1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. tabulara karşı ŞİİR Gürgenç Korkmazel, Sakangur, Bilinçaltı Yayınları, Lefkoşa, 2015.
tabulara karşı ŞİİR Gürgenç Korkmazel, Sakangur, Bilinçaltı Yayınları, Lefkoşa, 2015.

tabulara karşı ŞİİR Gürgenç Korkmazel, Sakangur, Bilinçaltı Yayınları, Lefkoşa, 2015.

tabulara karşı ŞİİR Gürgenç Korkmazel, Sakangur, Bilinçaltı Yayınları, Lefkoşa, 2015.

A+A-


Ahmet YIKIK
ahmetyikik@hotmail.com

Tabular, sınırlar ve normlarla sorun yaşadığını söyler Gürgenç Korkmazel. Ayrıca uygarlığa ve teknolojiye karşı, içgüdü ve sezgiyi savunduğunu. İlk şiir kitabı Yarımlık’tan (1992) beri şiirlerinin Doğa, Aşk/Erotizm ve Ölüm izlekleri ekseninde ilerlediğine vurgu yapar. Korkmazel, elimizdeki son şiir seçkisinin merkez izleğinin ‘ağaçlar’ olduğuna özellikle dikkat çeker. Tüm bu bilgilere ve daha da fazlasına şairin Sakangur adını verdiği altıncı şiir kitabının sonuna eklediği yedi maddelik ‘Notlar’ bölümünden ulaşmak mümkün. Her şair elbette ki kendisi ve poetikasına dair açıklamalar yapma gereği duyabilir. Okurlarına, dolaştığı patikalar ve topladığı malzemeler hakkında ipuçları dağıtabilir. Ancak bu konuda en doğru ve geçerli bilgiyi kaçınılmaz olarak yine yapıt (metin) aracılığıyla elde ederiz. Yukardan da anlaşılacağı üzere şair nelerden söz ettiğine ilişkin açıklamalarda bulunmuş bulunmasına da bunları nasıl ve ne şekilde söylediğine dair suskunluğunu korumuştur. Zaten şiiri şiir, şairi de şair yapan temel unsur burada saklıdır. Dolayısıyla iş doğal olarak okura düşmektedir. Okuma süreci boyunca bilincini uyanık tutacak ve ayrıntıların ayrımına varmak konusunda çaba sarf etmekten yüksünmeyecek okura.

Sakangur’un Çağıl Günalp’a ait ön kapak fotoğrafında, siyah bir duvar ve duvarın hemen arkasında da yapraklarını dökmüş, herhangi bir yaşam belirtisi taşımayan bir ağacın dallarının silüeti görülüyor. Dalların uzandığı gökyüzüyse, gri ve bulutsuz. Duvarın üst kısmında kitabın adı “sakangur” ve hemen altında da (daha küçük puntolarla) şairin adı “gür genç” şeklinde küçük harflerle ve beyaz renkte yazılmış. Kapak fotoğrafı yalın ama sıradanlıktan uzak. Gri ve siyah renklerin ara tonlarındaki dalgalanmalar ve beyazın kontrastlığı sayesinde göz alıcı bir derinlik etkisi sağlanmış. Ayrıca fotoğrafın içerdiği nesnelerle üstüne yerleştirilen yazı karakterlerinin oluşturduğu simetrik kompozisyon da kapağa bir canlılık, hareket kazandırmış. Yapıt; Ağaçlar ve Kayıplar, O De, Başkasının Karısıdır Aşk, İkiye Bölünmüş Ahtapot ve Üçlükler adlarının verildiği beş bölüme ayrılmış. Kitapta toplam 63 şiir yer alıyor.

İnsanın yaratıcı üretkenliğinin biricik kaynağı çocukluğudur, kuşkusuz. Kendi köşesine çekilerek düşleminin uçsuz bucaksız boyutlarında özgürce dolaşabildiği zaman ve uzamın kesiştiği eşsiz nokta. Yaşamın yükünün kaldıramayacağımız kadar ağırlaştığını duyumsadığımız anlarda değil mi ki hep çocukluk evimize kaçma gereği duyarız. Orada masallar karşılar bizi. Eşikten içeri onlarla gireriz. ‘Olamaz’lıklar ortadan kalkar. Olasılıklarsa sınırsızdır çocukluk dünyasında. Masallara düşler eşlik eder, haz veren oyunlara daldıkça. Olağanla olağanüstü birbirini yadırgamaz hiç. ‘Gerçek’lik duvarlarını ören yetişkin değerleri henüz ortalarda yoktur. Rahat rahat soluk alıp vermekte bir sıkıntı yaşamayız. Nitekim Sakangur’un daha ilk şiirinde bir çocuk imgesiyle buluşturur bizi Korkmazel. “Ağaçlar Altında” adını taşıyan şiir ikilikler şeklinde ayrılmış üç bölümden yani toplamda altı dizeden oluşur:
Açılır taş kapılı tarla / anahtar bir ot kokusuyla // Hep çocuk olarak bulurum kendimi / ağır gölgeli ağaçlar altında // Yapraklar kadar sessiz söylerim / kopuşun yerini

Taş kapı açılır açılmaz Sakangur’un tılsımlı dünyasına adım atarız; bizi bekleyen sürprizlere teşne. Geniş zamanda çekimlenen fiiller, zaman konusunda herhangi bir sınırlamadan azade olduğumuzu bildirir, sonsuzluğa daldığımızı. Kapının taştan olması dikkatimizden kaçmaz. Çocukluğumuzda dinlediğimiz Binbir Gece Masallları’nı anımsarız. Peki, ot kokusundan anahtar olur mu hiç? Yoksa şu yasaklı ot mudur anlatıcı öznenin söz ettiği? Şiirlerinde Beat Kuşağı tesirleri belirgin bir şairin, bu sözcüğü çok da masum bir imge olarak kullanıp kullanmadığı ikilemlere gebe. Diğer taraftan taş, tarla, ot, koku, ağaç, yaprak vb. imgelerin bir arada kullanılması tenasüp (uygunluk) sanatını oluşturmakla açıklanamaz sadece. Belki de esrikliğin formülü doğaya dönüştür. Bunun çağrısını dile getiriyordur şair, anlamca ilişkili, birbirini çağrıştıran sözcükleri şiir düzleminde bir arada toplayarak. “Ağır” sözcüğünün içerdiği yan anlamlar az sayıda sözcükle kurulan şiirin anlam katmanlarını derinleştirmekle kalmaz; belirsizlik havasını da yoğunlaştırır. Çocukken zamanın yavaş aktığını mı ima eder şair, yoksa kısık (ya da kocaman) gölgeli ağaçlar altında doğayla baş başa kalmanın tarifsiz dinginliğini mi? Ağaçtan koparak düşen yapraklar anne bedeninden ayrılmak zorunda kalan çocuğun annesine duyduğu özleme mi gönderme yapar? Bunlar ve daha birçok soru sessizce yükselir okurun bilincinde. Yanıtları çoğul olan sorular. Şiirden mülhem ama okuru kendi yaşamını da sorgulamaya yönelten cinsten. Şiirin bütününe yayılan sert sessiz harflerin (ç, t, s, ş, p, k) verdiği doğal efekt şiirin hem imgesel gücünü hem de sezgisel inandırıcılığını artırır. Kulaklarımızda hüzünlü bir uğultu çalınırken ürperir tenimiz. Kendimizi ‘ben’ anlatıcıyla özdeşleştirmekte gecikmeyiz. Ve şiir güzergâhındaki yolculuğumuz sürer; duraklardan alacağımız diğer şiirlere yer aça aça.

Yaşamın başlangıcından, çocukluktan söz ederken daha, ölümün kasvetli havasına uğrarız hemen sonrasında. “Vaktinden önce ölenlerdir bahçeler” dizesiyle başlar “Kayıplar” üçlemesinin ilk şiiri. Şairin, zaman sözcüğünü değil de vakit sözcüğünü kullanması rast gele bir tercih değildir. Sözcüğü meydana getiren seslerde, özellikle de ‘k’ ve ‘t’ seslerindeki katilik/kesinlik ister istemez sözcüklerin fonolojik ve semantik bağlamda birbirine ne denli ilişik olduğunu düşündürür.  Evet, bıçak gibi katı ve kes(k)indir ölüm. ‘Vakit’ sözcüğündeki sesler, kulak ve anlaklarımıza temas eder etmez doğan histen farksız. Zaman sözcüğü kullanılsaydı, dize, etkileyiciliğinden çok şey yitirecekti. Çünkü ikinci hecesinde uzun telaffuz edilen ‘a’ sesi, zaman kavramının içerdiği süreğenlik anlamını çağrıştıracaktı. “Kayıplar-I” şiirinde, “Kayıplar kimdir?” sorusuna cevap arayan bir öznenin kendini arka plana çekerek art arda tanımlayıcı dizeler sıraladığını gözlemleriz. Şiir, şu dizelerle sona erer: “Kayıplardır ağaçlar, rüzgarda başka / inler çünkü her biri…”  Ağaç imgesinin böylesi trajik bir ortamda kullanılması, şiir sanatının bireyselliğin yanı sıra bir o kadar da toplumsallığı barındırdığı gerçeğini gözler önüne serer. Öldükten sonra gerek Müslüman gerekse Hristiyan geleneklerine göre toprağa defnedilen Kıbrıslıların bedenlerinin, toprakta yeşeren bitki ve ağaçlara besin olduğu bilimsel bir olgudur. Ama ölümden kaçamayacağını bilmesine karşın onu aklından çıkarma eğilimindeki insanın algılamak istemeyeceği bir olgu! Kıbrıs’ta, 1963-74 yılları arasında bir mezardan bile yoksun, kayıp düşenlerin toprak üstündeki ağaçlarda yankı bulan inlemelerini işitebilmekse ancak şairlere özgü bir meziyet olsa gerek. Toplumun acılarını özümseyen, sezinleme yetisi hakikaten güçlü bir şaire.

Teşhis konmayan hastalık iyileşmez elbet. Hele de söz konusu olan toplumsal yaralarsa, kirlettiğimiz ruhumuzun üstünde iri lekeler gibi duran. Sürekli kaçtığımız geçmişimiz, unutmak istediğimiz edimlerimizle yüzleşmek kaçınılmazdır. Ertelemek için debelenmemiz boşuna. İnkârdan medet ummak, saydam camların arkasına saklanmak kadar saçma. “Ganimet Laneti” şiirinde, sanatın bireyi sarsarak kendine getirme özelliği oldukça yoğun duyumsanır. Acıtan ve acıttığı için gizlenen, söze dökülmekten imtina edilen tabuların ardı sıra ifşa edildiğine tanık oluruz. Ağzımız bir karış açık kalır. 74 sonrası dönemde yaşanan ganimet furyasından, doğrudan ya da dolaylı, beslenmeyenlerin sayısının bir elin parmaklarını geçip geçmediğine kuşku duyulan bir toplumdur ne de olsa Kıbrıslı Türk toplumu.

Aristo’nun hafifmeşrep(ahlaksız?) olarak kategorize ettiği ozanlardan mıdır yoksa Korkmazel? Çünkü ötekileştirdiğimiz, düşman bellediğimiz Kıbrıslı Rumların, “Dükkanlarını yağmaladık. / Heykellerini kırdık. Domuzlarını mızraklayıp / çocukluk fotoğraflarıyla birlikte yaktık.” diyen bir ‘biz anlatıcı’ kurgulamıştır “Ganimet Laneti”nde. Hâlbuki Aristo bu tür davranışları “bayağı insanlara” yakıştırdığından, ağırbaşlı ve soylu karakterli ozanların, eserlerinde, ahlakça iyi ve soylu kişilerin iyi ve soylu eylemlerini taklit ettiklerini, ‘anlatı’laştırdıklarını söylemiyor muydu? Peki ama ya şairin vicdanı, hasır altı edilen, görmezden gelinen haksız uygulamaları, davranışları kaldıramıyorsa! ‘Biz anlatıcı’ rastgele bir tercih değildir. Şair, burada topluma seslenir. İdeal bir dünya düzenine erişmek adına, şairlerin yalnızca güzelliklerden söz etmesi gerektiğini savunan Antik Çağ düşünürünün tersine, unutuluşa terk edilen çirkinlikleri yeniden gündeme getirerek toplumu geçmişinden utanç duymaya teşvik eder. Sanatın haz duyarak arınma (katharsis) işlevi sağladığı tezini baş aşağı edip hazzın koltuğuna utancı oturtur. Modernist bir tavırla tabulara karşı savaş açar. İçinde yaşadığı çağı, tanıklık ettiği siyasi ve ekonomik etkenlerin körüklediği toplumsal gelişmelerin güncesini tutar bir bakıma. Şiirdeki fiillerin görülen (-di’li)  geçmiş zamanda çekimlenmesi şiirin inandırıcılığında olumlu bir rol oynar. Şair, bizzat şahit olduğu, ister istemez bir parçası olduğu yanlışlar ve haksızlıklar zincirini bildirir. Üstelik dolambaçlı yollara sapmadan, doğrudan bir söyleyişi benimser. Dizeler birer tokat olur okurun suratına vurulan. Somut bir düzlemde başlayıp ilerleyen şiir, “Anılarının içine yıktık kerpiç duvarları.” dizesiyle soyuta kayar. Ardından gelen “Ağaçlarını kestik. Gölgelerini bile öldürdük.” dizesi, somutla soyutun dansına sahne olur. ‘Ağaç’ gerçek dünyaya yakın dururken ‘gölge’ öteki âlemde yiter. Her ikisi de yoktur artık. Gerekçe ibresiyse Kıbrıslı Türklere dönüktür... Şiirin son iki dizesinde anlatıcının itirafçı, günah çıkarıcı ses tonunda alçalma sezinlenir. “Bir daha gelmeyecekler sandık. / Geldiler. Ellerinde kapılarımızın anahtarı…” 2003 yılında açılan sınır kapıları / barikatlar sonrasında, Kıbrıslı Türklerin yaşadığı ve halen yaşamakta olduğu başlıca duygulardan biri: Yanılgı. Böylesi ustaca bir finalin üstüne söz söylemektense susup tefekküre dalmak yeğ olsa gerek.

Ataerkil ve küçük bir toplumda karanlık zindanlara itilen, üstüne ayıp kilidi vurulan mevzular arasındadır cinsellik. Erkekler, kendilerine doğuştan biçilen üstünlük gömleğini giydiklerinden, onların bu konuda ayrıcalıklı oldukları muhakkak. Gelgelelim kadınlara yönelik benzer bir hoşgörü eğilimine rastlamak güçtür. “ Ev Hanımının Şarkısı” şiiri bu bağlamda üzerinde durmaya değer şiirlerden bir tanesi. Şiirde günlük ev işleri arasında sıkışmış bir ev hanımının iç konuşması işitilir. Sadakatle ihanet arasındaki gelgitlere kapılan, hangi tarafa yöneleceğini kestirmekte zorlanan kadının kararsız bir anına tanık oluruz. Yaşadığı ikilem burgacından çıkarken tercihini hazdan yana koyacağını ilan eden bir ev hanımına misafir oluruz. Kadının Kıbrıslı olduğunu düşünmemizse “gelmek” eyleminin “gelecem” şeklinde çekimlenmesinden kaynaklanır. Gerçi çevrimiçi TDK sözlüğünde, “gelmek” sözcüğünün belirtilen 36 farklı tanımı arasında, cinsellikle ilgili bir anlam içerdiğine yönelik hiçbir ize rastlamayız, fakat gene de, sözcüğün o ‘özel an’a gönderme yapan ayıp(?)anlamını gülümseyerek idrak ederiz. “Bekle kurusun çamaşırlar / cesaretimi toplayım gelecem / Bitsin bu bıkkın roman / gitsin kocam gelecem” dizeleriyle başlayan şiirde altını çizmek gereken dizelerden bir tanesi de “Daha ağırdır arzu suçluluktan” dizesidir.  “Ev Hanımının Şarkısı”ndan yükselen yoldan çıkmakla yolunu bulmak deyimlerinin aynı kapıya çıkacağını fısıldayan ayartıcı tınılara kulak kabartmak işten bile değil. Kitabın ilerleyen sayfalarında, “Güneşte Sevişmek” şiirinde bu kez bir erkek öznenin cinsellik sınırlarını ortadan kaldırmaya yönelik çağrısıyla karşılaşırız. “Karanlık, maske veya gözbağı tahrik etmiyor bizi //… Güneşte sevişelim / içeri davet edelim ışığı bütün deliklerimiz-den”  Şairin, cinselliğin ve aşkın, tabulara inat, özgürce yaşanmasından yana tavır koyduğu şüphe götürmez.   

Gürgenç Korkmazel’in Sakangur adını taşıyan şiir seçkisinde yer alan şiirleri okuyarak ölümle yaşama, insanla doğaya dair pek çok ayrıntıyı çoğul açılardan alımlama olanağına erişeceksiniz. Bireyle toplum, mutlulukla hüzün, engelle özgürlük ve yoksunlukla arzu arasındaki bitmek bilmeyen çatışkısal düzlemde ilerlerken kendi benliğinizi yeni baştan tanımlama gereksinimi duyacaksınız. Şiir çevreninde bulaşan estetizm ve felsefeye, Korkmazel’e özgü şairsel duyuşun da eklemlenmesiyle ortaya çıkan leziz tatlarla esrimek size yakışacaktır! Yazıyı, yapıttaki son şiirle bitiriyorum. (Ama şiir(ler) hiç biter mi?..) Şiirlekalın…
 

Ne Bekliyorum
Rüyası görüldü ile olacak arasında
kaybolmadan daha
kayıp olanın dönmesini bekliyorum

Bu haber toplam 3552 defa okunmuştur
Gaile 333. Sayısı

Gaile 333. Sayısı