1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Şiddetle Mücadelede Önleyici Tedbirler: Eşitlik, Koruma Emri ve Adli Yardım
Şiddetle Mücadelede Önleyici Tedbirler: Eşitlik, Koruma Emri ve Adli Yardım

Şiddetle Mücadelede Önleyici Tedbirler: Eşitlik, Koruma Emri ve Adli Yardım

Şiddetle Mücadelede Önleyici Tedbirler: Eşitlik, Koruma Emri ve Adli Yardım

A+A-


Aslı Murat
asomurat@hotmail.com

Şiddet en genel anlamıyla; bireyler veya insan topluluklarının kendi aralarında kurdukları ilişkide ya da devletle olan münasebetlerinde, güç dengesizliğinden kaynaklanan eşitsizlik sonucunda yaşanan bir insan hakkı ihlâlidir.  Gerek uluslararası insan hakları sözleşmeleri gerekse feminist teori içerisinde yapılan çalışmalar, şiddet ve ayrımcılığın birbirini besleyen hususlar olduğunu ortaya koyar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, 2011 yılında KKTC Meclisi tarafından onay kanunu aracılığıyla iç hukukun parçası hâline getirilen, Avrupa Konseyi’nin Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) Giriş bölümünde: “Kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleşmesinin kadınlara yönelik şiddeti önlemede önemli bir unsur olduğu / Kadınlara yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğu ve bu güç ilişkisinin erkekler tarafından kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına yol açtığı ve kadınların ilerlemelerinin önünde engel olduğu”na dair tespitlere yer verilir.

Bahsi geçen noktadan hareket edildiği zaman, şiddetin engellenmesi için, cinsiyetler arasında yer alan eşitsizliğin yasal ve fiili olarak ortadan kaldırılması gerekir. Dünya’nın pek çok ülkesinde yasal eşitlik, ülkelerdeki mevzuat içerisinde korunur. Mesela KKTC Anayasası’ndaki eşitliği düzenleyen 8. maddenin 1. fıkrasına göre: “Herkes, hiçbir ayırım gözetilmeksizin, Anayasa ve yasa önünde eşittir. Hiçbir kişi, aile, zümre veya sınıfa ayrıcalık tanınamaz”. Fakat bir de görünür olmayan kurallar bütünü vardır. Onlar da gelenek görenek, ananeler ve şu anda egemen konumda olan ataerkil zihniyettir. Bu sebeple eşitliğin sadece yasal anlamda değil, yazılı olmayan toplumsal kuralların dönüşüme uğraması ile gerçekleştirilebileceğini kabul etmek elzemdir. Az önce atıfta bulunduğum İstanbul Sözleşmesi de bu gerçekten yola çıkarak taraf devletlere, hem yasal boyutta hem de erkek egemen toplumsal yargılar temelinde güçsüzleştirilen kadınların, eşit bireyler olarak kabul edilmeleri için, somut adaleti teşvik edecek politikalar üretmelerini söyler. Sözleşme şiddetle mücadele ederken, yürünecek yolda atılması gereken zorunlu adımların ne olması gerektiği noktasında çeşitli stratejiler ileri sürer. Bu anlamda şiddetin ortaya çıkmasından önce, dikkate alınması gereken hususlar arasında yer alan koruyucu tedbirler ve adli yardım müessesesi, hayati öneme sahip önleyici uygulamalardır. Böylece şiddete uğrama ihtimali olan bir birey, hukukun sağladığı güvence aracılığıyla bedensel ve psikolojik bütünlüğünü koruyabilecektir.

İstanbul Sözleşmesi “Koruma Önlemleri”ni düzenlediği 56. maddede, mağdurun haklarının ve menfaatlerinin korunması için hem mahkemede hem de kolluk kuvvetleri (polis teşkilatı) bünyesinde yapılması öngörülen hususları dile getirir. Bu anlamda kurumlar arasındaki uyum ve istişarenin de önemine vurgu yapılır. Keza Sözleşme’nin tamamında, şiddetle mücadelede ilgili olabilecek tüm kurumların, birlikte hareket etmesinin önemine vurgu yapılır. Mahkeme, savcılık, polis, devletin ilgili daireleri ve sağlık birimleri en işlevsel konumda yer alır.

Özellikle düşük gelir grubuna mensup bir kadın, şiddetle mücadele ederken adalete erişimde birçok zorlukla karşılaşır. Şiddete uğrayan kişi, boşanma davası açma ve buna bağlı olarak şiddet gördüğü eşinden uzak kalabilme imkânından mahrum kalabilir. Oysaki insan haklarına saygılı, sosyal devlet anlayışını benimseyen yönetimler, koşullarda eşitliği sağlamak adına pozitif yükümlülüklerini yerine getirmelidir. İstanbul Sözleşmesi’nin 57. maddesi, “Taraf Devletler, mağdurların iç hukuk kurallarının öngördüğü koşullar altında hukuki yardım ve ücretsiz adli yardım alma hakkını temin eder” diyerek, adalete erişimdeki mevcut imkânsızlıkları ortadan kaldırmayı amaçlar.
Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik geliştirilen ve temel anlamda ayrımcılıkla mücadeleye odaklanan BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) de KKTC Meclisi iradesi ile mevzuatımıza dâhil edilmiştir. Yine söz konusu düzenleme ile taraf devletler, “Kadınlara karşı ayrımcılık teşkil eden mevcut yasa, yönetmelik, adet ve uygulamaları, tadil veya feshetmek için yasal düzenlemeler de dâhil bütün uygun önlemleri alma” yükümlülüğü altına girerler. CEDAW şiddete ilişkin bir düzenleme içermese de sonradan hayata geçirdiği 19 No’lu Tavsiye Kararı ile kadına yönelik erkek şiddetinin bir ayrımcılık olduğunu vurgulayıp, Sözleşme’nin denetimi alanına girdiğini söyler. Keza KKTC Yüksek Mahkeme içtihatlarında yer bulan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Mahkeme’si kararları, hem cinsiyete dayalı ayrımcılığa hem de bu nedenle yaşanan kadına yönelik erkek şiddetine karşı geliştirilmesi gereken kıstaslara yer verir.

Şu ana kadar dile getirilen hususlar; şiddetle mücadele ederken toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının stratejik gerekliliğini ortaya koyar. Bir süredir gündemi meşgul eden 1/98 sayılı Aile (Evlenme ve Boşanma) Yasası’na getirilmek istenen değişiklik önerilerini, bu çerçeveden değerlendirmek gerekir. Çünkü Değişiklik Önerisinin Genel Gerekçesine bakıldığı zaman, yukarıda belirtilen noktalar göze çarpmaktadır.

Kıbrıs’ın kuzeyinde yıllardır görmezden gelinen, dile getirilmeye başlandığında ise önemsizleştirilen bir mesele olan kadına yönelik erkek şiddeti, yapılan sosyolojik araştırmalar ile gün yüzüne çıkmaya başladı. Devletin uzun bir süre bu alanda veri toplamaması, aslında birçok toplumsal sorun gibi şiddetin hasıraltı edilmesine neden oldu. Buna rağmen özellikle feminist hareketin de özverili çalışmaları ile artık görmezden gelinemeyecek bir mesele hâline geldi. Son olarak Mine Yücel tarafından yapılan ve aile içi şiddetin değerlendirilmesini içeren bir araştırma sonucuna göre, şiddetin azımsanmayacak bir boyuta geldiği görülür. Şöyle ki genel itibariyle her 3 kadından 1’nin şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmıştır.

İlgili araştırmanın ayrıntılarına bakıldığı zaman; evlilik içi tecavüz % 14 (cinsel suçlardaki görünmezlik göz önünde tutulursa fazla bir oran), evden kovma % 10 (yüksek olmasa da sığınma evi alanındaki yetersiz koşullar, kadının gidecek bir yeri olmadığını gösterir), dayakla tehdit % 17, başkalarının yanında azarlama % 24, kıskançlık % 74, evdeki eşyalara zarar verme % 22 gibi oranlar göze çarpar. Araştırmaya katılan bireylere yöneltilen, “destek mekanizmalarından hangisine güveniyorsunuz” sorusuna verilen cevaplar ise şu şekildedir: Aile % 53.8, polis % 27.2, % 21 kimse, % 0.3 iş arkadaşı, % 4.4 yakın arkadaş. Söz konusu oranlar aslında devlete olan güvenin çok düşük bir seviyede olduğunu ortaya koyar. Dikkat edilirse polis dışında, herhangi bir devlet mekanizmasından bahsedilmez. Araştırmanın yapıldığı tarihte mevcut olmayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi (TOCED) Yasası, 2014 yılı sonunda Meclis’ten geçirilmiş fakat henüz işlevselliğini tam olarak kazanamamıştır. Bu noktada şiddetle mücadelede devlet içerisindeki kurumlar arasındaki ilişkiyi yönlendirecek, hizmet içi eğitimler sağlayacak (polis, eğitim, sağlık personelleri) ve hukuki desteğin sunulması noktasında Barolar Birliği ile istişare içinde çalışacak bir mekanizmanın en kısa zamanda çalıştırılması gereklidir.

1/98 sayılı Aile (Evlenme ve Boşanma) Yasasına getirilmek istenen değişiklikler, TOCED’in hedeflediği mekanizma içerisinde yer alan Polis Teşkilatı ve Barolar Birliği ile kurulacak bağlantıya dair işaretler barındırır. Mesela mevcut yasanın 36. maddesi olan Koruma Emrine yönelik düzenlemeler daha geniş bir perspektifle ele alınır. Şu anki hâlinde sadece bir kağıt parçasından ibaret olan Koruma Emri, Değişiklik Önerisi ile uygulanabilir hâle getirilmeye çalışılır. Meclis’te oluşturulan ve alanda çalışan sivil toplum örgütlerinin de görüşlerini sunabilmesine fırsat veren Ad hoc komitenin gündeminde olan Değişiklik Önerisi metni içerisinde önemli düzenlemelere yer verilir. Şiddet türlerinden herhangi birine (genel itibariyle ekonomik, cinsel, psikolojik ve fiziksel şiddet olan fiilleri kapsıyor) maruz kalan ya da kalma ihtimâli olan taraf ya bizzat ya da TOCED’in Şiddeti Önleme ve Danışma Merkezleri aracılığıyla yapacağı bir başvuru (tarafın yetki vermesi sonucunda gerekli makamlarla temasa geçerek) ile Mahkeme’den koruma emri talep edilebilecektir.

Yürürlükte olan düzenleme içerisinde kurumlar arasında bir bağ kurulmuş değildir. Bu durumda şiddete maruz kalan bir birey, geniş çaplı desteğe ihtiyaç duyması durumunda, tek başına kalmaktadır. Getirilmek istenen değişiklik ile şiddetle mücadelenin daha kapsamlı ve uygulanabilir bir boyuta taşınmasına zemin hazırlanır. Şiddet tehlikesi altında olan birey (yasada cinsiyet belirtilmemiş olmasına rağmen, araştırma ve istatistiklere bakıldığı zaman çoğunlukla kadınların koruma emri başvurusu yaptığı anlaşılmaktadır) hem bizzat hem de ilgili Merkezler aracılığıyla yasal yolları kullanabilecektir.

Koruma Emrine aykırı bir fiilin gerçekleşmesi durumunda verilecek cezalar, Değişiklik Önerisi bünyesinde arttırılmıştır. Ayrıca Ad hoc komite içerisinde yürütülen tartışmalar sonucunda yapılan öneriler dikkate alınırsa, çocukların da bu madde temelinde koruma altına alınabilmesi ve bu başvurunun boşanma davasına bağlı olmadan da yapılabilmesinin önü açılacaktır. İlgili sivil toplum örgütleri ayrıca, koruma emrinin uygulanması noktasında polise fiili koruma görevi yüklenmesi ve şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişinin silahı varsa ona el konulması gerektiğini de dile getirmiştir. Bahsi geçen ekler, Ad hoc komitenin gündeminde yer alan Değişiklik Önerisini güçlendirecektir. Umarım Değişiklik Önerisi, sözü edilen kıstaslar göz önünde tutularak genişletilir ve o şekli ile milletvekillerinin oyuna sunulur.

Değişiklik Önerisi içerisinde yer alan 36A maddesi, mevcut yasa içerisinde yer bulmayan bir düzenlemedir. Söz konusu madde: “Bu Yasa kapsamında Koruma Emri için yapılan bireysel başvurular veya kişinin talebi ile ŞÖDAM aracılığıyla yapılan başvurular, bildirimler, düzenlenecek belgeler, resmi mercilerce yapılacak işlemler ile bu Yasaya göre verilen kararların icra ve ifası için yapılan işlemlerden vergi, resim, harç ve benzeri hiçbir masraf alınmaz. Bu öneri ile Koruma Emri için, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi’ne bağlı olarak hizmet veren Şiddeti Önleme ve Danışma Merkezleri’ne yapılan başvurularda adli yardım hizmeti sunulur. Adli Yardım hizmetinin usul ve koşulları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Dairesi ile Barolar Birliği tarafından birlikte hazırlanacak ve Bakanlar Kurulunca onaylanacak bir tüzük çerçevesinde belirlenir.” şeklinde hazırlanmıştır.

Maddenin lafzından da anlaşılacağı üzere yasa koyucu Adli Yardım müessesesi tesis ederken, Devlet içerinde geniş bir ağ kurmayı hedefler. Böylece hem maddi zorluk içerisinde olan bireylerin hukukun güvencesi altına girmesine hem de şiddeti önlerken ŞÖDAM gibi kurumları sürece dâhil ederek, bireyin korunması ve güçlenmesini sağlayacak alanın genişlemesine fırsat verilir. Yine Ad hoc komite içerisinde sivil toplum örgütleri ile yapılan görüşmeler neticesinde, Değişiklik Önerisini zenginleştirmek için yapılan katkılar vardır. Buna göre yasa koyucuya, Adli Yardımın koruma emri başvuruları yanında “ve diğer işlemleri” (özellikle boşanma davası açabilme) kapsayacak şekilde düzenlemesi ve bu alanda ihtiyaç duyulan maddi kaynağın, evlenen çiftlere verilen evlilik yardımının bir kısmının aktarılacağı bir fon ile karşılanması salık verilir.

Kamuoyunda bugüne kadar yürütülen tartışmaların bir kısmı, kadın düşmanı bir perspektif aracılığıyla şekillendirilen ve yasa ile alakası olmayan yaklaşımlardan ibarettir. Bunların, eşitliği içine sindirememiş bir zihniyetin ürünü olduğu ortadadır. Fikir tartışmasına fırsat vermeyen kesimler, kendini açıkça ortaya koymayıp, Değişiklik Önerisi içerisinde yer alan düzenlemeleri çarpıtarak sis perdesi yaratmıştır. Unutmamak gerekir ki, insan hakları alanında atılacak olumlu adımlar, her dönemde sürer durumun temsilcileri tarafından engellenmek istenmiştir. Çünkü kendi konumlarının sağladığı iktidarın sarsılmasını kabul edemezler. Onlara göre ayrımcılığı ve tabi ki onun aracılığıyla kurulan şiddet döngüsünü canlı tutmak, varoluşlarının vazgeçilmez iskeletini oluşturur.

Bu haber toplam 2227 defa okunmuştur
Gaile 321. Sayısı

Gaile 321. Sayısı