1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “‘Ya hep, ya hiç’ statükonun kalıcılaşmasına sebep oluyor”
“‘Ya hep, ya hiç’ statükonun kalıcılaşmasına sebep oluyor”

“‘Ya hep, ya hiç’ statükonun kalıcılaşmasına sebep oluyor”

CTP-BG Milletvekili Ferdi Sabir Soyer, anayasa değişiklikleriyle ilgili eleştirileri yanıtladı

A+A-

   CTP-BG Milletvekili Ferdi Sabir Soyer, anayasa değişikliğinin daha büyük, özlü ve köklü değişikliklerin potansiyel olarak gelişmesine sebebiyet vereceğini söyledi.

   Anayasa değişikliği için 34 oya ihtiyaç olduğunun altını çizen Soyer, değişiklikler konusunda konsensus sağlamanın gerekliliğine dikkat çekti. Soyer, Geçici 10’uncu madde konusunda konsensus sağlanamadığını ancak CTP-BG’nin  bu konudaki isteğinin eksilmediğini söyledi.

   Soyer, anayasa değişikliği konusundaki eleştirilerle ilgili olarak, “‘Ya hep, ya hiç’ anlayışı sonuçta statükonun korunmasını getiriyor. Bu, ilerlemeyi her zaman kesintiye uğratan, değişimi sürekli öteleyen bir hale dönüşüyor. ‘Ya hep, ya hiç’ mantığı, ağzınız ne kadar değişimden söz ederse etsin, bir anlamıyla da statükonun kalıcılaşmasına sebep oluyor” diye konuştu.

Ödül Aşık Ülker

“Statükoya karşı mücadele sözle değil...”

• Soru: Öncelikle anayasa değişkliklerinden başlayalım. Bu konuda bazı eleştiriler var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Soyer:
Anayasa değişikliği, yaşanan süreç ve referandum aşaması, Kıbrıs Türk toplumunda değişim ihtiyacı ama değişime dönük olarak siyasi ve bir kısım zümresel çıkarlarla direnişin en önemli göstergeleridir. Hem değişim istiyoruz, hem de herhangi bir değişime dönük olarak çeşitli gerekçelerle ve bu gerekçelerin dayandığı özlü noktalar da olmadan bir direniş örgütleniyor, isteksizlik gelişiyor. Bu çoğu kesim için şaşırtıcı olabilir ama benim için değil. Çünkü hep söylüyorum, statükoya karşı mücadele etmek sözle değil, yaşamın içinde hep çok alanda yapılacak gelişme ve ilerlemelerle mümkündür. Bu bizdeki siyasi kültürü de gösteren bir hadisedir kanısındayım. “Ya hep, ya hiç” anlayışı sonuçta statükonun korunmasını getiriyor. Bu, ilerlemeyi her zaman kesintiye uğratan, değişimi sürekli öteleyen bir hale dönüşüyor. “Ya hep, ya hiç” mantığı, ağzınız ne kadar değişimden söz ederse etsin, bir anlamıyla da statükonun kalıcılaşmasına sebep oluyor.
 
Mevcut anayasa 12 Eylül rejiminin bir ürünüdür. Bunun virgülünü bile o günden bu güne değiştiremedik. Bütün denemelerimiz fiyasko ile sonuçlandı. İlk kez toplumsal konjonktürdeki değişimden ötürü bir pozisyon yarattık. Türkiye 12 Eylül anayasasını 18 kez değiştirdi. Türkiye’de her bir değişim daha ileri demokratik talepleri, daha ileriye doğru gitme özlemlerini büyüttü, yaygınlaştırdı. Değişim daha büyük, özlü ve köklü değişikliklerin potansiyel olarak gelişmesine sebebiyet verdi. Biz ise hiçbir değişimi gerçekleştiremedik. Bu bakımdan bu adım önemli bir adımdır ve ileriye doğru gitmesi gereken bir unsurdur. Benim garibime giden bir nokta var, “Neden UBP ve DP bu değişikliklere evet dedi?” yaklaşımları. Hatta solcu bir yazar “CTP milletvekilleri milletvekilliği istikballerini düşünerek UBP ve DPli vekillerle beraber ‘evet’ oyu kullandı” diye yazdı. Anayasa değişikliği için 34 oy isteniyor, bunu sağlamak zorundasınız. Bu mantığa göre hiçbir arayış içinde olmamanız lazım, gün gele 34 solcu milletvekili seçilirse, o zaman anayasa değişikliğini gündeme getirmemiz gerekiyor.“CTP temelini kaybetmiştir, Kıbrıs sorunuyla uğraşmaz da bu evi düzeltmeye çalışır, yani KKTC’yi yükseltmeye çalışır” gibi tezler de anayasa değişikliğiyle ilgili ortaya atılıyor. Bunu söyleyenler CTP’yi başka bir açıdan daha eleştirenlerdir, “CTP hükümet oluyor ya da muhalefette kalıyor ve mücadele ediyor ama insanların yaşam kalitesini yükseltecek adımlar atmıyor ya da atamıyor ya da attığı adımlar yetersizdir” diyorlar. Demek ki her halükarda, ne yaparsanız yapın, sonuçta o kesimler hep karşı olacak.

“Geçici 10’uncu maddenin değişmesine dair isteğimiz eksilmiş değil”

• Soru: Bazı kesimler de “hayır”ın gerekçesi olarak geçici 10’uncu maddenin kaldırılmamasını gösteriyor...
• Soyer:
Geçici 10’uncu madde değişmemiştir çünkü konsensus sağlanamamıştır. Geçici 10’uncu maddenin değişmesine dair bizim isteğimiz ve girişimimizde herhangi birşey eksilmiş değildir, buna devam edeceğiz. İlk defa bu anayasanın geçici 10’uncu maddesiyle ilgili mecliste tartışmalar yaşandı. Buna karşı olan iki parti UBP ve DP, argümanlarını çok açık bir şekilde ifade ettiler. UBP ve DP, “eğer anayasanın geçici 10’uncu maddesi kalkarsa TSK’nın adadaki varlığı tartışmalı bir hale gelir” diyor. Bu çok garip bir tez. 1975’ten sonra kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin anayasasında 10’uncu madde gibi bi madde yoktu. Ordu buradaydı. O zaman gayrı meşru muydu ve siz meşruluğunu 1985 anayasasıyla mı sağladınız? Aynı zamanda burada siz bunu söyleyerek TSK’nın adada varoluş temeline de karşı çıkıyorsunuz. Çünkü o temel 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmaları’dır. Orada da bulunuş gerekçesinin temeli adanın toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumaktır.
  
Burada çok garip başka bir paradoksal durum vardır, sağ ve sol açısından. Anayasası’nın geçici 10’uncu maddesinin kaldırılmasını istemeyenler “KKTC devleti yücelsin, güçlensin” diyenlerdir hatta ayrı devleti savunurlar. Geçici 10’uncu madde neyi içerir? Anayasanın 117’nci maddesinin işlemezliğini hükmeder. 117’inci madde, Kıbrıs Türk toplumunun savunmasını Silahlı Kuvvetler sağlar, bu da Savunma Bakanı ve Başbakan vasıtasıyla meclise karşı sorumludur. Savaş halinde de bu ordunun kumandanı Cumhurbaşkanı’na karşı mesuliyet taşır der. Yani eğer ayrı devletçiyseler normalde KKTC’nin br devlet olması için bunun kaldırılması gerekir. Ama “KKTC ayrı devlet olmalıdır” diyenler ısrarla bunun kaldırılmamasını istiyor. Yani ayrı devletçilerin bu tutumları ayrı devlet tezlerine aykırıdır.

  Federal çözümü savunanlar ise bunun kaldırılmasını isteyenlerdir. O zaman ne olacak? Bu devlet ayrı bir devlet mi olacak? Böyle bir paradoksal hadise de var temelde. KKTC’nin iyileştirilmesi olarak yorumlayıp da soldan CTP’ye saldıranlar bu geçici 10’uncu maddenin kaldırılmasının da hayişkar savunucusu olarak bunun tam teşekküllü bir devlet olduğunu dolaylı olarak savunduklarını da görmezden gelmektedirler. Bu bakımdan paradoks ve bir nevi akıl tutulması ya da akıl ishaline uğradığımız açıktır. Bu kaldırılmalıdır çünkü Kıbrıs Türk halkının sivilleşme ve demokratikleşme için önünün açılması gerekiyor. Özellikle Kıbrıs Türk halkının vesayet rejimi gibi yönetilme görünümü ve pozisyonunun farklılaşması gerekiyor. Bence bundan sonrası için işbirliği gelişecek. Israr, değişim talebindeki pozisyonlar ve hayatın ihtiyaçları anayasanın artık değiştirilmesine dönük devinimi artıracak.


Neden evet?

• Soru: Değişiklikler yetersiz, peki neden evet?
• Soyer:
Kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili, 12 Eylül mantığına bağlı olarak hak ve özgürlüklerin kısıtlanabileceği kurallar, ulusal güvenlik, salgın, milli değerler ve bunun gibi ifadeler kullanılıyordu. Çoğu unutuyor. Anayasanın ilgili maddesindeki ruha dayanarak ve bu gibi maddelere dayanarak gazetecileri casus diye suçladılar, sivil toplum örgütü yöneticileri ve siyasi parti yöneticileri yıllar boyu mahkeme mahkeme süründürüldüler. Seyehat etme özgürlüğü bile 2003 döneminde insanların elinden alındı. Toplumdaki demokratik gelişme anayasanın ruhunda bulunan baskıcı bütün özellikleri kullanılamaz hale getirdi. Nilgün öğretmenin işten atıldığını, insanların ellerinden pasaportlarını aldıklarını, onlarca sendikacı ve siyasiyi gizli teşekkül kurmaktan mahkemelere sevk ettiklerini, baskı altına almaya çalıştıklarını, basın mensuplarına askeri mahkemelere sevk ettiklerini unutuyoruz. Bunların aşılmasını sağlayan halkın gelişen ve yükselen demokratik mücadelesi ve bunun karşılığı oldu. Ama şimdi anayasada bunun yerine tam oturması sağlanıyor. Özellikle kişi hak ve özgürlüklerinde bu keyfi kısıtlamalara yok açacak bütün düzenlemeler farklılaştırılıyor ve özellikle kısıtlama olgusu o hakkın özüne dokunmayacak, ölçü noktası getirilerek ölçüsüz bir şekilde sınırlandırılamayacak kurallar getiriliyor. Bu yaşanan hadiselerden ötürü bunun  anayasada bu çerçevede değiştirtilmesinin önemini eğer bir kısım insanlar daha kavramadıysa gerçekten bundan yalnızca üzüntü duyarım.

“Bireyselleşme gelecekte ciddi sıkıntılar yaratacak”

• Soru: Genel anlamda meclisin çalışma şeklini, performansını nasıl görüyorsunuz?
• Soyer
: Her dönemki gibi görüyorum. Verimliliğinin son derece önemli ölçüde devam ettiğini görüyorum. Geçen dönemki meclis en verimsiz meclisti, o bir gerçektir. Çünkü UBP’nin içerisine girdiği kaos son derece önemliydi. Ama 70’li, 80’li, 90’lı ya da 2000’li yılların başındaki meclis verimliliklerine de haksızlık yapmamak, unutmamak lazım. Ben geçmişin tamamen silinerek, herşeyin gökten zembille geldiği ya da herkesin üfürükle, anasız babasız doğduğu gibi bir hadiseye hiç inanmam. Dolayısıyla herşey daima bir birikimin sonucudur. Bu dönemde özellikle genç CTP milletvekillerinin de katkısıyla pek çok yasaların çıktığı bir dönem içerisine giriyoruz. Ama aynı zamanda meclis maalesef bireyselleşiyor da. Bu endişeyi çok büyük bir ölçüde taşıyorum. CTP milletvekilleri için söylemiyorum, özellikle DP ve UBP milletvekillerinden bazıları kendi bireysel ya da zümresel çıkarları için meclisi parti disiplinlerinden uzak bir şekilde kullanma eğilimine girmişlerdir. Bu gelecekte pek çok açıdan ciddi sıkıntılar yaratacak yeni işaretlerdir. Bunu kamuoyu gelecekte somutta yaşayarak görecek.

• Soru: Hükümet ortaklarının uyumunu nasıl buluyorsunuz? Hemen hemen her konuda kriz oluyor gibi görünüyor, sonra çözülüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Soyer:
Bu sorunuza bu aşamada açık cevap vermek istemiyorum.

Yerel seçimler...

• Soru: Yerel seçimler yaklaşıyor, partiler yoğun bir şekilde çalışıyor. CTP’nin çalışmaları nasıl gidiyor?
• Soyer:
CTP açısından önemli bir gelişme olduğunu görüyorum, her zaman olduğu gibi. CTP yerel yönetimlerde pek çok ilerlemeler sağlamış bir partidir. Bunu daha da geliştirmesi gerekiyor ama gördüğüm kadarıyla siyasetteki düşünce, ideoloji ve örgütsel pozisyondaki genel zayıflama bizi de etkilemektedir. Bu son derece önemli bir trenddir. Şahsileşmiş yaklaşımlar yansımaya başlıyor ki bu bırakın CTP’yi, toplum için iyi birşey değildir.

• Soru: Seçimler sonrasında bahsettiğiniz trendden dolayı CTP zarar görür mü?
• Soyer:
CTP her zaman için bunu tartışması gereken bir partidir, seçimlerle bir bağı yoktur. Çünkü CTP sürekli düşünce, siyaset, ideoloji üretmek, çağın ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek olan düzenlemeleri geliştirmek zorundadır. Bana göre CTP gelecek dönemde parti yapılanmasını, siyasi hattını, örgütlenmesini, üretkenliğini daha nasıl geliştireceğini ve katılımcılığı, demokrasiyi daha nasıl kurumsallaştıracağını kendi içinde tartışmalıdır.

“Liderler görüşme masasının yeni kurtları olmaya adaydır”

• Soru: CTP’ye zaman zaman “Kıbrıs konusunu unuttu” eleşitirisi yapıldığını da söylediniz. Müzakerelerin gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Soyer
: Bence görüşme masasını sürdürenler görüşme masasının kurdu olmamalıdır. Görüşme masasının kurdu olurlarsa, masanın ayakları çürür ve masa çöker. Uzun yıllardır görüşmeciler görüşme masasının kurdu oldular, ayaklarını yediler, çürüttüler. Bir tek Talat ve Hristofyas döneminde çok önemli gelişmeler sağlandı. Şimdi devam eden görüşmelerde de liderler görüşme masasının yeni kurtları olmaya adaydırlar.  Şimdi görüşmeleri tıkayan esas nokta şurada oluşmaktadır. Kıbrıs Türk tarafı müzakerelerde doğru bir temelden hareket ederek bir noktaya ulaşıyor, Kıbrıs Rum tarafı da doğru bir temelden hareket ederek bir noktaya ulaşıyor. Kıbrıs Türk tarafının ulaştığı nokta nedir? “Eskiden üstünde yakınlaşılan büyük ölçüde yönetim ve güç paylaşımı, ekonomi ve AB ile ilgili konular yeniden tartışmaya açılmamalıdır. Bunlar bağlanmalıdır ve bağlandıktan sonra biz toprak ve mülkiyet meselesini konuşmalıyız”. Hepsi bittikten sonra da harita konusunu gündeme getiriyor Türk tarafı. Kıbrıs Rum tarafı ise “Türk tarafı bunu kendine dönük bir avantaj elde etmek için istiyor, halbuki biz aynı zamanda toprak ve mülkiyet meselesinde de bir gelişme görmek istiyoruz ki yönetim ve güç paylaşımı konusundaki pozisyonlarımızı esnetme konusunu ele alabilelim” diyor. Baktığınız zaman iki tarafın tezlerinde kendileri açısından doğruluk ve haklılık var. Ama bu, sonuçta “yumurta mı tavuktan çıksın, tavuk mu yumurtadan çıksın” tartışmasına dönüyor.

AB- Toprak

• Soru: Kudret Özersay bütün konuları görüştüklerini söylüyor...
• Soyer:
Görüşebiliyor ama bütün konuları özlü görüşmüyor, işin özü buradadır. Mesela eğer kurulacak olan federal cumhuriyet AB üyesi olacaksa, ki olması lazım, o zaman şimdiden bir komite kurup federal bir Kıbrıs’ta AB’ye uyum nasıl olacak konusunu ele almak gerekiyor. Türk tarafı buna karşı. Rum tarafı ise Kıbrıs Türk tarafının endişesini dikkate almadan, bu doğrunun üstünde gidiyor çünkü kendisi üyedir, dolayısıyla üye olduğu bir oluşumda bu noktadaki pozisyon onun leyhine bir durum oluşturabilir. AB ile ilgili süreci de Kıbrıs Türk tarafı bu endişeden ötürü dikkate almıyor. Bu kez Rum tarafı bundan ciddi endişe ve kuşku duymaya devam ediyor.

 

Maraş...

• Soru: Kudret Özersay harita hariç toprak konusunu da görüştüklerini söylüyor...
• Soyer:
Toprağı konuşuyorsan, yerinden edilecek insanların nasıl rehabilite edileceğiyle ilgili konuyu da konuşmanız lazım.

  Güven artırıcı önlemler ve Maraş konusu da var. Kıbrıs Türk tarafı “Maraş bütünlüklü çözümün bir parçasıdır” diyor, bunu kimse inkar etmiyor. Kıbrıs Rum tarafı da “hayır bu aynı zamanda güveni geliştirecek ve önemli ölçüde bütünlüklü çözüme yardımcı olacak bir noktadır” diyor. Bunları karşılıklı tezat olarak almanın manası yoktur. Bunları bir bütün halinde bir araya getirebilirsiniz. Bütünlüklü çözümde gelişme, ilerleme sağlanırken aynı zamanda Maraş da görüşme konusu olabilir. Bu, Maraş’ın iskana açılmasının şartlarının inceleneceği bir komite kurmak, bu komitenin Maraş’ta inceleme yapmasını sağlamak olabilir. Rumlar girsin mi, girmesin mi? Türkler girsin. Böyle bir argüman olabilir mi? Yıkılmışsa zaten vereceğin zaman herkes yıkılmış olduğunu görecek. Sonsuza kadar saklayamazsın. Rum tarafı açısından da burada bir inceleme yapmak herşey demek değildir, “bu iş bitti” demek değildir. Bu komisyonun bu çerçevede kurulması iki tarafta da konuyla ilgili yeni, farklı bir pozitif enerji yaratır. ABD Başkan Yardımcısı gelmeden önce, onun rüzgarında hep Maraş konusu konuşuldu. Halbuki masaya çok birşey konmadığını kamuoyu gördü. Benim dikkatimi çeken şey, Rum Dışişleri Bakanı Kasulides’in Kıbrıs Türk gazetelerinden birine verdiği röportajda Kıbrıs Türk tarafının Ercan’ı görüşmeye getirmediğini söylemesi oldu. Sen içeride bu konuyla ilgil kıyametler koparacaksın ama Ercan’ı masaya götürmeyeceksin. Kasulides, “Türk tarafı Ercan’ı getirse görüşmeye açığız” diyor. Bu çok önemli bir noktadır. Bu, Türk tarafı açısından tenkidim. Rum tarafı açısından tenkidim ise, Kasulides “Türk tarafı Mağusa limanının cruise gemileri için de gündeme gelmesini ister” diyor. “Olur mu” demeye getiriyor. Tamam da Maraş’ın büyük turistik potansiyele sahip olduğunu ve bunun devreye girmesiyle ekonomiye katkı yapacağını söyleyen ve bunu savunan biri olarak sen cruise gemilerinin Mağusa limanına girmesine niye karşı çıkıyorsun? Bu da Rum tarafının mantıksız ve kendi tezinin samimi olmayan yanıdır. Kamuoyunun bütün bunları daha fazla konuşur, tartışır olması ve iki tarafta halk diplomasisinin siyasi liderliklerin üstünde baskın olması gerekiyor.

“Bu masa çökerse, uluslararası aktörler böyle kalmayacak”

• Soru: Bunlar nasıl aşılacak?
• Soyer:
Bu görüşme masasında Kıbrıs Türk tarafı yaratıcı olmak zorundadır. Biz eğer Kıbrıs Rum tarafı böyle hareket ediyor gerekçesiyle bu görüşme masasının çökmesi ve topun onların sahasında kalmasıyla beraber ayrı devlet rüzgarına doğru yelken açacağımızı zannederek planlar kuruyorsak, toplum olarak, bu siyasi liderliğin yüzünden, hayattaki en büyük başka bir aldanmanın içine gireceğiz. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken, görüşme masasının verimli olmasını sağlamaktır. Derviş bey ve Kudret bey için söyleyeyim, eğer bu masa çökerse, görüşme tıkanır ve ilerleme olmazsa uluslararası aktörlerin böyle kalacağını hiç zannetmiyorum. O zaman, o en korktukları hadise, güven artırıcı önlem, çözümün yerine gündeme daha fazla gelecek. Çünkü dünyada ve bölgede meydana gelen gelişmeler Kıbrıs’ın bu şekilde sürmesinin imkansızlığını göstermektedir.

Bu haber toplam 2008 defa okunmuştur