1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Siyasette Tecrübe Söyleminin Paradoksu
Siyasette Tecrübe Söyleminin Paradoksu

Siyasette Tecrübe Söyleminin Paradoksu

Siyasette Tecrübe Söyleminin Paradoksu

A+A-


Bülent Evre
bulentevre@yahoo.com

Siyasette tecrübe (çok) önemli midir? Bu soruya birçok insan hiç duraksamadan muhtemelen “evet” cevabını verecektir. Siyasal tecrübeye önem atfetmek, onu kendi başına bir değer haline getirmekte ve bu tecrübenin nicel birikimine sahip kimse de haddi zatında değerli bir kişi olarak görülmektedir.

Tecrübe/deneyim esas itibarıyla insanın yaşadığı şeyle ilgili edindiği bilgi veya yorumdur. Bir konuda tecrübe kazandıkça da tecrübeli addedilirsiniz; fakat siyasette tecrübeli olmanın ölçütü nedir? Uzun süre bir siyasal görevde bulunmak mı yoksa siyasete dair bilgi birikimine sahip olmak mı? Eğer cevap birincisiyse, uzun zaman birimi içinde yaşanılan şey, kaçınılmaz olarak tecrübeli olmayı beraberinde getirir mi? Yani bir şeyi yaşamak ile yaşanılan şeyin bilgisi/yorumu aynı şey midir? Eğer tecrübeli olmanın ölçütü ikincisiyse, bilgi birikimi sadece bireylerin kendi pratikleriyle mi sınırlıdır yoksa başkalarının tecrübelerini de içerir mi? Bütün bu sorulara, farklı cevaplar verilebilir, fakat her cevap bizi farklı bir zihniyet kalıbına götürmektedir.

Ancak hangi zihniyet olursa olsun, sonuçta kendi varlığını devam ettirmek ve toplumsallamak için kendisini söylemsel olarak yeniden üretmek zorundadır. Siyasette tecrübeli olmak, gerek siyasal aktör düzeyinde gerekse yönetilenlerin gözünde bir tür kolaylık, öngörülebilirlik veya güven sağlayabilir. Fakat tecrübenin kendisi ile tecrübe söylemi arasında bir ayrım yapmak gerekiyor. Tecrübe odaklı söylem biçimlerinin öznesi, siyasette uzun süre arz-ı endam etmiş/etmekte olan bir figür olabileceği gibi, tecrübeye değer veren herhangi biri de olabilir. Ancak tecrübe söylemine başvuran özne(ler) kim olursa olsun, sonuçta bu söylem biçiminin toplumda açık/örtük olarak nasıl iş gördüğü önemlidir. Bu bağlamda tecrübe söyleminin siyasal yaşamda potansiyel olarak bulunan bazı negatif işlevleri üzerinde durmak isterim.

Tecrübe Söyleminin Negatif İşlevleri

Buradaki tecrübe söylemiyle, özellikle kamusal söylemde “tecrübeli” olarak (yeniden) tedavüle sokulan siyasetçi tipolojisini ve bunun içerdiği zihinsel ön kabulleri kastettiğimi belirtmek isterim. Bu çerçevede tecrübeyi öncelikli/ayrıcalıklı kılan siyasal söylemin özellikle siyasetin alanı ve diğer insanların tecrübelerinin paylaşımı, tarih algısı, demokratlık ve toplumsal değişim bakımından sorunlu olabileceğini iddia ediyorum.

1. Siyasal yaşamda tecrübe veya tecrübeliye yapılan vurgu, genellikle bir siyasal makam/görev bağlamında öne çıkmaktadır. Buna göre siyaset, devletin resmi kurumlarıyla eşitlenirken, bunun dışında kalan kamusal alanlar veya toplumsal varoluş biçimleri, daha çok gayrı-siyasi derekesinde kabul görmektedir. Başka bir anlatımla, yaygın anlayışa göre “siyasette tecrübeli” demek, siyasal makamda bulunmuş siyasetçilere gönderme yapmaktadır. Buna göre siyaset, münhasıran devlet ve organlarıyla sınırlı bir faaliyet alanı olarak kavranmakta ve bunun dışında kalan alanlarda siyasal düşünce üreten veya eylemde bulunanların “tecrübesi” bir karşılık bulmamaktadır. Dahası, dünyadaki farklı siyasal tecrübelerin bilgisine ve birikimine vakıf olmak, bireyin doğrudan kendi pratiğinin sonucu olmadığı takdirde, ancak entelektüel bir fantezi düzeyinde kalmaktadır –ki bu, siyasal tecrübe denilen şeyi, solipsizme indirgemekte ve diğer insanların tecrübelerinden yararlanılarak veya akıl yürüterek elde edilebilecek bilgiyi de değersizleştirmektedir.

2.Tecrübeli siyasetçi söyleminin, deterministtik bir tarih görüşüne yaslandığı veya yatkın olduğu söylenebilir. Tecrübeli siyasetçiye yönelik teveccühün altında, “tecrübesiz” olanın ne yapacağının bilinmemesi ve belirsizliğin yarattığı kaygı veya zaman kaybı kanaati gibi saiklerin yanında, tecrübeli olanın ne yapacağının/yapabileceğinin az çok kestirilebilmesi, bir anlamda tecrübe ile tarih arasında zorunlu bir bağın olduğunu varsaymaktadır. Şöyle ki tecrübeli siyasetçilerin geçmişte nasıl davranmışlarsa, gelecekte de benzer bir biçimde hareket edecekleri düşünülmektedir. Bu, aynı zamanda tecrübeli aktörlerin bir tür tarihsel zorunluluk mantığı içinde dünyayı anlamlandırdıkları anlamına da gelir. O nedenle geçmişin, bugünün olduğundan daha farklı olabileceği imkanları içinde barındırdığı ve geleceğin nasıl şekilleneceğinin kaçınılmaz olmadığı, çoğunlukla göz ardı edilmektedir. Çoğu tecrübeli liderin değişen durum ve koşulları kavrayamaması veya değişimi öngörememesi de bu çerçevede değerlendirilebilir.

3.Tecrübe odaklı siyasal söylemin taşıyıcısı olan “tecrübeli siyasetçi” tipolojisi ile demokratlık arasında gerilimli bir ilişkinin olduğu da iddia edilebilir. Şöyle ki bir konudaki tecrübe niceliksel olarak arttıkça, aynı tecrübeyi paylaşmayanlar, tecrübe birikimine sahip olanlara kıyasla “tecrübesiz” olarak konumlandırılmakta ve bu konumdakilerden olsa olsa “tecrübeli” olanlara biat etmeleri veya tabi olmaları beklenmektedir. Bu tarz bir hiyerarşik ilişki ise demokrasinin dayandığı eşitlikçi mantıkla açıkça çelişmektedir. Keza demokratik karar alma süreçleri bakımından, kendisini tecrübeli olarak addeden siyasiler, tecrübesiz olarak gördükleri insanları, kolektif kararların oluşumuna katılmaktan dışlama veya kendilerine itaat ettirme eğilimi gösterebilmektedirler. Nitekim siyaset psikolojisi alanında yapılan bazı çalışmalarda da tecrübe ile karar alma süreçleri arasındaki bu tür bir ilişki teşhis edilmektedir. Örneğin, liderlik tarzı ile politikaların oluşumunda danışma süreci üzerine yapılan bir çalışmada, tecrübe düzeyi düşük olan siyasi liderlerin, politikaların oluşum sürecinde özellikle uzmanlara danışırken, tecrübe düzeyi yüksek olan liderlerin kimseye danışmaksızın, kendi başına karar alma eğilimi gösterdikleri gözlenmiştir. (1)

4.Siyasette tecrübeye öncelik verilmesinin diğer bir paradoksal sonucu da, toplumsal değişimi anlayamama eğilimini beraberinde getirebilmesidir. Bu, tecrübe odaklı söylemin, daha çok muhafazakar duyuş ve düşünüş tarzıyla eklemlenebildiği momentte açığa çıkmaktadır. Siyasette tecrübenin ayrıcalıklı kılınması, muhafazakarlığın (2) özellikle akla ve soyut ilkelere güvenmemesi tutumuyla örtüşmektedir. Buna göre geçişten günümüze tecrübe edilen şeyin bilgisi, en doğru ve sağlam bilgidir. Önceki tecrübeler birikiminden farklılaşan yeni tecrübelerin anlamlandırılması paradigma değişimini gerekli kıldığından, genellikle yeni/farklı olan görmezlikten gelinebilmekte veya değişime karşı bir tür direnç ortaya çıkabilmektedir. Başka bir ifadeyle, tecrübeli siyasetçinin tecrübesi, ağırlıklı olarak geçmişteki pratiklerinin bir tür toplamını içerir. Dolayısıyla salt kendi tecrübesine dayanarak siyaset yapanların tecrübesi, toplumsal etkileşimin giderek arttığı ve genişlediği günümüzde  çoğu zaman tutarsızlaşmaktadır. Bu açıdan tecrübeli siyasetçilerin, değişen toplumsal talepleri karşılayamamaları bir tesadüf olmasa gerek.

 

----------------------------------------------

Notlar
(1) Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Preston, T. (2001). The President and His Inner Circle: Leadership Style and the Advisory Process in Foreign Policy Making. New York: Columbia University Press.
(2) Buradaki “muhafazakarlık” kavramını, sadece siyasal bir ideoloji anlamında değil, aynı zamanda bir zihinsel durum olarak kullanıyorum. Bu anlamda, muhafazakarlığın gerek sağ gerekse sol ideolojileri nasıl yatay kestiğini rahatlıkla görebiliriz.

Bu haber toplam 3536 defa okunmuştur
Gaile 329. Sayısı

Gaile 329. Sayısı