1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Stalin, materyalizm ve sistemi yıkacak güç: Kıbrıs Türk gençleri
Stalin, materyalizm ve sistemi yıkacak güç: Kıbrıs Türk gençleri

Stalin, materyalizm ve sistemi yıkacak güç: Kıbrıs Türk gençleri

Stalin, materyalizm ve sistemi yıkacak güç: Kıbrıs Türk gençleri

A+A-

 


Şevki Kıralp
Sevkikiralp@gmail.com

“Yeni üretim güçleri eski sistemin yok olmasıyla değil, bizzat eski sistemin içerisinde doğar”.
Jozef Stalin.

Stalin genellikle “Sosyalizmin yüz karası” olarak anılır. Sovyetler Birliğinde işlenen insanlık suçları, Sosyalizmin yaygınlaşmasına engel çıkaran “tek ülkede Sosyalizm” inancı ve Faşist Mussolini ve Nasyonal Sosyalist Hitler ile ikinci dünya savaşının başında kurduğu ittifak (ki Hitler’in Sovyetlere saldırmasıyla bu ittifak bozulmuş ve Doğu Avrupa Nazilerden Sovyetler Birliği tarafından kurtarılmıştı) Stalin’in en çok suçlandığı noktalardır. Bu suçlamalar yersiz de değildir. Stalin’in bir Sosyalistin yüzünü kara çıkaracak icraatlar yapmadığı da söylenemez, tarihe altın harflerle yazıldığı da. Fakat kendisi Marksizm’i ve diyalektik materyalizmi oldukça usta bir teorik yaklaşım ve herkesin kolayca kavrayabileceği bir sadelikle ele almayı başarmış nadir insanlardandır. Kaldı ki, kendisinin Marksist bir temel üzerinden yaptığı insan doğası analizi ve “her sistem kendisini yıkacak olan gücü kendisi yaratır” düşüncesi de günümüz Kıbrıs Türk toplumuna ve “statükoya” ciddi anlamda uymaktadır.


Stalin, “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” isimli çalışmasında insanların karakteristik özelliklerini ele alırken yokluk-varlık-çokluk düzlemine dayalı bir mantıktan hareket eder. Kendisine göre hem her madde, hem de her insan, farklı bileşenlerden meydana gelmektedir. Her insanda belirli kişilik özellikleri farklı miktarlarda mevcuttur ve bu özellikler çoğu zaman birbirinin zıttı yani diyalektiğidir (tembellik ve çalışkanlık gibi). İnsanların düşünce ve davranışları bu kişilik özelliklerinden bazılarının diğerlerine üstünlük sağlamasıyla şekillenir. Maddenin, doğanın, toplumun, dolayısıyla da bireyin nitel özellikleri, nicel gelişmeler doğrultusunda değişime uğramaktadır. Stalin bunu doğadan bir örnekle, suyun belirli bir ısıda donmasıyla açıklamaktadır. Donmanın anlık bir oluş değil, hava koşullarına bağlı bir süreklilik olduğunu ifade etmektedir. Stalin altını çizerek ifade etmektedir ki, var olan her nesne, yok oluşuna kadar sürekli bir değişim içerisindedir. Fakat Stalin’in bu örnek ve insan doğasına uyarlanması konusunda oluşturduğu teorik bakış açısının ilginç bir özelliği vardır, çünkü kendisine göre değişim bir süreçtir ve bir kere başladıktan itibaren, son safhasına ulaşsın ya da ulaşmasın, değişim halindeki madde bir kere daha hiçbir zaman değişim başlamadan önceki halinde olamaz. Kurduğu mantık çerçevesinde bir şeyin hiç olmaması ile bir kere olması arasındaki fark, bir kere olması ile bir milyon kere olması arasındaki farktan daha küçüktür. Bu açıdan bakılınca, Stalin’in “bir insanın ölmesi trajedi, bir milyon insanın ölmesi istatistiktir” sözünün de buna dayandığı düşünülebilir. Bu özdeyiş acımasız bir yaklaşımı yansıtıyor gibi görünse de, aynı mantıki bütünlük bizi şu çıkarımlara da ulaştırabilir: Bir insanın hiç kimseyi mağdur etmemesi ile bir tek kişiyi mağdur etmesi arasındaki fark, bir tek insanı mağdur etmesi ile onlarca insanı mağdur etmesi arasındaki farktan daha büyüktür. Aynı şekilde bir insanın bir insanın belirli bir özelliğinden dolayı hiç mağdur edilmemesi ile bir kez mağdur edilmesi arasındaki fark, bir kez mağdur edilmesi ile onlarca kez mağdur edilmesi arasındaki farktan daha büyüktür.

Dolayısıyla Kıbrıs Türk toplumunu oluşturan her bir birey olarak, her birimiz, belirli bir oranda “statükocu” ve belirli bir oranda Birleşik Kıbrıs ve AB yanlısıyız. “Statükonun” bir nimetinden yararlandık mı “statükocu” yanımız, birleşik Kıbrıs ya da AB vizyonunun bir nimetinden yararlandık mı “çözümcü” yanımız güçlenir. Her iki maddesel kavram da bir ölçüde hepimize bir fayda sağlamış, düşünce süreçlerimize yansımış ve deyim yerindeyse içimize işlemiştir. Yine her birimizde Kıbrıs’ı bir bütün olarak tahayyül etme özelliği de, sadece Kuzey’den ibaret tahayyül etme özelliği de vardı. Fakat geçirdiğimiz 41 yıllık sürecin vardığı son nokta pek çoğumuzun Kıbrıs’ı bir bütün olarak tahayyül eden yanını güçlendirdi.

Stalin aynı mantıki bütünlüğü toplumlar tarihi ve Sosyalizm hakkındaki tespitlerinde de sürdürmektedir. Stalin, tıpkı Marks, Engels ve Lenin gibi, insanlık tarihinin sürekli değişen üretim araçları, üretim ilişkileri ve bunlara bağlı olarak oluşan sınıf çatışmalarından ibaret olduğunu öne sürmektedir. Stalin’e göre Feodal Çağın serfleri (derebeylerinin toprağını işleyerek yaşamını sürdüren yoksul insanlar) Kölecilik Çağının kölelerinden, Sanayi Çağının proletaryası (sanayi işçisi) ise Feodal Çağın serflerinden daha özgür ve daha bilinçliydi. Stalin’e göre teknoloji ilerledikçe hem proletaryanın bilinç düzeyi, hem de burjuvazinin küçük ve orta boy işletmeleri rekabet dışı bırakma ihtirası yüzünden yapacağı hatalar doruğa ulaşacaktır. Daha kapsamlı ve karmaşık makineleri kullanan işçiler daha da bilinçli hale gelirken burjuvazi küçük ve orta boy işletmeleri rekabet dışı bırakmak için fiyat kıracak, fakat proleterleşen küçük ve orta boy işletme sahipleri mal varlıklarını kaybedince alım güçlerini de kaybedeceklerdir. Ve netice itibariyle Kapitalizm satabileceğinden çok daha fazlasını üretmiş olarak iflas edecektir (ki günümüzde adına Neo-Liberalizm dediğimiz koşullar da bundan çok da farklı sayılmaz, ancak Kapitalizm buna benzer krizleri defalarca yaşayıp aşmıştır). Hem Marks’a hem Stalin’e göre, bir sistemi ortadan kaldıracak olan güç kendisinin içinde ortaya çıkar. Örneğin Feodalizmi alaşağı eden sanayi burjuvazisi Feodalite içerisinde doğmuş ve makinesiz üretim çağ dışı kalınca da derebeylerini alaşağı eden burjuvazi Kapitalist ekonomilerin lider sınıfı durumuna gelmiştir. Kapitalizmin emeğini en çok sömürdüğü proletarya ise toplumun bütün kesimlerinin ortak faydası için idareye el koyacak ve sınıfsız toplumun yaratılmasına liderlik edecektir. Stalin altını çizerek ifade eder ki, her sistem kendisini yıkacak gücü sebep olduğu mağduriyetlerden ötürü bizzat kendisi yaratır. Kıbrıs Türk toplumunun “statükosu” kendisini yıkacak gücü de bizzat kendisi yaratmıştır. Bu güç, eğitimli, yabancı dil bilen, mesleki donanımı yüksek, bununla birlikte de olumsuz hayat şartlarına sıkıştırılmaya kalkışılan gençlerdir.

Günümüzde “göç yasası”, asgari ücretin düşüklüğü, özel sektörde sendikalaşma olmaması, borç ve faiz düzenlemelerinde son derece vahşi kapitalist ödeme planları uygulanması ve işsizlik en çok toplumun gençlerini etkilemektedir. Bu gençler içerisinde yüksek tahsilli olan, Avrupa ülkelerinde eğitim almış olan, yabancı dil bilen ve bu koşulların kabul edilemez olduğunun farkında olan pek çok birey vardır. Siyasetten kamuya, özel sektörden sendika ve örgütlere kadar “statüko” dediğimiz yapı gençlerin fikirlerine, enerjilerine ve donanımlarına değer vermekten uzaktır. Bu yapı gençleri ya anne baba desteğine muhtaç olmaya, ya bir ev ya da araba sahibi olmak için ömrü billah borç ödemeye, ya işsizliğe, ya kaliteli bir yaşam sürmenin çok uzağında maaşlarla çalışmaya, ya da göçe itmektedir. Bir gerçektir ki, Kıbrıs Türk toplumu tarihinin en bilge, en iyi eğitimli ve en aydın neslini son 15-20 yılda, özellikle de AB yurttaşlarına sağlanan eğitim haklarının getirdiği bazı avantajlar sonrasında yetiştirmiştir. Ve yine bir gerçektir ki, bu nesil memleketteki bozuk çarkın dişlileri arasında ezilmekte, adaletsizliklerin ve fırsat eşitsizliklerinin gölgesinde ekonomik ve sosyal açıdan var olma kavgası vermektedir.

2004 referandum sürecinde meydanların en çarpıcı simaları hiç kuşkusuz gençlerdi. Daha o zamandan mevcut yapı içerisinde bir gelecek tahayyül edemeyen on binlerce genç vardı. Geçen on yılda gençlik kendisini daha da iyi yetiştirdi, yapının kendilerine verdikleri daha da azaldı, kendi yurtlarında var olurken katlanmak durumunda oldukları elverişsiz ve adaletsiz koşullar daha da büyüdü. Kıbrıs Türk gençliğinin, özellikle de aralarında ayırt edici eğitim altyapılarına sahip olanların TL cinsinden maaş alıp Sterlin cinsinden borç ödemeye, çığırından çıkan faiz oranları altında ezilmeye, işsiz kalmaya ve yaşam kalitelerini berbat edecek düşük maaşlarla çalışmaya tahammülü yoktur. Kaldı ki, çağdaş ve Avrupai insan hakları varken, geçmişin kara sayfalarıyla yüzleşip daha aydınlık sayfalar açmak mümkünken, mülkiyetten dolaşıma kadar pek çok insan hakkı ihlali çözümle son bulacakken, çevreye ve insana duyarlı, ayrımcılıktan arınmış bir gelecek inşa etmenin yolu varken, Kıbrıs Türk gençliğinin “statükocu” değil, “çözümcü” yanı elbette ki ağır basacaktır. Gençlik, fırsat eşitliğini ve çağdaş yaşamı birleşik ve bir bütün olarak AB üyesi olan Kıbrıs’ta arayacaktır.  Toplumun geri kalanını çözüme ikna edecek yegâne güç gençler olacaktır. Bundan dolayı Kıbrıs Türk gençliği, kendilerine şu an benzer bahanelerle benzer şartlar yaşatılan Rum gençliği ile barışın dilini konuşarak anlaşacaktır. Fakat çözüm mücadelenin yalnızca ilk aşaması olacaktır. Birleşen ve seslerini yükselten gençler gerek siyasette, gerek sosyal yaşamda, gerek ekonomik yaşamda ikinci plana atılmamanın kavgasını elbette ki çözüm sonrasında da sürdürmek zorundadırlar.

Bu haber toplam 3869 defa okunmuştur
Gaile 319. Sayısı

Gaile 319. Sayısı