konuşma dediğimiz ucu bucağı belli olmayan insan davranışının hangi ucundan tutsak, görsel (ve aslında hiç değinmediğimiz başka modalitelerdeki) konuşma bilgisi, ister sözlü ister sözsüz olsun, onulmaz bir biçimde tüm literatürdeki eski soruların yeniden sorulmasına ve yeni soruların da sorulmasına vesile oluyor.  

 

* * *

 

Bir kişinin konuşma esnasında yüzüne bakmak ve bunun farkındalığı, evet, dilbilimsel manada bir algısal ve pratik olarak avantaj sağlıyor. Öte yandan çok farklı bir boyutta da görsel konuşma bilgisinin, yani konuşma esnasındaki yüz hareketlerinin faydalı olduğunu söylemek mümkün: yalan. Bunu biraz – ama abartmadan – klasik anlamdaki dilbilimsel boyutta kısaca açıp, görsel boyutuna bir bakalım.

Yalan söylemek herşeyden önce yalan söyleyenin kendisini odak noktasından ırak tutma çabasını içeren bir eylem. Dilbilimsel açıdan yapılan araştırmalara göre yalan söyleyenler “ben”,  “beni”, ya da “bana” gibi öz-referans kelimelerini, ya da “o”, “onlar” gibi üçüncü şahıs zamirlerini bir konuda doğruyu söyleyenlere kıyasla daha az kullanırlarken, “gelmek”, “gitmek”, “koşmak”, “örtmek” gibi fiil kelimelerini daha fazla kullanmaktadırlar (DePaulo, Lindsay, Malone, Muhlenbruck, Charlton, ve Cooper, 2003). Bunun yanı sıra yalan söylemek zaman da isteyen bir fiiliyat. Yalan söyleyenler bir soruya cevap verdikleri zaman bu cevabı vermeleri doğruyu söyleyenlere kıyasla daha uzun zaman almaktadır. Zira doğru olan bir bilgi ve hakikat hazırdır, olduğu gibidir ve ifadesi için sadece cümle ya da cümleler kurmak gerekmektedir. Yani var olan bir olguyu sembollerle ifade etmektir. Ek bir kurguya ya da bilgiye gerek yoktur. Oysa yalan söylemek hem olmayanı değiştirmeyi ya da yaratmayı gerekli kılmasının üzerine bunun dil dediğimiz sembolik ifadeye dökülmesini de gerektirir. Yani ciddi bir glikoz tüketimini gerektirmektedir beyin süreçlerinin harcadığı enerji bazında. Bir diğer deyişle, yalan söyleme ya da gerçeği çarpıtma durumunda yalan söyleyenlerin söyledikleri yalan üzerine daha çok düşünmeleri, bunu kurgulamaları (Walczyk, Roper, Seeman, ve Humphrey, 2003) ve kurguladıkları hikâyedeki iç tutarlılıklara dikkat etmeleri gerekmektedir. Yalan söyleyen kişilerin insiyaki olarak kullandıkları farklı stratejiler bulunmaktadır bu gerekli zamanı kazanmak için. Bunlardan biri duraksama ünlemlerinin kullanılmasıdır. Örneğin, Arciuli, Mallard ve Villar’ın 2010 yılında Applied Psycholinguistics dergisinde yayınladıkları çalışmada, yalan söyleyenlerin doğru söyleyenlere kıyasla “hmmm” gibi duraksama ünlemlerini daha sık ve uzun süreli kullandıklarını ortaya koymuştur. Bu duraksama ünlem ve uzatılmış süreleri söylenecek olan yalanın planlaması ve sunumu için zaman tanıyan bir süredir ki insan beyninin çalışma hızı göz önüne alınacak olursa bu tip duraksamalar yalancıya kıymetli ve eser miktarda bir zaman kazandırmaktadır. 

Yalan söyleyenlerin şu ana dek herhangi bir çalışma yapılmamış da olsa, doğru söyleyenlere kıyasla daha hiperartiküle (daha net, ve tane tane) konuştukları tahmin edilebilir. Lees ve Burnham’ın 2005 senesinde yaptıkları bir çalışmada hiperartiküle konuşma stilinin daha anlaşılabilir olduğunu göstermiştir. Bu bağlamda yalan söyleyenlerin ikna etme olasılıklarının arttırmak amacıyla insiyaki olarak daha hiperartiküle konuşacakları varsayılabilir bir hipotez olarak.

Yalan söylerken bakılabilecek olan görsel ipuçlarından biri göz temasıdır. Burns ve Kintz’in 1976 yılında yaptıkları bir çalışmada yalan söyleyenlerin ekseri olarak karşı cins ile daha uzun süre göz teması kurdukları ancak hemcinsleri ile daha az bunu gerçekleştirdiklerini göstermiştir. Bu bağlamda yapılan çok sayıdaki çalışmalardan birisinde yalan söyleyenlerin, cinsiyetten bağımsız olarak, bilinçli bir şekilde göz teması sağlamaya çalıştıkları tespit edilmiştir (Mann, Ewans, Shaw, Vrij, Leal ve Hillman, 2013). Temel olarak yalan söyleyen bir kişinin bilinçli bir şekilde göz temasında bulunmasının iki sebebi olduğu öne sürmekte Mann ve arkadaşları. Birincisi, yalan söyleyenin ana amacı hedefi doğrultusunda ikna edici olmaktır. Netice itibariyle de yalan söyleyen bu amacı doğrultusunda amacına ne kadar ulaştığını da anlamak, bilmek isteyecektir. İkincisi ise ikna etmek istediği kişiyi takip etmek, dolayısıyla karşısındakinin ne kadar kani olduğunu anlamaktır. Bunun yanı sıra bu çalışmada yalan söyleyenlerin karşılarındaki ile doğru söyleyenlere kıyasla daha fazla “hemfikir gibi” göründüklerini ortaya konulmuştur.

Her ne kadar yalan söyleyen kişiler gerek göz teması, gerek olası bir hiperartiküle konuşma tarzı ve gerekse de duraksama ünlemleri gibi refleksi yöntemler kullansalar da esas olarak bu kişilerin, deyim yerindeyse, atasözündekinin aksine mumları yatsıya kadar pek yanmaz; daha da ötesinde, fazla bir süre yanmak durumundadır. Çünkü yalan, üzerine titizlikle çalışılması gereken bir eylemdir. Kurulacak senaryo, bunun iç tutarlılığı, ifade edilmesi, kelime seçimi ve cümle yapısı, yüz mimikleri, kontrol edilecek olan ünlemler, ve dinleyici kişi ya da kitlenin ikna edilmesini, yani belli bir ustalık gerektiren bir eylemdir. Tüm bunlar insanın milisaniyelerle çalışan algı ve konuşma üretimi sistemi için ciddi bir gayret gerektirmektedir. Ancak az evvel dediğimiz gibi, yalan söylemek de bir beceridir. Ve beceri olarak yalan söyleme konusunda uzmanlaşmış bireyler – medya üzerinden ya da yüz yüze iletişim şeklinde olması, meslek, statü vb. çok da fark etmiyor – tüm bu alt becerilerin tümüne senkronize bir şekilde hâkim olabilip, yalan söyleme eylemini örneğin sosyopatlarda görüldüğü üzere patolojik ve çoğu zaman kusursuz bir başarıyla gerçekleştirebiliyorlar.

Yalan söyleme “becerisi” tıpkı görsel konuşma bilgisinin işittiğimizle entegre olmasının yaş ile birlikte artması gibi, gene yaş ile artan bir beceri. Örneğin, Anjanie McCarthy ve Kang Lee (2008) 7 ile 15 yaş arasındaki çocuklar ile yetişkinler arasında yalan söyleme esnasındaki göz temasının anlamlı bir biçimde arttığını göstermiştir. Bunun yanı sıra aynı çalışmada gene yaş ile birlikte yalanı algılama becerisinin de arttığı ortaya konulmuştur. Yani yalan söylemeyi beceremediğimiz dönemde yalanı da algılayamıyoruz, algıladığımızda da ufaktan bu işi daha iyi kotarabiliyoruz – doğamız itibariyle. Dolayısıyla nasıl işitsel-görsel konuşma algısı çalışmaları yabancı dil edinimi sürecine katkı koyacak bilgileri sağlama potansiyelindeyse gene aynı şekilde deneysel (ve diğer alt alanlardaki) psikoloji çalışmaları yalanı tespit etme konusunda bireylerin eğitimine destek verme potansiyelindedir. Yapısal olarak böyle bir becerinin tabandan itibaren eğitim sistemi ile bireylere kazandırılması her ne kadar ütopik gibi görünse de – ki böylesi bir paket bilgiye henüz sahip değiliz – mikro ve makro düzeyde dürüst bir toplumun, dürüst yöneticilerin, dürüst akademisyenlerin, dürüst ilişkilerin, kısacası dürüst bir gezegenin yollarından biri de yalan dediğimiz mekanizma ve becerinin görsel boyut da dahil olmak üzere bilimsel olarak anlaşılıp deşifre edilmesinden geçmektedir.

 

 

Kaynakça

Arciuli, J., Mallard, D. & Villar, G. (2010). “Um, I can tell you’re lying”: Linguistic markers of deception versus truth-telling in speech. Applied Psycholinguistics, 31, 397-411.

Burns, J. A. ve Kintz, B.L. (1976). Eye contact while lying during an interview. Bulletin of the Psychonomic Society, 7, 87-89.

Cotton, J. C. (1935). Normal visual hearing, Science, 82, 592-593.

DePaulo, B.M., Lindsay, J.J., Malone, B.E., Muhlenbruck, L., Charlton, K., & Cooper, H. (2003). Cues to deception. Psychological Bulletin, 129, 74-118.

Dodd, B., McIntosh, B., Erdener, D. ve Burnham, D. (2008). Perception of the auditory-visual illusion in speech perception by children with phonological disorders. Clinical Linguistics and Phonetics, 22, 69-82.

Erdener, D. (2015). Türkçede McGurk İllüzyonu. Türk Psikoloji Dergisi, 30, 19-27.

Erdener, V.D., & Burnham, D.K. (2005). The role of audiovisual speech and orthographic information in nonnative speech production, Language Learning, 55(2), 191-228.

Hazan, V., Sennema, A., Iba, M. ve Faulkner, A. (2005). Effect of audiovisual perceptual training on the perception and production of consonants by Japanese learners of English. Speech Communication, 47, 360-378.

Lees, N. ve Burnham, D. (2005). FACILITATING SPEECH DETECTION IN STYLE! : The Effect of Visual Speaking Style on the Detection of Speech in Noise. Proceedings of Auditory-Visual Speech Processing 2005 (AVSP’05), 23-28.

Mann, S., Ewans, S., Shaw, D., Vrij, A., Leal, S. ve Hillman, J. (2013). Lying Eyes: Why Liars Seek Deliberate Eye Contact. Psychiatry, Psychology and Law, 20, 452-461.

McGurk ve MacDonald (1976). Hearing lips and seeing voices. Nature, 264, 746-748.

McCarthy, A. ve Lee, K. (2009). Children’s knowledge of deceptive gaze cues and its relation to their actual lying behavior. Journal of Experimental Child Psychology, 103, 117-134.

Walczyk, J.J., Roper, K.S., Seeman, E., Humphreys, A.M. (2003). Cognitive mechanisms under-lying lying to questions: Response time as a cue to deception. Applied Cognitive Psychology, 17, 755–774.

 

 

[1] Metinden tam olarak anlaşılması zor olacaktır. Bu nedenle okuyucuya tavsiyemiz McGurk yanılsamasının bir örneğini https://www.youtube.com/watch?v=jGaTC0yx30s adresinden izlemeleridir. 

Bu haber toplam 8204 defa okunmuştur
Gaile 434. Sayısı

Gaile 434. Sayısı