1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Sayfasını çevirmeyen kadın...” 2
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Sayfasını çevirmeyen kadın...” 2

A+A-


Güven Uludağ & Koral Özkoraltay

Ve sonra o an geldi. Tam kurtulduklarını düşünüp nefes alacakları andı.

Ancak saldırganların komşu köylerden olması ve işte tam bu yüzden de  köylüyü tanıyor olduğu gerçeğini vurgular şekilde sorulan  bir soruyla işler tersine dönmüş… “Bu evin sahibi nerede? Yokdur bu evin sahipleri burda?” 

Ve  kalabalıktan bir kadın, belki de  kendi canının derdiyle, ağzından çıkacakların kaç cana mal olacağını umursamaz bir telaşla, “ev sahipleri evde saklanır”  diye ölümcül cümleyi söylemiş onlara.

Ve eve gelmiş saldırganlar... İşte o an saatin de, sayfanın da donduğu andı. Ali, “aman anam” deyip düşmüş, kanlar içinde yerde yatıyordu. O donmuştu. Ağlayamıyordu bile. Hiçbir şey yoktu artık.

“Çekdiler bana da, yani vursunnar beni. Derlerdi bana torbalar dolusu fişenk varıdı senin evinde. Sonra bir Rum dedi “ohi vurma geni” da beni bırakdılar. Çıkdım hanaya Şenayların. Yakınıdı. Nasıl gitdim bilmem ama. Beni gargolaya goydular. Örtdüler beni basdırdılar epey şeyinan bağırmayım. Çünkü bakan/olasılık dahilinde/ Rumlar oraya da çıkardı. Gece oldu, köylüler toplandı bir eve. Rumlar gaçdıydı. Ben çok ağlardım. Ölmedi derlerdi bana. “Ağlama da ölmedi.” Ben bilirdim. Öldüydü. Yanımda öldüydü.”

Arpalıktan göçmen gittikleri Lurucina’da geçen dönem de acılar yüklemeye devam ediyor sırtına. Ağlamaktan ve üzüntüden zayıflayan vücudu, henüz güçlenmemiş bebeğini düşürmesine neden oluyor. Aylarca kocasının kanı bulaşmış kıyafetleri üzerinden çıkarmıyor, Kimseyle konuşmuyor.  Tek sayfa olarak kalmış  kitabına aynı sahneleri tekrar tekrar yazıyor. Tekrar yaşayıp “keşke o silah beni de vursaydı” diye dualar ediyor”. Sayfayı  hiç çevirmeden, aynı sayfayı yıllarca yaşayıp acısının kabuk bağlamasına izin vermeden aynı tazelikte kalbinde kanatıyor.

“Ben gendimi bilmezdim o gün, ne gelirsa aklıma yapardım. Bütün köy beraber gaçdıydık. Beni gucaklarında daşıdılardı. Gollarımdan dutallardı beni da götürürlerdi. Bütün gün otururdum Lurucina’ya gitiğimde. Ganlar da hep üsdümdeydi.  Gocamı vurdular gannar hep üsdüme atıldıydı. Soyamazlardı beni. Elli günden sonra eltim dedi bana gel yıkayım seni da goydular zorla”

“Lurucina’ya göç ettiğimizde,  ayağımda potin bile galmadıydı. Altımdan da bicama geyerdim. Üsdümde öyle pembe bir saggocuk varıdı ama, yangından, dumandan gapgara olduydu rengi. Evi yakdılarıdı. Onu kapdıydım, sadece o fotoğrafı. Öyle geldiydi bana. Hatıra.  Nikah fotoğrafımızdı. Ben onu Lurucina’ya götürdüm. Ondan sonra köyüme aldım gitdim. Vuda’ya. Gene omuzumda. Dağdan mücahidlerinan. Gitdim asdım geni duvara.

Gerisi uzun yıllar sürecek bir travma haliydi. Yaşadığı acının sorumlusu değildi ama olabileceğin en kötüsünü yaşamıştı bir başına. Yaşadığı travmayı da  kendi başına atlatacaktı. Başarabilirse...

“Çok zaman geçdi eski halime dönene gadar. Deli dellerdi bana. Gonuşmazdım. Babam başucumda beklerdi uyuyana gadar. Günlerinan, aylarınan, yıllarınan böyle gitdi bu. 64’den 74’e gadar hep siyah geyerdim. Öyle geldiydi bana. Hep siyah. Bu tarafa geldiğimde Türk asgerleri beni cira bellerdi. Bazan böyle biraz açık renk olurdu geydiklerimde ama başımdaki hep siyahıdı.”

Buraya geldiğimizde yanımda Polemityalı bir hanım varıdı. Lefgoşa’da bir işim varıdı. O hanım beni götürdü. Yolda  çekdi başımdan şalı aldı. Ben zanneddim  çıplak galdım. “Ben dönüyorum eve dedim gidemeyecem böyle.”

“Hayır gidecen” dedi bana “ordan alırık sana.” Ve o zamandan işde böyle gomadım. Ondan sonra da aha böyle galdım. Ama bu evden dışarı çıkmam. Dokdor bile göremem. 70 yaşındayım,  iki defa dokdora gitdim. Dokdoru da isdemem. Çıkamam gidemem bir yere. Gorkmam ama içimden gelmez ne bileyim. Gardaşı evlatlarımın düğünleri olduğunda çıkdım, oturdum. Onun dışında hiç çıkmam. Dolaşırım bahçede, evimin işini yaparım vakit geçer.”

1964’ün üzerinden yıl dönümleri geçtikten sonra ailesi onun yaşadığı halden çıkmasının en kestirme yolunu tekrar evlenmesinde görmüştü. Yaygın olarak başvurulan bir yöntemdi bu. Evlenip yeni bir yaşama başlayacak, acıları bu şekilde küllenecek, eski haline yeniden dönecekti.

“Bir süre sonra ailem da, gaynanam da bana evlen dedi. Çoğu isdediydi beni. Evlenecen derdi bana rahmetlik gaynanam.  Doğuracan da oğlumun adını goyacan. Ali. Yok derdim evlenmem. Evlenmedim. İsdemedim. Çok yandım rahmetliğe. Çok acıdım. Yanımda “aman anam” dedi. O benim aklımdadır daha. Hiç unutmadım. Hatta buracığını duduydu da galdıydı yerde. Hiç unutmadım.  Çok maraz ederdim, çok. Evlenmedim, isdemedim. Ve hala daha unutmadım, unutamam. Unutannar var ama ben unutmam. Evlendiremezlerdi beni zorunan.

1974’ten sonra yerleştiği bu evinde ailesiyle yaşamaya devam etmiş. Kız kardeşinin çocuklarına anne şefkatiyle bütün sevgisini vererek hayatla olan bağını koparmamışsa da, hiçbir zaman sayfayı çevirmeden, Alisiyle o yağmurlu Şubat sabahındaki evlerinde hep aynı sahneyi yaşamaya devam ediyor O. Onun ölüm yıldönümlerinde ailesine “bilirsiniz ya yarın hangi gündür ? diye sorarak odasına kapanıyor. Hayata  mı devam ediyor, Ali’yi sevmeye mi?  Yoksa onunla ölmediği için yıllardır süren bir isyan mı bu? Belki hepsi. Hem yaşamaya, hem Alisini sevmeye devam ediyor. Ama sayfayı çevirmeyi reddediyor. Sayfayı çevirirse, Alisinin olmadığı bir güne uyanacağından korkuyor  ve o güne uyanmak istemediği için  o sayfayı hiç çevirmiyor.


(Güven Uludağ & Koral Özkoraltay)

Bu yazı toplam 1666 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar