1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Sebebi burası
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Sebebi burası

A+A-

“Sebebi burası...
Hepimiz kafesteyiz.
Kapalıyız...
Bu da içimizdeki en kötü, en bencil yönleri açığa çıkarıyor...
Sebebi burası...
Biziz...”

---

Son yılların izlediğim en müthiş dizisi, “Orange Is the New Black...
Bir hapishanede geçiyor, “Kadınlar Hapishanesi...
Onlarca farklı öykü, dram arasında, aslında bir komedi...

---

En başta “sebebi burası” diye başlayan diyalog, kötülüğün köpürdüğü anlara dair mahkumların dertleşmesini anlatıyor.

---

Hapishanenin dış bahçesine ‘tel hırsızları’ geliyor bir gün!..
Neresi olduğunu bilmeden, bir bölümünü tel örgülerin kesiyor, kamyona yüklüyor ve kaçıyorlar!..
Kadın mahkumlar bu boşluğu fark ediyor, hemen!..
Aslında hapishaneden ‘kaçma’ şansları da yok...
Çünkü dağ eteğindeki bir gölete çıkıyor o yol...
Yine de nasıl koşuyorlar...
Ama nasıl hasletle...

---

O bir anlık özgürlük aşkıyla yüreklerindeki ormanı boşaltıyorlar adımlarına; içlerindeki öfkeyi soyunarak makiliklere asıyor mavi uçsuzluğun arasında alıyorlar soluğu...
Sonra tüm kırgınlar kucaklaşıyor, kötülük bir sihir gibi kayboluyor ortadan...
Yüzlerdeki gülümseme, gözlerindeki ışıltı, avuçlarındaki sevecenlik yeni bir coğrayfa yaratıyor...
Yeniden ‘içlerindeki insan’ gülümsüyor, karşılıklı...

---

Hayata tutunmak bu işte...
İçine kapandığınız ya da kapatıldığınız telleri aşmak...
En kötü, en bencil duygularınızı eritmek özgürlük ateşinde...

---

Sebebi burası!..
Kapalıyız...
Bu da içimizdeki en kötü, en bencil yönleri açığa çıkarıyor...
Sebebi ‘biziz’ biraz da...

---

Bir ‘tel hırsızı’na ihtiyacımız var doğrusu...
Engelleri kaldıracak...
‘Çalınmış’ hayatlarımıza umut çalacak, bir ışığa..
Masmavi...

------------------------------

haftanın notcukları

KIZIM SANA SÖYLERİM, GELİNİM SEN ANLA!

“Fransa'nın başkenti Paris'te yere izmarit atanlar bundan böyle 68 euro ceza ödeyecek. Ceza zamanında ödenmediği takdirde 180 euroya (yaklaşık 610 Türk Lirası) çıkacak.”

---

Bana en yakın gelen devlet tanımı, siyaset felsefesinin rehberlerinden bilinen Leviathan’da yazdıkları ile Hobbes’in söylediğidir: Devlet Canavardır !..
Sosyolojinin babalarından Weber de der ki; “Devlet meşru şiddet kullanma aracıdır.”

---

İnsanın elinden ‘ekmeği’ alındı mı, tepkisi ağırdır. Dünyanın her yerinde öyle, yani pek de ‘medeniyet düzeyi’ne bakmaz bu iş.
2 bin 900 kişiyi işten çıkarıyor Air France...
İşçiler şirketi bastı, Yönetim Kurulu toplantısına girdi, tekme tokat girişti.
O kadar ki İnsan Kaynakları Müdürü, üstü çıplak halde, tellerden atlayarak canını zor kurardı.
Emperyalist düzeninin hali bu!

------------------------------------------------

Bangladeşli garson

Girne'de bir restoranda çalışıyor...
Rumca biliyor üstelik...
5 yıl güneyde bir çalışmış çünkü, Limasol'da...
...

- Niye Girne'ye geldin?
- Vizem bitti. 5 yıldan sonra vize vermiyorlar.

- Kıbrıs’ın iki tarafında da çalıştın, farkı nedir?
- Farkı çok... Güney Avrupalı....

- Ne gibi mesela?
- Bu taraf başıboş, kural yok, uyaran yok... ( Yan bahçeyi gösteriyor, otlar içinde, yol kenarındaki çöpleri gösteriyor.)

- İnsanlar nasıl?
- Kıbrıslılar iyi... Ama Kıbrıslılar, diğer gelenler sorunlu.

- Hangi tarafta daha çok para kazanıyorsun?
- Orada Euro. Daha iyi. Daha fazla... Burada iş çok, iş saati uzun, para az... Ama yatacak yer veriyorlar o iyi...

- Peki sizin ülke nasıl?
- Şimdi benim ülke daha iyi olsa, ben niye burada? Zor, çok zor....

-----------------------------------

Şu ambulans sirenleri biraz abartmadı mı?

Ambulanslar geceleri niye çalar o sireni, ısrarla?
Nani nani vıyyyyyy!..
Gündüz anladık...
Gece, ışığı var zaten, döne döne yanıyor ve kör olmak gerekiyor görmemek, anlamak, yol vermemek için!..
Gecenin bir yarısı trafik de yok üstelik kentte...
Her duyduğumuzda telefona sarılırız biz gazeteciler, hastane, polis...

- Trafik kazası var mı, ölü yaralı, kavga, cinayet!..
Çoğunlukla ‘yok’ diyorlar, ne iyi...
Daha azınlıkla, "hasta almaya" gidiyorlar.
Tamam da herkes tedirgin oluyor evinde, yuvasında...

Hele özel hastaneler arttıktan sonra iyice kaosa dönüştü bu siren sesleri.
Sanki bazen ambulans şoförleri kendini tatmin ediyor gibi geliyor bana ya da abartıyorlar fazlaca...

Tamam da herkesin içi titriyor, ürperiyor, korkuyor.

------------------

‘Guvvet İlacı’

Şimdi bu kitabı ‘guvvet ilacının sırrı’ne indirgemek büyük haksızlık olur.
Hüseyin Kaba abimiz, yine Osmanlıca kelimelerle dili pek bir zenginleştirerek, çok samimi bir anlatımla Kıbrıs’ın üç (halk) ozanını, beş destanını yazdı.

Özellikle eski Lefkoşa’ya dair yalın bir kesit sundu.
Hüseyin Kaba, yazın dünyamızda, yeteneği oranında değer bulmamış bir isimdir. Dili, anlatımı, içeriği usta ve zengindir.

---

Aynalı’ karakterini eskiler iyi bilir, daha yeniler az...
1860’larda doğduğu, bir asır kadar yaşadığı tahmin edilir.
“Guuvvet ilâcı... Deve harârı gadar hartuçlar, bir guruşa” diye bağırarak satarmış, böyle ünlenmiş...
Ne güzel anlatıyor Hüseyin abi.

“Yaşlı, ortadan kısa, küçük bir insancıktı. Basık alnı, atık elmacık kemikleri, sivri burnu, çenesinden aşağıya doğru ikide bir sıvazladığı nadaslı kırçıl sakalı vardı. Traşsız kafasına takke bazen bere giyerdi. Küçük kulakları, yuvalarındaki derin gölgelerine gizlenircesine sığınmış küçük siyah gözleri ...”

Böyle de ilerliyor tasvir, ardından destan...
Sahi, ‘guvvet ilacı’nı yazacaktım size...
Hepsi hepsi, şeker ve leblebi ezmesi!..

--------------------------------------

Değilim güzelim, değilim!..
Sen bu mesajları olana gönder...
Üzme herkesi!

-----------------

dize

Ben sevmekten hiç borçlu çıkmadım.
Özdemir Asaf

Bu yazı toplam 2123 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar