1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Tarihin Kayıp Halleri
Tarihin Kayıp Halleri

Tarihin Kayıp Halleri

Tarihin Kayıp Halleri

A+A-


Hakan Karahasan
hakan.karahasan@gmail.com

Kayıp
Yazan-Yöneten: Aliye Ummanel

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun (LBT) yeni oyunu Kayıp, daha ilk bakışta dikkat çeken ve üzerinde konuşulması gereken bir oyun. Aliye Ummanel’in yazıp yönettiği kısa bir oyun olan Kayıp, Kıbrıs’ta uzun bir süredir devam eden ve bir türlü çözülemeyen kayıplar konusunu ele alan, ama oyun boyunca bu hassas mevzuyu siyasi bir araç haline getirmeden, insani boyutlarıyla ele alıp, izleyicileri konu hakkında düşünmeye ve sorgulamaya yönlendiriyor.

Oyunun başında bir kadın, bir genç adam ve yaşlı bir adam görünüyor. Oyun boyunca kayıp olan eşinin anılarıyla yaşadığını gördüğümüz anne, bir bakıyoruz ki bu sebepten ötürü zaman ve mekanlar içerisinde sıkışmış, bir türlü ‘ileriye’ gidememiştir. Savaştan sağ olarak kurtulan büyükbaba ise, muhtemelen savaşın bir etkisi olarak duyma yetisini yitirmiş, kendisini aldığı ilaçlarla bütün gün evde oturarak avutmaya çalışmaktadır. Genç aktör olan kahramanımız ise, uzak geçmişin hayatı üzerinde dolaşan bir hayalet olmasından bıkmış, ondan sonsuza dek kurtulma yöntemi olarak, onu görmemek, görmezden gelmek ya da üzerine düşünmemeye çalışmakla birlikte, ‘bir kâbus olan geçmiş’ten, kayıp babasından, bir türlü kurtulamamakta ve bu huzursuzluğu hayatının her alanında yaşamaya devam etmektedir.

Kayıp, birçok açıdan ilgi çekici ve incelemeye değer bir eser. Tarihsel açıdan bakıldığında, yokluğu ile varlığı bir olan bir figür, Marx’ın söylediği şekilde söylersek: “Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine kabus gibi çöker” (s. 13). Oyundaki durum tam da böyle: Geçmiş, bir kâbus gibi çökmüş ailenin üzerine. Yok olan, ama tam da olmadığı için var olan bir adamın, yokluğu ile varlığını hissettirmesi, bireyleri geçmiş ile şimdiki zaman arasına sıkıştırmış, böyle yapınca da tıpkı yaş(a)mayan ama aynı zamanda ölü de olmayan zombi gibi bir konuma getirmiş ‘geride kalanları.’ Bu arafta olma hali, bireylerin tüm yaşamlarını öylesine etkilemiş bir durumda ki, kendi hayatlarına dair hiçbirşey yap(a)mayıp, düşünemiyorlar. Başka bir deyişle, yaptıkları hiçbir şeyde kendilerini yaptıkları şeye ait hissedemiyorlar. Bir kâbus olan geçmiş, bir hayalet gibi peşlerini hiç bırakmıyor...

İşte ‘çıkış noktası’ tam da burada! Slavoj Žižek’in Yamuk Bakmak kitabında bahsettiği ‘yaşayan ölülerin dönüşü’ kısmında Sofokles’in Antigone adlı tragedyasında Antigone’nin kardeşini ‘usulünce gömmek’ için sürdürdüğü mücadeleden çok farklı değil Kayıp oyunundaki ana tema. Başka bir deyişle, ‘gerçekliğin’ ancak simgesel olanla ilişki halinde olduğu zaman vuku bulabileceğini aktaran Žižek’in belirttiği durumu aktarıyor oyun. Kayıp, annenin ‘yaşayan bir ölü’ olan eşinin ‘ağır yükü’nden; henüz farkında olmasa da genç aktörün içinde bulunduğu sıkışmışlık hali bir türlü ‘rahatsız etmek’ istemediği kemiklerden; ilaç aldığında ‘kafası iyi’ olup çifte telli oynayan, kayıplar komitesi üyeleri evi ziyaret ettiği zaman onlara “geleceğinizi söylediniz, şimdi niye geldiniz?... Gidin...” diyerek kovan büyükbabanın gerçekle yüzleşmek istememesinin hepsinin ardında, usulünce gömülmeme fikri yatıyor. Žižek’in psikanalitik açıdan yaptığı incelemeyi farklı bir şekilde ifade edecek olursak, ölü ölünce ölmez, ancak sembolik alanda öldüğünde gerçekten ölü olur! Žižek’ göre:

Bir şeyden bahsederken, onun gerçekliğini askıya alır, parantez içine koyarız. İşte tam da bu nedenle cenaze töreni simgeselleştirmenin en saf halini örnekler: Bu tören sayesinde, ölüler simgesel geleneğin metnine kaydedilir, onlara, ölmüş olmalarına rağmen cemaatin belleğinde "yaşamayı sürdürecekleri" konusunda teminat verilir.

"Yaşayan ölülerin dönüşü" ise usulünce yapılmış bir cenaze töreninin tam tersidir. Cenaze töreni belli bir uzlaşmayı, kaybın kabulünü içerirken, ölülerin dönüşü geleneğin metninin içinde uygun yerlerini bulamadıklarına işaret eder… Bu olayların kurbanlarının gölgeleri, biz onları usulünce gömene kadar, ölümlerinin travmasını tarihsel belleğimize yerleştirene kadar "yaşayan ölüler" olarak peşimizden gelmeyi sürdüreceklerdir (s. 40).

Gömme işlemi, hayatta kalanların ‘üzerine bir kâbus gibi çöken geçmiş’ten kurtulabilmelerinin yegâne yolu oluyor aslında. Tıpkı James Joyce’un Ulysses romanında Stephen Dedalus’un “Tarih, uyanıp kurtulmaya çalıştığım bir kâbus” dediği gibi, aile bireylerinin bu kâbustan kurtulabilmeleri ancak simgeselleştirme ile mümkün olabiliyor.

Oyun boyunca annenin kaybolan eşini ısrarla gömme anlayışı böylece daha bir anlam kazanıyor: Hayaletlerden, kâbuslardan kurtulmak ancak ve ancak onları sembolik alanda usulünce gömmekle bizler nezdinde gerçek bir anlam kazanabiliyor. Ondan önceki süreç boyunca, ölü olduğu bilinse de, sembolik alanda varoluşu sebebiyle bazen bir hayalet, bazense ‘yaşayan ölü’ olarak hep var oluyor, yokluğu ile…

Savaş sonrası travmasını atlatamayan nesiller olarak gösterilen yaşayan Kıbrıslıların, bu travmanın üstesinden gelebilmelerinin tek yolunun yüzleşmekten geçtiği (kaçınmak istediğimiz ve bize acı veren birşey olsa da) vurgulanmakta oyun boyunca. Kayıp, işte tam da bu yüzden, kayıpların bulunması ve gömülmelerinin insan belleğinde ne denli önemli olduğunu vurgulayan, bunu yaparken de olayın insani boyutunu atlamayan, iyi düşünülmüş, kısa ama bir o kadar da etkili bir oyun. Ne zaman ki kayıplar kayıp olmaktan çıkacak, o zaman yokluklarıyla var olan geçmişin hayaletleri bir kâbus olmaktan çıkıp, olmaları gereken yerde olacaklar. Böylece, geçmişin şimdiki zamanı sıkıştırıp, insanların arafta kalmalarını gerektirecek bir durum da kalmayacak. Kayıpların bulunması bu yüzden çok önemli. Bilinen ama usulünce gömülmeyen her bir birey, geride kalanlar nezdinde bir boşluk yaratıyor sürekli. Yaratılan bu boşluğun doldurulması, hayatın başka doğrultularına açılabilmek için gerekli. Oyun kitapçığında “Birbirimiz Acısı Üzerine” kısmında yüzleşmenin öneminde bahseden Aliye Ummanel şu sözlerle belirtiyor yüzleşmenin önemini:

Her savaş, bir savaş sonrası zaman doğurur. O zaman içinde gerçek bir yüzleşme olmadığı sürece gerçek bir iyileşme ve gerçek bir barıştan da söz edilemez. Yani savaş tehlikesi devam eder. Savaşa giden bütün yollar tıkansın! Çünkü o yollar, gelecek nesillerin kendi gelecek arayışlarında tüm yollarını geçmişe çıkaracak (s. xi).

Kayıplar gömülmedikçe, Žižek’in tabiriyle, gerçeklikler askıda kalmaya, paranteze alınmaya devam edecek. Usulüne uygun bir gömme, bize bir yandan ‘kaçmaya çalıştığımız gerçeklikle yüzleşme’ imkânı tanırken, diğer yandan ise yüzleşilen acı gerçekliğin simgesel alandaki boşluğunu doldurarak, bizleri arafta olma halinden çıkarıp, başka yollara gidebilmemizi sağlayacak olan yolların belki de tek yoludur.

-----------------------------------------------------------------------

Kaynakça

Aliye Ummanel (yazar-yönetmen). Kayıp. Lefkoşa: Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, Oyun Broşürü. 2014.
Karl Marx. Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i. Çev. Sevim Belli. İstanbul : Sol Yayınları, 2012.
Slavoj Žižek. Yamuk Bakmak: Popüler Kültürden Jacques Lacan’a Giriş. Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Metis, 2005.

Bu haber toplam 1505 defa okunmuştur
Gaile 347. Sayısı

Gaile 347. Sayısı