1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. UMUT ETMEDEN YAŞANIR MI? “EYLÜL’ÜN KADIN YÜZLERİ”
UMUT ETMEDEN YAŞANIR MI? “EYLÜL’ÜN KADIN YÜZLERİ”

UMUT ETMEDEN YAŞANIR MI? “EYLÜL’ÜN KADIN YÜZLERİ”

UMUT ETMEDEN YAŞANIR MI? “EYLÜL’ÜN KADIN YÜZLERİ”

A+A-

Feminist Atölye
info@feministatolye.org

7-13 Kasım 2014 tarihleri arasında düzenlenen I. Altın Ada Uluslararası Film Festivalinin bu yılki teması Kıbrıs, kadın, çevre ve insan hakları konularından oluşmaktaydı. 50 farklı filmin izleyiciyle buluştuğu festivale Feminist Atölye aktivistleri olarak bizlerde kimi film ve belgesellerde izleyici koltuğuna oturduk.Film festivalleri kimi zaman kültür-sanat kimi zamansa önceden belirlenen temalarla izleyicisine ulaşır. Uluslararası birçok film festivalinde olduğu gibi, Altın Ada Film Festivali de bu yıl belirlediği temalarıyla yalnızca Kıbrıs’ta kültür-sanat hayatına değil, ayni zamanda insan hakları, kadın, çevre gibi alanlarda yapılan film gösterimleriyle de Kıbrıs’ın önemli bir ihtiyacına cevap vermiş oluyor.

Son yıllarda birçok entellektüel ve akademisyenin de üzerinde durduğu ve akademik olarak çalıştığı alanlar olan “geçmişle yüzleşme” ve “hafıza çalışmaları”,  toplumların geçmişini öğrenmesi, yaşanmış acı travmalarını aşabilmesi, adil bir barışın oluşabilmesi ve siyasi tarihin analizi açısından da önemli. Festival kapsamında 2014 yılı içerisinde gösterime giren “Eylül’ün Kadın Yüzleri” belgeseli de kadınların hafızalarına yönelmesi, 12 Eylül 1980 darbesini kadınların gözünden ele alması, 1980 darbesiyle ilgili toplumsal yüzleşmeye ve kadın hareketinin hangi badireler sonrası Türkiye’de yükseldiğini anlatması açısından oldukça önemli bir döküman oluşturuyor. 1980 darbesi öncesi ortalarda bir darbe söylentisi dolanırken sosyalist kadınlar ‘devrimin olacağına inanıyorduk hala’ diyorlar. Askeri darbe öncesindeki siyasi örgütlenmeleri, sendikal ve öğrenci sol hareketlerin içerisinde mücadele eden birçok kadın o dönemde feminist bir ‘kadın bilinçlerinin’ olmadığını ve gerek sol örgütlerde gerekse ev içerisinde eşleri tarafından ikincil konuma getirildiklerini anlatıyorlar. Sosyalist kadınlardan biri şöyle anlatıyor ‘evde kocamın yaptığı solcuların olduğu toplantıda erkekler kadın haklarını tartışmaya başladı, ben izleyici gibiydim ve bana hadi geç Zülfüyü (Livaneli) koy da dinleyelim dediklerini hatırlıyorum’ dedi. Bir diğeriyse ‘ne kadar okusam, bilsem de söz hakkım yoktu diyor, onlar karar verirlerdi’. O dönem (1970’ler) siyasi örgütlerde 10 veya 15 erkek arasında sadece 1 veya belki 2 kadın yönetici olurmuş ve bu kadınlarsa ne kadar ‘erkek gibi’ davranır, kadınlığını örter ve ötelerse o kadar iyi yönetici sayılırlarmış.

Belgeselin bundan sonrası acı döneme doğru evriliyor. 12 Eylül 1980 askeri darbesini birbirinden farklı şekillerde yaşamış, yaşamak zorunda bırakılmış, 32 farklı kadının gözünden röportajlarla oluşturulan belgeselde; kimi kadınlar evlerinden, kimileri okullarından, kimileriyse çalıştıkları gazete ve tiyatro sahnelerinden göz altına alınıyor ve Gayrettepe Emniyet Müdürlüğüne (dönemin işkence merkezlerinden biri) götürülüyordu. Kimileri darbeyi evinde duyuyor ve kitaplarını yakmak zorunda kalıyor kimileriyse darbeyi direkt olarak Diyarbakır Cezaevinde öğrenmişler. Uzun gözaltı sürelerinden, cezaevinde geçen yıllardan, sistematik dayak ve işkenceden bahsediyorlar. Kimi yerlerde röportaja ara vermek isteyenler oldu. İşkenceye bir çoğunun maruz kaldığını, insanlıklarından çıkarılmaya çalışıldıklarını, küfür ve aşağılamaya maruz kaldıklarını anlatıyorlar. Sözel olarak küfürle başlayan şiddet, cinsel tacize ve kadın bedenine yapılabilecek en ağır işkence olan tecavüzlerden bahsediyorlar. O dönem gerek kadınları gerekse kadının kocasını konuşturma maksatlı eşiyle yan yana işkence görenler veya eşinin gözleri önünde tecavüz edilmeye çalışılan kadınların bedenlerinde, ruhlarında açılan yaralar kapanmıyor. Cinsiyetçiliğin, savaş ve çatışma dönemlerinde kadın bedenine karşı saldırıya ve fetihçi zihniyete büründüğünü askeri darbe sonrasında cezaevi ve işkencehanelerde de görüyoruz. ‘İçeriye alınınca ilk saldırı kadınlığınızadır’ cümlesi durumu en açık şekliyle özetliyor. Kendilerine cezaevinde ‘siz askersiniz’ dendiğini fakat kendilerinin buna karşılık ‘hayır, siyasi tutukluyuz’ dediklerini, regl dönemlerinde kendilerine ped verilmediğini, önlerinde gardiyanların mastürbasyon yaptığını, nesneleştirildiklerini, Türkçe konuşmadıkları (bilmedikleri) için dayak yediklerini, eril zihniyetle eğitilmiş kadın gardiyanlardan dayak yediklerini anlattılar. O yıllarda Mamak, Metris ve Diyarbakır Cezaevlerinde tutuklu olan kadınlardan kimileriyse eşlerinin tutuklandıktan sonra kendilerinin kimliklerini yakmak zorunda kaldığını, yurt dışına çıkmak zorunda kaldıklarını, cezaevinde doğum yapanları, içeride olanların çocuklarının kendilerini dışarıda unuttuğunu anlatıyorlar.

Gerek cezaevindeki kadınlar gerekse dışarıdaki genç veya çocukları tutuklanmış/kaybedilmiş kadınlar o dönemde başkaldırıyor ve ‘Cumartesi Anneleri’ bu şekilde kuruluyor. İçerideki kadınlarsa türkü ve şarkılarla dayağa ve cezaevindeki koşullara isyan ediyorlar. Kadın bilinçleri artıyor ve dışarıya çıkınca birçok kadın feminist harekete katılıyor. Solcu kadınlar geçmişleriyle hesaplaşıyor (sol içerisinde de cinsiyetçilik var tabii), Kürt kadınlarsa kendi hareketlerine katılıyorlar.

Belgeselle neleri analiz ettik? Belgesel dökümanter olarak çok değerli. Kadınların gözünden acı deneyimlerini dinliyoruz. Fakat kendilerinin de analiz ettiklerine bakalım:

*Kadınlığımıza saldırı gelecek olan ilk tehlike!
*Sosyalistler de ataerkil sistem içerisinde yaşıyor,cinsiyetçilik onları teğet geçmedi.
*Kadın bilinci yükseldi.
*Politik bilinci daha yüksek olanlar içeride yaşadığı işkencenin travmasıyla daha kolay başa çıkabildiler, çünkü saldırı düşünceyi ve onurlarını yok etmek içindi ve direndiler.
*Beyaz kadın feminizmi değil solcusu, işçisi, Kürdü her kesimden kadın bir araya gelmeyi öğrendiler (feminizm çoğulculuğunu eyleme geçirdi).
* ‘Kürt kadınları aldı başını yürüdü, biz şimdi onları takip ediyoruz’ diyenler oldu.
*Cezaevlerindeki isyanlar kadın dayanışmasını artırdı.
* En önemlisi kadın hareketi alev gibi ayağa kalktı Türkiye’de.
Darbe döneminde işkence yaşamış, sokakta dışlanmış ve devlet tarafından fişlenmiş her kesimden kadın, umuttan, ülkeyi dönüştürmekten, barıştan bahsediyorlar belgesel sonunda. Onlar hala umut ediyor. Belgeselde kadınların dirayetine şahit oluyoruz, birde herşeye rağman mücadele ettiklerine...Nerede olduğunuz değil, önemli olan kadın dayanışması!

Bu haber toplam 1713 defa okunmuştur
Gaile 292. Sayısı

Gaile 292. Sayısı