1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Sıkışmışlık
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Sıkışmışlık

A+A-

Çok fazla öfke var.
Ve öfkeler arasında sıkışmış bedenlerimiz, huzursuz varoluşlardan başka hiçbir şeye dönüşemiyor...

*

Sıkışıp kalıyoruz,
Trafikte, teneke parçaları arasında...
Siyasette, söylenen söz ile söylenmeyen söz arasında...
Sloganlar ile yaşananlar,
Yalanlar ile hakikatler arasında...
Aşkta, alışkanlıklar ile arzular arasında...
Özel sektörde güvencesizlik ile yoksulluk,
Kamuda bolluk ile şımarık bir yoksunluk arasında...
Sınır hatları içerisinde var-oluş ile yok-oluş,
Bu memleket bizim ile bizim olmayan memleket arasında...
Ezanlar ile bayraklar,
Camiler ile heykeller arasında...
Küfürler ile şiirler veya
Küfür gibi şiirler ile şiir gibi küfürler arasında;
Yapmak isteyip de yapamadıklarımızın 'ahı' ile istemeden yaptıklarımızın 'ahı'nda büzüşüyoruz...
Hikayesiz yaşamlar ve yaşamsız hikayeler arasında,
Sadece çırpınan, tepinen, varlığı ile cebelleşen, yokluğu ile var olan,  boşluğa yumruk sallayarak kendisini yaralayan, yaralarının üzerine ganimetler, avantalar ve plansız betonlar döken, döküm saçım düşünceler arasından kendisine yalandan yaşamlar inşaa eden, yanlış yaşamları doğru yaşamaya kalkışan uğultular ile, bütünlüklü çözümsüzlükler arasında sıkışıp kalıyoruz.

Kalplerimizin, vicdanlarımızın ve düş pencerelerimizin yerini kara kara kutular alıyor, 
Çekmecemizde öfkeler ve hınçlar biriktiriyoruz,
İlk fırsatta çıkartıp ortalığa püskürtmek için...
Kendini gerçekleştirememenin dışa vurumu öfkeler ile
yanlış bir yaşamı doğru yaşamaya çalışmanın yarattığı körlükler arasında sıkışıp kalıyoruz.

*

Çok fazla öfke var.
Ve öfkeler arasında sıkışmış bedenlerimiz, huzursuz varoluşlardan başka hiçbir şeye dönüşemiyor...

*

Evet çok fazla öfke var. Ve bu öfke yaratıcı veya kurucu bir potansiyele değil, için için ilerleyen bir çürümeye, dağılıp parçalanmalara yol açıyor.
Topluluk duygusunun parçalanması, ilişkilerin çözülmesi ve kişinin kendisini yaşadığı coğrafyaya ait hissettirecek ağların dağılması...
Bu muazzam yabancılaşma içerisinde geriye sadece kendi bencil çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen, kendisini dünyanın merkezinde konumlandıran ve bir panik halinde şuursuzca daha fazlasını talep eden zümrelerden başka bir şey kalmıyor.
Hayallerin, düşlerin ve fikirlerin yerini, günü birlik çıkarlar, bencilikler ve daha bir yığın çirkeflikler alıyor. Hayatlarımız kısa yoldan köşeyi dönmek için sahtelenen evraklar gibi, sahtelenmiş yaşamlara dönüşüyor.
Kimse özgürlük ve düşleri için alışkanlıklarından vazgeçmeyi göze alamıyor; alışkanlıklarının ve 'korunaklı' konfor alanlarının içerisinde, özgürleşme arzusu ve düşler bazen korkutucu hayaletler  haline gelebiliyor.

Özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz, siyasi irade istiyoruz, ama bu dönüşüme kendi yaşamlarımızdan başlama iradesini gösteremiyoruz. Çünkü gökten zembille özgürlük gelsin istiyoruz. Ganimetin, yağmanın ve yapay zenginliklerin geldiği gibi...

*

Ama öyle bir dünya yok artık. Bastığımız toprak çürümüş bir topraktır. Kök salamayacağımız gibi, var olan kökleri de kurutan bir toprak. Siyasetin, yaşamlarımızın ve kararlarımızın toprağını değişmedikçe, öfke de, çürüme de, huzursuzluk da, hakim olmaya devam edecek. Çünkü bastığımız yaşam toprağı bizi içine çeken bir bataklığa dönüşmüştür. Yeni bir yaşamın toprağını dökmekten başka bir şansımız da yoktur bu coğrafyada...  

*

Özgürleşmenin daha fazla sahip olmak ile değil, vazgeçebilme cüretini gösterebilmekle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu kendi küçük hayatlarımızda da böyle, siyasetin büyük laf kalabalıkları içinde de... Ve en çok da özgürlük sözcüğünü ağzından düşürmeyenlerin, iktidara delicesine tapmalarından, tahakkümü arzulamalarından korkuyorum.

Bu ülkede barıştan ve özgürleşmeden bahsediyoruz. İrademizin Türkiye tarafından gasp edilmesinden, kültürümüzün, kimliğimizin yok olduğundan ve bir geleceğimizin olmadığından bahsediyoruz.

Peki bunlar için vazgeçebileceğimiz şeylerden neden bahsetmiyoruz? Gerçekten en büyük korkumuz yok olmak mıdır, yoksa alışa geldiğimiz yaşamlarımızdan vazgeçmek midir?  

Hep 'şimdi' odaklı yaşayan bir topluluğuz. Belki gelecek için 'şimdiden' vazgeçmek lazım. Şimdinin kolaycılığından sıyrılıp, geleceğin yükünü sırtlanmak lazım. Alışkanlıkların köreltici tembelliğinden, yeni bir yaşamın potansiyel risklerini tercih etmemiz lazım belki de.

Belki de yeniden aşık olmak lazım, bu ülkeye, barışa, özgülüğe ve düşe... Ve her aşık gibi yıkıp geçmek lazım, seni o aşktan alıkoyan her şeyi... İlk önce kendini!

*

Sahi sen yeniden aşık olabilir misin? Yeniden inanabilir misin bu ülkeye ve kendine?

 

Bu yazı toplam 2550 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar