KORKU İMPARATORLUĞUNU YIKMAK

Ayşemden Akın

Herkes gibi ben de korkuyorum aslında. Yalnız kalmaktan da değil üstelik, her şeyin daha da Türkiye’ye benzemesinden ve çocuklarımıza daha da karanlık bir ülke bırakmaktan. Gidişat pek kötü, korku kol geziyor.

 

Türkiye’den bir arkadaşımdan dün Whatsapp aracılığıyla bir mesaj geldi. Mesajda Recep Tayyip Erdoğan’ın, özel bir odada çekilmiş, “dava arkadaşım” diye başlayan birkaç dakikalık videosu yer alıyordu. 24 Haziran seçimlerine yönelik ‘içerililere’ seslenmiş Erdoğan. İzlerken kendimi suç ortağı gibi hissettim o derece. Üstelik bir gazeteci için çok eski haber bu. Sabırla izledim ve videoda yeni bir şey bulamadım, herhalde videonun sonunda bir goncoloz çıkıp yüreğimi ağzıma getirecek diye düşünürken video bitti. Arkadaşıma nedir bu diye sorduğumda, “bulunsun sende, tehlikeden korur” dedi. Hala ne demek istediğini anlayamadım, “deli deli konuşma, ne tehlikesi” dedim. O da, “her an bir bahane ile tutuklanabiliriz, polisler cep telefonlarına el koyuyor, incelerken de Tayyipçi mi değil mi ona bakıyor, bu video kalsın cebinde eğer gözaltına alınırsan bunu görürler” dedi. Ne günlere kaldı Türkiye! Ne hallere girdi Türkiye! Korku ne miskinsin öyle.

 

Golan bizi de sarıyor tabii artık yavaş yavaş da değil üstelik. Akademisyenler Türkiyeli yoldaşlarına destek verdi diye ülkeye giriş kapılarında süründürülüyor. Karakollara götürülüp dava okunuyor. Ama dedim ya korku miskin kimsenin sesi çıkmıyor. Kıbrıslı gazeteciler Şener Levent ve Ali Osman’ın Türkiye mahkemelerinde yargılanacak olması içimizi ürperten son gelişme ve hala daha tüylerimizi yatıştıracak bir gelişme kayda geçmedi, geçemiyor. Cumhurbaşkanının günler sonra dün yaptığı yarım açıklama neye yaradı onu da bilen yok. Kendisinin demokrat olduğunu hatırlamış olduk o kadar. Dokunulmazlığı olanlar bile konuşmuyor. Sıranın bize gelecek olması da değil ki mesele, sayılı gün çabuk geçer ama biz kimiz, neyiz, neciyiz, ne için yaşıyoruz, nereye varacağız biri bize bunu söylesin.

 

Karanlık savaş günleri geride kaldı, Kıbrıslıtürkler asla hayal etmedikleri bir devlete kavuştu. Türkiye adaya müdahale ederek soydaşlarını kurtardı ama çıkmayı bilmeyerek işgal etti. Gerçekleri konuşmamak bizi bir yere götürmez. Türkiye kendi uydusunda bir devlet kurdu. Her yönüyle kendine bağımlı bir devletçik yarattı Kıbrıs’ın kuzeyinde. Ha bunu tek başına mı yaptı? Hayır, elbirliği ile böldüler Kıbrıs’ı. Elbirliği ile çektiler telleri. El birliği ile bizi kaderimizle baş başa bıraktılar bunun içinde. Sonra biz sudan çıkmış balık, ne deseler yaptık, toplum lideri Küçük bile, “Türkiye bu kazığı al götüne sok dese sokarız” dedi. Özal’ı gitti Demirel’i geldi, elimizde ne varsa aldı, bir devletimiz olduğuna inanıp, bağlanalım diye memur yazdı. Sanayi bitti, üretim bitti, ganimet dağıtıldı, mandıralardan havuzlu villalara kadar geldi mesele. Bu düzen yaratıldı, büyük balık küçük balığa öyle emretti çünkü. İşbirlikçiler sayesinde tükendi haya. AKP ve Erdoğan geldi sonra, “bizde ne varsa sizde de olacak” dedi. İhalelerle başladı, hapis, yolsuzluk, baskı, terör diye devam edecek herhalde... Türkiye bugün idamı tartışıyor. Geldikleri yer belli. Ama asıl insanın içini acıtan içimizden birilerinin kalkıp, “Kıbrıs Türk halkını Türkiye’ye düşman etmek için her fırsatı değerlendirenler, Euro-Enosis’e fit olanlar” diye güya solcu lafazanlık etmeden solcu olduğunu ileri sürerek milliyetçi feveranlarda bulunabiliyor. Yeni yaftalarla bizleri hedef gösterip, barış güçlerini zayıflatmaya çalışabiliyor.

 

Kendilerine çizilen sınırların dışına çıkmayı düşünemeyenler tarafından hayallerimize tecavüz ediliyor. Türkiye’nin garantörlüğüne bel bağlayarak buradaki çıkmazı, statükoyu sürdürmeye hevesliler dönüp Türkiye’nin haline bir baksın. Türkiye önce kendini kurtarsın. Bu nedenle siyasi eşitliğin kabul edildiği her koşulda tek çare Federal Kıbrıs!