1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Sihari ile Aspro Mutti arasında bir yer…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Sihari ile Aspro Mutti arasında bir yer…

A+A-

 

Kavurucu yaz günleri yerini sonbahara bırakıyor yavaş yavaş… O, orada üniformasıyla, miğferiyle, botlarıyla öylece yatıyor… Göyküzüne bakıyor ama hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyor, hiçbir şey hissetmiyor… Bir delikte, 1974’te inşa edilmiş bir mevziciğin içinde yatıyor, Sihari yöresinde, Aspro Mutti’ye doğru tepelerde…
Sonbahar serinliğiyle birlikte geliyor, o öylece yatıyor orada, tümüyle yalnız çünkü bu zorlu yükseklikten gelip geçen pek yok – o öylece yatıyor ve mevsimler değişmeye devam ediyor… Kırlangıçlar Kıbrıs’tan ayrılıp Afrika’ya doğru gidiyor, tilkiler buralarda avlanıyor, masmavi gökyüzü grileşiyor yavaş yavaş, bulutlar toparlanıyor…
Yağmurlar geliyor, tüm toz toprağı yıkayarak – öylece yattığı yerde üniformasının üstündeki topraklar da akıp gidiyor ama o bunları görmüyor, duymuyor, hissetmiyor – öldürülmüş olduğu yerde kalmış, zaman onun için orada durmuş… Artık hiçbir zaman ilkbaharın o olağanüstü enerjisiyle gelişini hissetmeyecek, minik menekşe çiçekleri arayan arıların vızıltısını duyamayacak bu dağlarda… Göç yollarından dönen kuşları göremeyecek, onların ötüşünü işitemeyecek, kanat çırpışlarını duyamayacak… Öylece yatacak orada, mevsimlerin değiştiğini duyumsamadan… Saatler tiktak tiktak diye çalışacak, mevsimler yıllara dönüşecek, yıllar onyıllara ve o hala orada, o delikte, o uyduruk mevziciğin içinde tek başına yatacak, üstündeki üniformasıyla, başındaki miğferiyle, ayaklarındaki botlarla bir iskelete dönüşerek…
Zaman etini yiyip bitirecek ancak botlarının derisine hiçbir şey olmayacak… Zaman üniformasının düğmelerine dokunmayacak – saçları dökülür, eti yok olurken, ondan geride kalan tek şey kemikleri olacak… Üniforması olacak… Botları olacak… Miğferi olacak…
Bundan yaklaşık on yıl kadar önce iki çocuk onunla karşılaşıyor, mevziciğin içinde, üniformasıyla öylece kalmış bu insanı bulduklarında çok şaşırıyorlar… Önce miğferini almaya çalışıyorlar, babası ne yaptıklarını farkedince onlara bağırıyor, “Durun! Hiçbir şeye dokunmayın!” diyor… İki haylaz çocuğunun yanına gidiyor, kerataların ne bulduğuna bakmaya ve çocuklarının ne bulduğunu görünce, onları hemen oradan uzaklaştırıyor. Ama bir daha gördüklerini unutamıyor…
Yine de üniforması içinde yatıp kalmış olan bu insanı kimse aramaya gelmiyor… Orada öylece yatıyor, onu fark eden çocukları ve çocukların babasını görmüyor… Mevsimler değişmeye devam ediyor, yazlar kışlara, kışlar bahara, baharlar sonbahara dönüşüyor durmadan – zaman akıp gidiyor – Beşparmaklar’da sıcaklar yerini serin gecelere bırakıyor… Yıldızlar altında yatmaya devam ediyor o, vurulup öldürüldüğü yerde, 1974’teki savaştan beri…
Çok değerli bir okurum bu bölgede “kayıp” olmuş Ciberundalı bir gencin nereye gömülmüş olabileceğini aradığımızı biliyor çünkü yazdıklarımı okumuş… İki haylaz çocuğunun bulduğu üniformalı insan bedeninden geride kalanları bir arkadaşı kendine anlatınca, aklına ilk gelen tek başına “kayıp” olan Ciberundalı genç geliyor… Hemen beni arıyor… “Gelirsanız bu yeri size gösterelim” diyor.
“Arkadaşım çocuklarının başına miğferi, üstünde üniforması ve botlarıyla bu kayıp şahsı nasıl bulduklarını anlatmaya başlaınca, aklıma ilk gelen Ciberundalı genç hakkında yazdıkların oldu… Belki de bu o Ciberundalı gençtir ama belki da değildir… Ama yazdıklarına uyuyor sanki… En son görüldüğü yere uyuyor arkadaşımın gördükleri” diyor.
Böylece Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum yetkililerini arıyorum, dağlardaki bu yere gidip bakmak için, okurum ve o bedenden kalanları bulan şahitle birlikte. 2 Ağustos 2013 Cuma günü gidiyoruz, şahit o mevziciği nerede gördüğünü bulup bize göstermeye çalışacak.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk üye yardımcısı Murat Soysal ile Kıbrıslırum üye yardımcısı Ksenofon Kallis’le birlikte şahit, Sihari-Aspro Mutti (Kaynakköy-Bozdağ) yöresinde oldukça sarp tepelere tırmanışa geçiyor. Hava aşırı sıcak ve en az üç kilometre kadar tırmanmaları gerekecek, mevziciğin yerini aramak için…
Onlar tepelere doğru bu zorlu tırmanışa girişirken, okurumla ben arabada oturup onları bekleyeceğiz – okurum Kıbrıs’ın güneyinden kuzeye göç etmiş insanlardan, bu civarda bir köyde yaşamını sürdürüyor. Geçmişte gönüllü olarak bana çok yardımcı oldu, bu yöredeki “kayıplar”la ilgili gerek kendisi, gerekse bulduğu şahitler olası gömü yerleri gösterdi ve pek çok “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanların bulunmasına çok büyük katkılarda bulundu. Sihari-Aspro Mutti yöresini çok iyi biliyor. Yaptığı tüm gönüllü katkılara karşın son derece mütevazi, sessiz sedasız çalışıyor, hiçbirşeyden övünme payı çıkarmıyor – “kayıp” yakınlarının acısını yüreğinde hissediyor çünkü hem güneyde kalmış kendi köyünden, hem de eşinin ailesinden “kayıplar” var. Eşinin “kayıp” bir yakın akrabasının bulunmasına yardım etmiştim, bu yakınları toprağa verilirken cenazesine de katılmıştım. Eşinin akrabası Aredyu köyündeki evinden bir Kıbrıslırum polis tarafından alınarak “kayıp” edilmişti, 1963’te evinden alınıp “kayıp” edilmişti ve bir daha evine geri dönemedi. Bir Kıbrıslırum okurumun yardımlarıyla Tseri köyünde bir kuyuya gömülmüş 1963 “kaybı” üç Kıbrıslıtürk’ten geride kalanların bulunmasına yardım etmiştik. Bu üç Kıbrıslıtürk’ü Aredyu’daki evlerinden alarak “kayıp” eden Kıbrıslırum polisin kendisi de 1974 yılında bir başka bölgede “kayıp” edilecekti… Bu polisin oğlu yardım istemek için beni aradığı zaman, ona Aredyu’dan “kayıp” Kıbrıslıtürkler’i anlatacaktım ve polisin oğlu şoke olacaktı… Tıpkı domino taşları gibi insanlar neredeyse aynı kaderi paylaşacaktı…
Kayıplar Komitesi yetkililerinin şahitle birlikte tepelere tırmanışı devam ederken, bizi buraya, Sihari yöresine getirmiş olan okurum bana çocukluğunda bu tepeleri ve vadileri nasıl tırmandığını, göçmen bir çocuk olarak buralarda yüzlerce mermi ve kovan gördüğünü anlatıyor… Küçük bir göçmen çocuğu olarak babasıyla mantar ya da ayrelli toplamaya ya da sadece oynamaya gelirmiş bu tepelere ve savaşın kirlettiği bu bölgeyi görürmüş… Savaştan geride kalan görüntüler ve kokular sonsuza dek yüreğini yaralamış… Savaşın öyküleri kalbini yaralamış, “kayıp” yakınlarının bekleyişi kalbini yaralamış… Savaşın kalıntıları arasında 10 yaşında bir çocuk olarak yürümüş, bu kalıntıları koklamış, onlara dokanmış ve yetişkinlerin ona nasıl bir yer bıraktığını görmüş…
Köyünün dışında bir fassa ve bir karga bulmuş, bu yaralı kuşları iyileştirmek için eve götürmüş ve o günden sonra bu kuşlar evcil birer hayvan gibi evde yaşamaya başlamış… Fakat bir gün, karga fassayı öldürmüş ve okurum buna çok üzülmüş…
Bana bu dağlardaki yılanları, gufileri anlatıyor – şu anda gufilerin en aktif oldukları dönemmiş, bu yüzden Murat Soysal, Ksenofon Kallis ve şahidimiz için kaygılanıyor – arkalarından “Yılanlara dikkat edin!” diye bağırıyor…
Arabada oturuyoruz, eşek arıları gelip gidiyor, buralarda ne yaptığımıza bakıyorlar… Tümüyle izole edilmiş bu noktada, tepelerde oturuyoruz arabanın içinde ve onların dönüşünü beklerken konuşuyoruz.
Çok yüksek bir noktada bulunuyoruz, geçtiğimiz toprak yol da taşlar ve deliklerle kaplı – iki Kıbrıslıtürk traktörleriyle buradan aşağıya uçmuşlar, son anda traktörden atlamışlar ve canlarını kurtarmışlar. “Traktörü düştüğü yerden çıkarmak mümkün değildi” diyor… “Hala oralarda bir yerdedir…”
Ona tilkileri soruyorum, insanların tilkileri yıllardır zehirlediğini anlatıyor… Sürekli zehirli yiyecek atılan tilkilerin yanı sıra bunları yiyen yırtıcı kuşlar da ölüyormuş… İnsanların bu tepelerde yarattığı insanlık-dışı çirkin müdahalelere üzülüyoruz, yok edilen tilkilere, kartallara üzülüyoruz. Az ileride av hayvanları yetiştirilen bir çiftlik var – tilkilere bu nedenle zehirli yiyecek atılıyormuş – avcıların yetiştirdiği av hayvanlarının korunması gerekçesiyle bunu yapanlar olmuş… Kendi elimizle kendi doğamızı yok ediyoruz, kendi ayağımızı kurşunluyoruz ama hiçbir şey olmamış gibi ya da tüm bunlar “normal”miş gibi havalara giriyoruz… Ne büyük utanç!...
Ciberundalı gençten söz ediyoruz sonra – 19 yaşında bir marangoz olan bu genç, askerlik yapmak üzere Aspro Mutti’ye (Bozdağ) gönderilmişti… Okurum bana Bodamya köyünden bir Kıbrıslırum’la bir Kıbrıslırum köyünde tesadüfen karşılaşmalarını anlatıyor – Aspro Mutti, solcu Kıbrıslırum ailelerin askerlik yapacak olan çocukları için bir tür “ceza” yeriydi – solcu gençler buraya gönderiliyordu askerlik yapmaya çünkü en çetin koşullar buradaydı… Ciberundalı genci en son gören Mihalis Eftimiu’yla röportajımızda bundan söz etmişti ve bunu yazmıştık. Bodamya’dan bir Kıbrıslırum’la karşılaşan okurum, onun da Aspro Mutti’de askerlik yaptığını öğrenince, ona bu yerin solcular için bir “ceza” yeri olup olmadığını sormuş, Bodamyalı Kıbrıslırum da “Evet, oraya solcular cezalandırılmak üzere gönderilirlerdi” demiş…
Şahidimiz, Kallis ve Murat Soysal’la birlikte soluk soluğa geri geliyorlar – mevziciğin yerini bulamamışlar… Şahidimiz “Hava biraz serinlesin, Eylül’e doğru gene gelelim ve araştıralım” diyor… “Ama oralarda bir yerdedir…”
Tekrar, daha büyük bir araştırma timiyle, hava koşullarının biraz daha elverişli olduğu bir zaman buraya gelmeyi kararlaştırıyoruz, şahidin gördüğü mevziyi ve içindeki “kayıp” şahsı araştırmaya… Bu izole yerden ayrılıp, çok kötü bir toprak yoldan geriye dönüyoruz… Okuruma ve şahidimize bu insancıl hareketleri için, Kayıplar Komitesi yetkililerine de bizimle gelerek bölgeyi araştırmaya başladıkları için yürekten teşekkür ediyorum…
Bir süre sonra Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk üye yardımcısı Murat Soysal aynı alanda bir ekiple araştırmaya girişiyor ve şahitle tekrar konuşuyor. Şahit, belki de yanlış noktaya gitmiş olduklarını, belki de bu mevziciğin Aspro Mutti (Bozdağ) civarında bulunduğunu anlatıyor. Aradan yıllar geçtiği için bölgeyi karıştırmış olabileceğini anlatıyor. Bozdağ yöresinde (Aspro Mutti)  yürütülen kazılarda bazı “kayıplar”dan geride kalanlar bulunmuştu ancak miğferiyle birlikte bulunan olmamıştı bildiğimiz kadarıyla… Bu şahidi bize getiren okurum, “Bozdağ’da kazı yapılan yerin daha gerisindeki noktaların da araştırılması lazım” diyor…
Bu bölgelerde birkaç kez araştırma yürütülmüştü, Kayıplar Komitesi kazı ekiplerindeki arkeologların katılımıyla… Umarız sonbahar aylarında bu bölgede tekrar araştırma yürütülür ve şahidin sözünü ettiği mevzicik ve içindeki “kayıp”tan geride kalanlar bulunabilir…

Bu yazı toplam 2220 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar