1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Tante Rosa’nın 'özgürlük' formülü: Korkusuzca soyunabilmek!
Tante Rosa’nın özgürlük formülü: Korkusuzca soyunabilmek!

Tante Rosa’nın 'özgürlük' formülü: Korkusuzca soyunabilmek!

Aslı Murat: Ardında birçok eser bırakarak, kırk yaşında hayata veda eden Sevgi Soysal’ı, “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” adlı eseri ile tanıdım. Soysal, Türkiye’de yaşayan halkların uzun yıllar boyunca mücadele etmek zorunda kaldı

A+A-

 

 

 

        

Aslı Murat (FEMA Aktivisti)

asomurat@hotmail.com

 

 

Ardında birçok eser bırakarak, kırk yaşında hayata veda eden Sevgi Soysal’ı, “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu” adlı eseri ile tanıdım. Soysal, Türkiye’de yaşayan halkların uzun yıllar boyunca mücadele etmek zorunda kaldığı, askeri vesayet sisteminin ürünü darbelerin mağduru olan bir kadın. Soysal, 12 Mart darbesi sonrasında, âdeta bir kışlaya dönüştürülen Yıldırım Bölge’de tutulduğu dönemde, içerisinde yaşadığı şartlara inat, üretkenliğinden hiçbir şey kaybetmeksizin çalışmalarına ara vermemiş, “kendine ait bir odası” olmadan günde 8 saat boyunca eserlerini yazmaya devam etmişti. Tüm bu yaşananların öncesinde, ilk baskısı 1968 yılında Dost Yayınları tarafından yayınlanan ve Soysal’ın ölümünün ardından İletişim Yayınları aracılığıyla yeniden okurla buluşturulan “Tante Rosa” isimli kitap, toplumsal cinsiyet kurguları içerisinde üretilen “kadınlık hâllerinin”, çocuk yaştan itibaren hangi koşullar temelinde inşa edildiğine dair önemli saptamalar yapar.

Yayınlandığı ilk yıllarda olumsuz eleştirilere maruz kalan kitap, Funda Soysal’ın tabiriyle Türkiye için “erken öten bir horoz”du. Türkiye kadın hareketinin köklerinin Osmanlı İmparatorluğu’na kadar dayanması ve bugünkü feministlerin o dönemde yaşayan kadınları “anneannelerimiz” diye tanımlamaları, Türkiye’deki feminist hareketin uzun bir geçmişi olduğunu kanıtlar niteliktedir. Buna rağmen feminist hareket, toplum içerisinde 1980’li yıllardan itibaren aktif olarak faaliyet göstermeye başlamıştır. Feminist hareketin uzun yıllar boyunca toplum içerisinde görünürlük kazanamamasının sebebi, Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden Kemalist zihniyetin, gün geçtikçe güçlenen kadın hareketini ortadan kaldırmak için uyguladığı baskıcı politikalardır. Diğer bir anlatımla kadınların yürüttüğü eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesinin, Kemalist kadrolar tarafından baltalandığını söylemek mümkündür. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, feminist mücadelenin yeniden canlanabilmesinin nedenleri arasında, çoğunluğunu Marksist gelenekten gelen kadınların oluşturduğu örgütlenme çalışmaları ile 1980 sonrasına egemen olan siyasi koşulların feminist politika aracılığıyla yürütülecek olan muhalefeti tehlike olarak görmemesi sayılabilir. Bu sebeple Funda Soysal’ın yaptığı saptamanın yerinde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Sevgi Soysal’ın, “Yürümek” isimli eserinde hayvanlarla cinsi münasebeti anlattığı ve müstehcenliğe sebebiyet verdiği gerekçesiyle yargılandığı gerçeğinden hareketle, “erken öten horoz”un başının kesilmeye çalışıldığını söylemek mümkündür.

“Tante Rosa”, Soysal’ın teyzesi Rosel’ın hayatından ve kişiliğinden hareketle yazılan ve on dört hikâyenin birleştirilmesi sonucunda roman hâline getirilen bir eserdir. Kitap içerisinde yer alan her bir hikâye, ataerkil sistemin yeniden üreticisi olan ve toplumsal cinsiyet kurgularını var eden kurumları, didaktik olmayan, edebi bir dille ele alıp, eleştirir. Bu kurumlar içerisinde din, okul, aile ve ordu bulunur. Rosa, küçük bir kız çocuğu olarak rahibeler okuluna gittiği yıllarda, “kadınlık hâlleri” ile tanışmaya başlar. Okulda ilk olarak “arzularına gem vurmayı öğrenmesi”, diğer bir anlatımla “içini öldürmesi” gerektiğini öğrenir. Kendi vücuduna yabancılaşması istendiğinden ötürü, yıkanırken kıyafetlerini çıkaramaz. Aslında insanın kendi vücuduna dokunamaması, cinsellik üzerindeki tabulardan kaynaklanır. Kadının cinselliğini özgür bir şekilde yaşamasının kontrol altına alınmaya çalışıldığı sistemlerde, erkekler için aynı husus geçerli değildir. Rosa, bu sebeple, âşık olduğu adam ile birlikte olduktan sonra hamile kaldığı için “‘namusu kirlenmiş’ bir aile kızı olmamak, zavallı bir piç kurusu doğurmamak adına birlikte olduğu adam ile evlenir’. Böylece hem “günahkâr ve namussuz kadınlar”ın tercih ettiği bir yöntem olduğu söylenen kürtaj yolunu seçmez, hem de ataerkil sistem ve milliyetçilik ideolojisinin “toplumun/milletin en küçük birimi ailedir ve aile korunmalıdır, geliştirilmelidir” şiarından hareketle toplum içerisinde uygun görülen bir hayatı yaşayarak, geleceğini garanti altına aldığını düşünür. Fakat Rosa’nın hayatı az önce dile getirilen koşullar çerçevesinde şekillenmez ve Rosa içinde yaşadığı toplumun kurallarına ve sınırlandırmalarına karşı çıkar. Başkaldırmaya yönelik geliştirdiği fikirlerini hayata geçirmesiyle birlikte, etrafındaki pembe bulutlar tek tek yok olmaya başlar. Rosa, korunaklı hayatından vazgeçtikten sonra bir sürü yenilgi yaşamanın yanı sıra, kendi ayakları üzerinde durmak için daha çok çaba sarf etmesi gerektiğini öğrenir. Rosa’ya göre, “pinekleyerek düşünmek gerçek düşünmek değildir. Düşünce eylemlidir, bir eylem sonucu ya da öncesidir”. Rosa yenildikçe daha çok güçlenir ve kendi hayatı üzerinde söz söyleme hakkı olduğunu kanıtlamak adına elinden gelen her şeyi yapmaya başlar. Önceleri gazete bayii çalıştırır, mezarlık temizliği ile ilgilenir ve son olarak pansiyon işletmecisi olur.

Hayatına giren erkekler Rosa’yı yaralar, zaman zaman onu aşağılar ama o tüm bunlara rağmen aşkın, örgütlenilip haklarının savunulması gereken bir şey olduğunu düşünür. Sadece erkekler değil, yeri geldiği zaman kadınlar da, onu “aykırı” tercihlerinden ötürü acımasızca eleştirir ve geleneksel ahlâk kurallarına başkaldırdığı için “namusuz kadın” ilan ederler. Tüm bu anlatılanlar ışığında, ataerkil sistemin kodlarının her birey tarafından sorgulanmadan yeniden üretildiğinin bilinciyle hareket ederek, verilecek mücadelenin salt bireylere değil, dengesiz güç ilişkilerinde erki elinde bulunduran iktidara karşı da yürütülmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Aksi takdirde yaşananların kişiselleştirilmesi sonucunda, günün kurtarılmasına dair çözüm önerileri geliştirilecektir ki, bu gerçek anlamda bir çözüme varabilmemizin önünde engel teşkil edecektir.

“Tante Rosa’nın düşü” başlıklı hikâye, en ümitsiz olunan durumlarda bile bir çıkış yolunun yaratılabileceğini okuyucuya hissettirir. Rosa’nın roman boyunca sözü edilen tıkanmışlıktan kurtulup arzu ettiği özgürlüğe kavuşabilmesi için, bulduğu köstebek deliğinden içeri girip deliğin sonuna doğru yol alacağı süreçte kendisi ile yüzleşmesi gerekir. Gün ışığına kavuşmak o kadar da kolay değildir. Rosa öncelikle hatırlaması ve yüzleşmesi gereken bir geçmişi olduğunu anlar. Bunun için de soyunmak ve çırılçıplak kalmak gerekir. Rosa o güne değin unutmak ve kaçmak için soyunduğunun farkına varır. Soysal, bu hikâye ile hayatımıza egemen olan ve yüzleşmekten kaçındığımız için hastalandığımız “gerçeklerle” yüzleşmenin, ne kadar sağlıklı bir süreç olduğunu anlatmaya çalışır. Bu noktada sözü Soysal’a bırakmak istiyorum : “Oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için. Neyin olmadığını, neyin olamayacağını hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur. Tante Rosa daha bir kez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır”. Erkek egemen sistem içerisinde yaşayan kadınlar, aile kurumundan başlayarak devlet ve toplum içerisinde yer aldıkları her alanda öncelikle itaat etmeyi, sorgulamamayı ve başkaldırmamayı öğrenirler. Bu da beraberinde sistematik hâle getirilen bir mekanizmanın kurulmasına neden olur. Daha açık bir anlatımla, bahsi geçen sistem içerisinde kadın, edilgen konumda yer almakta yani özne olamamaktadır. Kendi hayatına dair söz söyleme hürriyeti olmayan bir kimsenin, ülke yönetiminde söz sahibi olabilmesi mümkün değildir. Özel olan politiktir ilkesinden hareketle, sözü edilen meselenin bir demokrasi, adalet ve özgürlük sorunu olduğunu tespit etmek gerekir. Tabii ki bu yönde atılacak adımlarda kadınların, bilfiil verilecek olan mücadelenin içerisinde yer alması büyük bir öneme sahiptir. Soysal diyor ki: “Hiçbir şeycikler yapmadan dehlizler, kendiliğinden açılıvermez aydınlığa”. Bu sebeple erkek egemen sistemde, gücü elinde bulunduran iktidar odaklarından gelebilecek tepkilere kulak asmadan, soyunabilmeli ve yüzleşebilmeliyiz kendi gerçekliğimizle.

 

 


 

Kaynakça

Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2010.

Sevgi Soysal, Tante Rosa, İletişim Yayınları, 12. Baskı, İstanbul 2010.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 3699 defa okunmuştur