1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. Papaz, Tanrı ve Kırmızıçizgiler!
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

Papaz, Tanrı ve Kırmızıçizgiler!

A+A-

Kendisine sunulan şansları elinin tersiyle itenler için anlatılır:

Fıkra bu ya, kasabada büyük bir sel baskını olmuş. Papaz kilisenin çan kulesine çıkıp etrafını saran sulara karşı hayatta kalmaya çalışırken, bir grup kasabalı sandalla papaza ulaşıp kurtarmak isteyince papaz reddetmiş, “tanrı beni kurtarır” demiş. Ardından bir kurtarma ekibi helikopterle gelmiş, papaz yine reddetmiş, “tanrı beni kurtarır” demiş. Derken boğulup ölmüş. Tanrının huzuruna almışlar. Papazın çok kırgın olduğunu gören Tanrı sormuş “neden kırgınsın?”. Papaz “ömrüm boyunca sana hizmet ettim ama sen beni kurtarmadın” deyince Tanrı gürlemiş: “Ulan pezevenk! Sandal yolladım binmedin, helikopter yolladım binmedin, daha ne yapaydım sana?!”

Yıllardır “Sevr paranoyasıyla hareket ettikleri için” kendileriyle kafa bulunulmasından bîzar ulusalcılar, şu sıralar sıkça telaffuz edilmeye başlanan “Sykes- Picot çöktü” söylemleri karşısında azıcık nefes aldılar. Hatta nefes almak ne kelime, bir “haklı çıktık” edasıyla diklenmeye bile başladılar yeniden. Haksızlar mı? Fıkradaki papaz kadar haklılar! Döneceğiz nedenine…

İngiltere ile Fransa arasında imzalanan gizli Sykes- Picot anlaşması malum. Aldı eline cetveli İngiliz, cart diye çekiverdi Osmanlı’nın doğu-güneydoğu hattına sınırları. Suriye ve Irak, İngiliz ebenin ellerinde doğarken, Kürtler kendilerini bir anda 4 devletin sınırları içerisine dağılmış buldular. Kimsenin umurunda olmadıkları için de ulus devletler çağından nasiplenemeden, dünyanın uluslaşamamış en büyük nüfusu olarak geride bıraktılar 20. Yüzyılı. Şimdi Ortadoğu yeniden şekillendirilirken, JönKürtlerin gözlerinin parlamasına sebep, bu kez treni kaçırmama telaşı. Bizim ulusalcıların tüylerini diken diken eden de bu. Paranoyak olmanız, izlenmediğiniz anlamına gelmiyor nitekim. Ve işte 100 yıllık sevr paranoyası, artık paranoya olmaktan çıktı. Önce Irak, derken Suriye… Kürtler Ortadoğu puzzle’ında 100 yıllık kayıp parçalarını yerleştirmeye çalışıyorlar.

Her ne kadar şimdilik resmi haritalarda Irak denilen, ismi var cismi yok devletle sınırdaş görünsek de, defacto olarak Irak Kürdistan Federe Devleti ile komşuyuz. Üstelik yine her ne kadar kuruluş evresinde “doğmaması için” ne gerekiyorsa yaptıysak da; 40.000 km² yüzölçümü, 5 milyon nüfusu ve bu yıl içerisinde yapılması planlanan referandum ile kazanması beklenen yeni statüsüyle Irak Kürdistan Federe Devleti, an itibarıyla “en iyi komşuluk ilişkileri içerisinde olduğumuz” tek “devlet!”. Dünya petrol devi Exxon 2011 yılında Irak Merkezi Hükümetinin tüm itirazlarına rağmen Irak Kürdistanı Federe Devleti ile enerji anlaşmasını imzalayınca, Türkiye de “milli çıkarlarını” revize etme ihtiyacına giriverdi!

Kuzey Irak’ta o tarihe kadar “kırmızı çizgi” konumundaki “Kürt oluşumunun” lideri “Şeytan Barzani”, bir anda “Kardeşim Barzani”ye dönüşürken ilişkiler öylesine gelişti ki, artık Irak Kürdistanındaki inşaat sektörünün %75’i, enerji sektörünün % 10’u Türk firmalarının elinde. Sadece tek bir örnek bile okuyucuya “işin kremasına dair” fikir verebilir: Irak Kürdistan’ında Genel Enerji adlı Türk şirketinin, 2013 rakamlarıyla günde 165.000 varil petrolü tek başına ürettiğini bilmek yeterli. Ha, “kim bu Genel Enerji?” diye soran olursa, %56’sı Mehmet Emin Karamehmet’e ait bir Anglo-Türk şirketi. Şirketin 250 km’lik boru hattı ile Irak Kürdistan’ından Türkiye’ye günlük 120 bin varil petrol pompalayacağını da eklemekte yarar var.  Tabii bu rakamların bölge ölçeğinde “hayli küçük” ve “başlangıç” niteliğinde olduğunu da söylemek gerekiyor. Şurası açık ki, Irak Kürdistanı Federe Devleti Türkiye için artık “vazgeçilemeyecek” kadar değerli bir partner.

384 km’lik “Irak Kürdistan Federe Devleti” sınırımızda “tatlı huzur” yaşanırken, Türkiye- Suriye sınırında yeni bir “kırmızı çizgimiz” oluştu: PYD ve Suriye Kürdistanı!

Türkiye, vaktiyle Barzani ve Irak Kürdistanı hakkında ne sayıp döktüyse, şimdi aynısını Suriye Kürdistanı , Salih Müslim ve PYD için sayıp döküyor. “Şeytan Salih Müslim” daha şimdiden Barzani’nin geçtiği yoldan geçmeye başladı bile. Kendisine özel pasaport tahsis edilip edilmediğini şimdilik bilmiyoruz ama hatırlayacaksınız, Türkiye  “şeytanlıktan kardeşliğe” terfi sürecinde Barzani’yi de önce yerden yere vurmuş, sonra Ankara’da ağırlamaya başlamış, ardından pasaport tahsis etmiş, derken en güçlü ticari ortağı koltuğuna oturtuvermişti.

İçeride Türk ve Kürt çocukları birbirinin kanını içerken, Suriye’de pozisyon savaşına girişen AKP ve koalisyon ortağı ulusalcılar, doğumuna dair çok alametler beliren Suriye Kürdistan’ıyla 900 km’lik yeni komşuluğun kâbuslarını millete pompalarken muhtemelen gelecekteki kârlı alışveriş hesaplarını yapmaya başladılar bile.

Ne zaman revize olur bilinmez ama şimdilik geçerli siyaset “Suriye’de bir Kürt oluşumuna izin vermeyiz!” Argüman sağlam: “Eski” Irak- Suriye hattında doğumu 100 yıl geciktirilse de artık şekillenmeye başlayan Kürdistan, önce Sykes- Pikot’un, ardından da hafazanallah Lozan’ın çöküşünün habercisi.

Dönelim mi artık bizim papaza? Dönelim!

Geride kalan 100 yıl içerisinde tarihin akışının tersine kürek çekmekte mahir Türkiye, içerisinde Kürtlerin de eşit ve özgürce yaşayabilecekleri demokratik bir Cumhuriyetin gelişmemesi için ne gerekiyorsa yaptı. “Tek devlet, tek bayrak, tek millet” dayatmasıyla Kürtleri inkâr ve imha siyaseti güttü. 1919-1923 arasında Tanrı tekne göndermişti, Kürt kardeşinin elinden tutup demokratik bir Cumhuriyet kurabilirdi Türkiye. Yapmadı!

Ardından Kürt isyanları bir şans olabilirdi nedamet getirmek, akıllanmak ve yeniden demokratik bir cumhuriyeti kurmak için. Yapmadı! Çok partili rejime geçiş de bir fırsattı, kullanmadı. 1960 Anayasası da bir fırsattı, yapmadı! Üstüne dilini kopardı kardeşinin, bok yedirdi, köyünü yaktı, büyük sürgünler gerçekleştirdi.

Bütün bunlara rağmen Kürtler ayrılıktan yana değil, bir arada yaşamaktan yana kullandılar iradelerini. Türkiye bu fırsatı da kullanamadı. Son 40 yıla damgasını vuran kanlı, kirli savaş da Kürdün Türkle güçlü tarihsel bağlarını koparmaya yetmedi. Kürtler, her seferinde kapatılan partiler kurmaktan, her şeye rağmen Parlamento içerisinde mücadele etmekten vazgeçmediler. Öcalan çıktı, “ulus devletler çağı kapanmıştır” dedi ve “ayrılıkçı- bağımsızlıkçı” anlayışlara kapısını kapatarak “yeni bir demokratik cumhuriyet” kuralım dedi. Bu fırsatı da elinin tersiyle itti Türkiye.

Şimdi “Ya! Bak gördünüz mü? Paranoya değilmiş, Sykes- Pikot çöktü, Büyük Kürdistan doğuyor” diye diklenen ulusalcılara tarih baba gürlese yeridir: “Pezevenk! Bir arada yaşayabilmen için kaç fırsat sundum sana!”…

* * *

ZORUNLU ASKERLİK ZULÜMDÜR!

Günlerdir büyük bir heyecanla kıvranıyordu Nuri Sılay. Sadece kişisel tarihinin değil, Kıbrıs’tan Türkiye’ye, dünyada ölmek ve öldürmek istemeyen tüm barış yanlılarının tarihinin de bir parçası olacak çok önemli bir kararı duyurmak için: Vicdani Ret!

Ne yalan söyleyeyim, karşı çıktım. Vicdani reddini açıklamaması için çok direttim. Haksız olduğunu düşündüğümden değil, çilesine çile katacağından, zaten hiç kolay olmayan hayatını daha da zora sokacağından… Lâkin 20 yaşındayken tanıdığım benim güzel, asi, cesur çocuğum yine yaptı yapacağını. Şiir gibi, destan gibi bir manifestoyla açıklayıverdi vicdani reddini!

Şimdi bize düşen onun yanı başında olmak. Ceberrut devletin, militarizmin onu hırpalamasına, canından bezdirmesine izin vermemek, kalkan olmak! Ölmek ve öldürmek üzere eline silah almayı reddetmekte sonuna kadar haklıdır Nuri!

Dünyamızı cehenneme çeviren milliyetçi militarizm karşısında hayatı, barışı savunduğu için haklıdır. Somun gibi ikiye bölünmüş küçücük bir adanın iki yarısı arasında seçim yapmayı reddettiği için haklıdır.
Madem ki kendi hayatını cesurca ortaya koyup “elime silah almayacağım” dedi Nuri…

Mücadelesi, mücadelemizdir…

Çünkü zorunlu askerlik zulümdür! Bize de bu zulme ortak olmamak, barışın, hayatın yanında yer almak düşer!

 

Bu yazı toplam 3128 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar