1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. RÜZGÂRA YAZILANLAR…
RÜZGÂRA YAZILANLAR…

RÜZGÂRA YAZILANLAR…

RÜZGÂRA YAZILANLAR…

A+A-

Neriman Cahit

Hiçbir şeye benzemez bir işi yarıda bırakmanın hüznü… Her şeyde haklı çıkabiliriz; ölümde bile… Ama tamamlanmamak kötü şey… Yarım kalmak; ölmekten de kötü! Orada haklı çıkamıyor insan. Özellikle de yarım bıraktığımız kendimiz isek, daha da ağırlaşır hüzün…

*  *  *

Biliyor musunuz her çocuk gibi ben de görünmez olmak isterdim bir zamanlar. Görünmez olmak… Yani, hem hayatta kalacaksın, hem de kimse görmeyecek seni. Sen dokunabileceksin, başkaları anlamayacak. Kapıyı sen açacaksın, “rüzgâr açtı” diyecekler. Bisküvileri sen yiyeceksin, kediyi suçlayacaklar…
Görünmez adam olmak isterdim hep…
Sanırım sizlerin çoğu da istedi.
Hepimiz istedik… Hepiniz istediniz…
Başkası yapsın, biz gözetleyelim, dedik…
Gözetlemeyi sevdik, katılmayı değil…
Olup bitene katılmadan tanık olmayı istedik. “Görünmeyen adam” olmayı da başardık bir bakıma; ama öyle bir an geldi ki, “görünür” olmamız gerekiyordu, şarttı bu…
Görünmez ola ola, seyirci ola ola çok şeyleri yitirmiştik. Hala da yitiriyoruz… Ama, işin kötüsü alıştık artık görünmemeye… Atalarımız boşuna, “Alışmış kudurmuştan kötüdür” dememişler…
Alışkanlık kötü şey, korku gibi bir şey. Sürekli izah etmek zorunda kalıyor insan… Çok çok sonra anladık, şimdilerde daha da iyi anladık ki, katılmadığın yaşamda yoksun… Canlı kalabilirsin ama yaşamak olmaz ki bu… Hatta belki, yaşamadığın için de ölemezsin…

*  *  *

Biz yokuz artık Lefkoşa sokaklarında…
Çağdışı bir karanlık… Hüznün yüz çizgilerimizi değiştirdiği günlerde yaşıyoruz. Kimi sevdiklerimizi eski bir yangının sürdüğü resimlere yerleştirdik.  Kimi dostlarımız seslerini, “Işıksız bir ilişki demetinde” yitirdiler. Acılı bekleyişlerde… Onların yokluğuna alıştırdık kendimizi…
Yaşadığımız boğuntulu günler dağları, ovaları kuşattı… Kuşattı bilincimizi. Köprülerden nice sular aktı; gözlerimize bulaşan salgın, yolları, kalabalıkları tuttu. Bırakıp gidenler oldu... Onları, arkalarında birkaç hüzünlü dost, gürültüsüz, patırtısız yolcu ettik… Daha da tenhalaştık…
Siluetlerimizi sürüklediğimiz Lefkoşa sokaklarında biz yokuz artık...
Türkülerimiz bir bir yitiyor,  hüzünlü, küçücük kapılı evlerin gerisine çekilenlerle…
Dönerli, lahmacunlu sokaklarda da biz yokuz… Yasemin kokularını, feslikanı, turunç çiçeği kokularını bastıran, acılı, sarımsak kokularında acı gözyaşlarımız gizli…
Gece karanlık basınca, bize kapatılan, girmekten korktuğumuz sokaklarımızda biz, gün ışığında da yokuz… Bizim değil söylenen diller, şarkılar…
Siluetlerimizi sürüklediğimiz Lefkoşa sokaklarında biz yokuz artık…

*  *  *

Bilindiği gibi başlangıçta zaman vardı ve her şey zamanla oldu. Nice yiğitler zamanla yıkıldı gitti de, sabırla yerde sürüklenmesini bilenlere güldü tarihin yüzü. Sonu belirsiz kavgalarda düşmanlarına acıyacak kadar güçlü görünen gençlere, hiç aman vermedi ihtiyar kentler… Nice başı dik kavgacı, kuru dallar gibi kırılıp telef oldu hem de tam davasında haklı olduğunu sezdiği anda…
Tez davranıp, inandıkları uğruna ölmesini beceremeyenler, inanç değiştirmekten başları döne döne ihtiyarladılar. Haklı davalara taraftar bulmada çok zorluklar çekildi… Oğuz Altay – “Korkuyu Beklerken…”

*  *  *

Son süreçte sürekli gençlerle ilişkideyim. Öğretmenleri “Kıbrıslı Türk Şairlerle” ilgili ödevler veriyormuş, onlar da çalıyor sürekli kapımızı. Onlarla sohbetlerimiz bana acı veriyor. Maalesef gençlerimiz sadece Kıbrıslı şair/yazarları değil, Türk yazınını da tanımıyor; Türkçenin yapısal olanaklarını tanımaktan yoksunlar. Şiirin ne demek olduğunu, ne ve nasıl olduğunu bilmiyorlar…
Sözün kısası, okuduğunu – yazdığını, Türkçenin nice yıldan beri sürüp giden yaşamasını izlemekle pek çok şeyin öğrenileceğini sezmiyorlar. Sadece kendilerine söyleneni ezberliyorlar, sonda da unutuyorlar…
Neredeyse tümünde, yılgınlık, bezginlik, değer erozyonu, yeni yetişenler için sanat, felsefe, edebiyat vb. şeyler bir değer değil artık… Oysa, düşünce fukaralığında, kültürsüzlük salgınında dilin çok önemli bir rolü var. Yüzyıllarca geliştirilen, zenginleştirilen bir kültürün aracı olan dil… Fakirleştirilip, içeriksizleştirilip sakatlanan kültürü, on yıllar içinde, uçurumdan aşağı itiverecek bir yozlaşma sergilenmekte… Kimse de pek umursamıyor bu durumu… Çünkü, günlük alışverişin, dedikodunun, magazin konularının ötesinde, pek kullanılan bir meta değil artık dil… Eğrisine – doğrusuna, güzeline – çirkinine yok artık… Yok… Yok…

Bu haber toplam 2347 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 288. Sayısı

Adres Kıbrıs 288. Sayısı