1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Serginin ismindeki “Günbatımı” hem insanın hem de kentin günbatımı
Serginin ismindeki “Günbatımı” hem insanın hem de kentin günbatımı

Serginin ismindeki “Günbatımı” hem insanın hem de kentin günbatımı

Fotoğraf sanatçısı Cengiz Bodur ile röportaj

A+A-

 

Röportajı yapan Pervin Yiğit
pervinyigit@gmail.com

Cengiz Bodur Kıbrıs’taki ilk sergisini 9 Mart’da Art Rooms Galeri’de açtı. Resim bölümü mezunu olmasının yanında kendini fotoğrafa adamış bir kişi olarak şu an Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi’nde Fotoğraf ve Video Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Bodur ile hem “Mediterranean Sunset” isimli sergisi hakkında hem de fotoğraf ile ilgili konuştuk.

Sizin resim eğitimi aldığınızı biliyoruz, peki neden sonra fotoğrafa kaydınız? Sizi fotoğraf dilini kullanmaya ne itti?

7-8 yıl öncesine kadar fotoğraf ile uğraşmıyordum, öncesinde tüm konsantrasyonum resim üzerineydi. Çizim ve boyama ile aşırı derecede ilgileniyordum ve başka bir alana kaymamıştım. Üniversitede fotoğraf bölümünde “photoshop” dersleri verirken, kısa zaman içinde bu işin içine girdim, sonrasında ise tüm ilgimi tamamen buna verdim.

Kendinizi fotoğrafçı olarak mı tanımlarsınız?

Bu zamana kadar kendimi ben buyum, ben böyleyim diye tanımlamadım, sınırlamadım. Video yaptım, fotoğraf çektim, resim yaptım, video art yaptım amd bir konuda kendimi bir şey olarak tanımlamadım. Yapmayı sevdiğim için bir şeyler yapıyorum.

Resim mi fotoğraf mı?

Şu an resim ile ilgilenmiyorum, hatta resime boyaya on yıldır elimi sürmedim. Fotoğrafa başlayınca resimi bıraktım gibi bir durum oldu. Son 3-4 yıldır da bu fotoğraf projemle ilgileniyorum (Antalya kenti ile ilgili olan projeden bahsediyor). Kent ile ilgili haftanın 4 günü 4-5 saat gezip çekimler yaptım ve bu sergi ile de bu proje bitti aslında. Antalya’dan da buraya taşınınca, bir bakkıma kent meselesinin de sonu geldi.

Sergi fikri nasıl oluştu kafanızda?

Kent ile ilgili olan projem ile babamlarla olan hikayemde paralellik fark edince; sergi de bu noktadan doğdu. Kent ile ilgili fotoğraflar çekerken tabii ki başka fotoğrafladığım alanlar da vardı, mesela babamlarla ilgili ayrı bir kitap yapma projem vardı ama sergi fikrinde ikisi birleşti. Kentin 60’lardan gelen bir hikayesi var, kentsel dönüşüm ile birlikte o hikaye de bitmek üzere, bu noktada babamla bir benzerlik yakaladım ve sergi doğdu.

Günümüzde fotoğrafçılığın tanımı da değişiyor. Sizce herkesin sürekli fotoğraf çekmesi, sosyal medyanın imaj çöplüğüne dönmesi fotoğraf sanatının zararına mıdır?

Teknolojiyi durdurmak mümkün değil, en basit aletler bile şu an çok iyi fotoğraflar çekiyorlar; buna iyi ya da kötü demek zor. Fotoğrafın zaten kendi içinde bir sürü türü var. Sosyal medyanın oluşumları farkında olmadan belki de başka yeniliklere neden olacak. Fotoğrafın bugüne kadar belirli evreleri vardı ve bu evrelerde spesifik şeyler, türler vardı. Şimdi de teknolojinin gelişmesi ile yeni olasılıklar ortaya çıkmakta. Fotoğraf sadece görsel bir malzeme olmanın dışında, bazen bir belgesel niteliği taşır, bazen bir öykü anlatır. Bazen sosyolojik, bazen de psikolojik bir önem arz eder. Kısacası, fotoğraf sadece duvara asıp seyretmek için var olmaz, başka amaçlara da hizmet eder; bazen amaç değil de araç olur.

Mesela bazen fotoğraf kitaplarında sanatçıların oluşturduğu hikayeler vardır ve bu şekilde kurgulanan bir kitapta tek bir fotoğrafın çıkarılması, düzeni ve de hikayeyi kolaylıkla bozabilir. Burada fotoğraf sadece aksesuar olarak var olmuyor, belirli bir amaca da hizmet ediyor. Sosyal medyadaki bu yoğunluğu da tamamen kötü ya da zararlı diye nitelemek istemiyorum. Aralarında beğenilecek şeyler de var, çöp olarak nitelendirilecek şeyler de. Sosyal medyaya her gün milyonlarca fotoğraf yükleniyor, seçici olmak da bize kalıyor, milyonların içinden hoşumuza gidenleri takip ediyoruz sonuçta.

Fotoğraf denince akla bir çok edit seçeneği geliyor. Fotoğraf ve onu güzelleştirme çabası beraber var oluyor. Peki siz fotoğrafı saf halinde mi kullanmayı tercih ediyorsunuz?

Ben fotoğraflarımla oynamıyorum, sadece ‘photoshop’ ile ufak tefek dokunuşlar yapıyorum, ama bir şey eklemek, çıkarmak, yeniden yaratmak tercihim değil. Fotoşopu fotoşop yapan malzemeyi fotoşop olarak kullanmıyorum; biraz contrast biraz gölge açma gibi özellikleri kullanıyorum, zaten bunlar klasik fotoğrafçılıkta da yapılan şeylerdi.

Fotoğraflarınızda ışık size neyi ifade ediyor?

Işık yoksa fotoğraf yok zaten çünkü fotoğrafı oluşturan minicik de olsa bir ışık var. Bahsettiğimiz ışık, fotoğraf öncesi dönemde, rönesans resimlerinde de var. Ben resimsel bir dil yakalamaya çalışıyorum; daha çok pentüre yakın olmasını arzu ediyorum, fotoğrafta da bunu arıyorum. Bu yüzden de ışık kendiliğinden önemli oluyor.

Fotoğraflarımda ışığı olduğu şekli ile yakalayıp göstermeye çalışıyorum çünkü ışık nesneleri başkalaştıran bir şey. Öğle ışığında gördüğün bir ağaca, gün batarken baktığında bu farkı hissedebilirsiniz. Bu nedenle fotoğrafçının ışık seçimi çok önemli oluyor, aslında buradaki kadar basit anlatılabilen bir şey değil ışık konusu, fotoğraf için derin bir anlamı var.

Peki siz fotoğraflarınızda, ışıkla bu bahsettiğiniz başkalaşımı, rengi mi kontrol etmeye çalışıyorsunuz?

Kenti çektiğim fotoğraflar defalarca çekilen karelerden seçildi, farklı saatlerde aynı yerleri fotoğrafladım. Farklı ışıklarda nasıl göründüğüne odaklandım, ışık değişince nesnenin, görüntünün anlamının değiştiğine, dramatik bir hal aldığına da, bir anlamı olmayan düz bir şey olarak karelendiğine de şahit oldum. Doğaya çıktığında her şey hazırdır, stüdyoda bir şeyler ekler çıkarırsın, ama dışarıda, doğada sana sunulmuş olan bir ışık vardır sadece. Ben de bunu kullanıyorum, ışığı seçip, onun aracılığı ile nesneleri gözlüyorum. Aynı yere defalarca gidiyorum, sezgisel bir şekilde de resim oluşuyor zaten.

Bir resmi bazen sadece kompozisyon olarak da beğenebilirsin ama aradığın dramatik bir yapı olur; ışık oradaki nesne ile birleşince ortaya etkili bir fotoğraf çıkabilir. Işığın bu yüzden katkısı çok büyük; çok güzel bir fotoğrafı öğle ışığında çeksen aynı etkiyi vermeyebilir. Kısacası dramatik yapıyı gösteren bir şey benim için ışığın kendisi..

 

Sergideki fotoğraflar da şehrin varoşları, kentsel dönüşümün başı var. Buna odaklanmanızın altında duygusal bir sebep var mı?

Tamamen görsel kaygılarım vardı. O sokaklarda fotoğraf çekmeden önce, oralardan geçerken insan bazı sahnelerden etkileniyor zaten. Günlerce geziyorsun, bakıyorsun, görüyorsun, sonra bu anlar birleşiyor ve görsel bir biçime oturuyor. Daha sonra da hangi medyumu kullanacaksan onu biçimlendirmeye başlıyorsun. Kentin bu hikayesinde de fotoğraf bana uygun bir dil gibi geldi. Beni görsel olarak etkileyen şeylerden dolayı doluydum. Baktığınızda, direk olarak beni kentin varoş meselesi ile ilgilendirmedi ama değişim ile tek tek resimler ile ilgilendim. Sürekli de aynı yerlere gidince, başka başka şeyler doğdu; arabalar mesela. Yüzlerce araba fotoğrafı çektim, ama arkasında hep kent var...

Ayrıca semt pazarları çekiyordum ama Pazar ya da insanlar değildi beni ilgilendiren. Soyut kompozisyona odaklanmaktı tercihim. Oradaki tenteler, güneşlikler mesela.

Kenti çektiğim fotoğraflara da baktığımızda, ki yüzlerce var, aslında başlangıçta amacım kenti göstermek değildi. Bu sonradan ortaya çıktı. Belgesel bir amacım yoktu aslında, estetik açıdan beni kendine çeken görüntüler, sahneler vardı. Tabii ki bunlar ilk anda netleşen şeyler değil. Bir şeyleri fark edebilmek için bakmak gerekiyor. Zamanla göz de kendisini eğitiyor. Aslında görmek o kadar da kolay değil; aylarca aynı nesneye farklı açılardan farklı ışıklar altında bakınca görmeye başlıyorsun.

Kent ile ilgili projeniz ve babanızla ilgili olan arasındaki paralelliği ne zaman fark ettiniz?

Sergi açma fikri ortaya çıkınca aklıma geldi. Kentle ilgili yüzlerce fotoğraf çekmiştim, sergide kenti göstermek istedim ama bir yandan da figüratif bir şekilde babamı da eklemek istedim. Yaşlılık ve kentsel dönüşüm arasındaki benzerliği fark edince sergi de doğmuş oldu.

 

Serginin ismi neden “Mediterranean Sunset”?

Babamla annemin fotoğraflarını çektiğim yerlerden biri de terastı. Her gün güneş batarken çıktıkları ve vakit geçirdikleri bir yer. Güneşin batışını orada kullanmak istedim çünkü o batış bir yerde babamın kendisinin de güneşinin batışı. Kent de 1960’larda doğmuş, 3-5 sene içerisinde de bitecek aslında. Bu noktada güneşin batışı, kentin de sonunu simgeledi. Benim için karanlığa geçilmek üzere, tabii burada karanlıktan kastım kötü değil, iyi ile kötünün sürecinden doğan bir karanlığa geçişten bahsetmiyorum. Orada benim için bir imge var; gün batımı ve karanlığa geçiş, ben bunu göstermek istedim.

Son olarak sormak istediğim, sergide tamamen kendinizi yansıttığınızı düşünüyor musunuz? Böylece projenizin sonuna geldiniz diyebilir miyiz?

Sergi içime sindi, kurgu olarak da, galerinin yerleştirilme biçimini sevdim. Kent meselesi de benim için bu sergi ile bitti. Şu anda bir kitap projem var, onu da yapınca tamamen bitirmiş olacağım. Zaten o kent projesi Antalya ile ilgiliydi, ben de artık buraya taşındım, artık adada karşıma çıkacak olanlarla ilgileneceğim. 

 

 

 

Bu haber toplam 2011 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 451. Sayısı

Gaile 451. Sayısı

İlgili Haberler