1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Osmanlı’nın son yıllarında İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük
Osmanlı’nın son yıllarında İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük

Osmanlı’nın son yıllarında İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük

Osmanlı’nın son yıllarında İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük

A+A-


Şevki Kıralp
sevkikiralp@gmail.com

15 ve 16’ncı yüzyıllarda süper güç olan, toprakları Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Avrupa’ya kadar genişleyen Osmanlı devleti 18 ve 19’uncu yüzyıllarda hızla toprak kaybetmekteydi. Milliyetçilik akımları hem gayri-Müslim, hem de Müslüman toplumları etkilemiş, Osmanlı’nın baskıcı tutumları milliyetçilik akımlarını tetiklemiştir.

Osmanlı’nın son yıllarında, devleti bir arada tutmak, yaşatmak ve yeniden güçlendirmek için “İslamcılık”, “Osmanlıcılık” ve “Türkçülük” fikirleri geliştirilmişti. Ayrıca bu yıllara damgasını vuran iki Kıbrıslı vardı. Biri “liberal Osmanlıcılık” anlayışını benimseyen Sadrazam Mehmed Kamil Paşa, diğeri İslamcı İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti’nin lideri Derviş Vahdeti.  Bu yazıda Osmanlı’nın son yıllarındaki siyasi aktörleri ve benimsedikleri fikirleri inceleyeceğim.

İkinci Abdülhamit’in saltanatının ilk yıllarında Osmanlı Rusya karşısında “93 Harbi” olarak bilinen savaşta ağır bir yenilgi almış ve ağır bir tazminat ödemeye mahkûm edilmişti. Rus tehlikesi karşısında İngiltere’den yararlanmak isteyen Abdülhamit Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiralayarak İngilizlere Akdeniz’de bir üs tahsis etmek durumunda kalmıştı. Osmanlı hükümetinin üzerinde tebaa hakları açısından Müslüman ve gayri-Müslim ayrımının kaldırılması için hem içeriden hem dışarıdan baskı vardı. Osmanlı 1839 Tanzimat fermanı ve 1856 Islahat fermanı ile demokratikleşme adımları atmaya başlamıştı. 1856’daki Paris Kongresinde Osmanlı Avrupa Topluluğu’nun parçası sayıldı. Fakat kongrede Ermenilerin haklarının genişlememesi durumunda Avrupa’nın güçlü devletlerinin Osmanlı siyasetine müdahale edeceği açıkça ortaya konmuştu. Abdülhamit 1876 yılında Kanun-i Esasi’yi, yani anayasayı yürürlüğe koydu ve Osmanlı Parlamentosu kuruldu. Parlamento’da gerek Müslüman, gerekse gayri-Müslim pek çok toplumdan mebuslar (milletvekilleri) vardı. Fakat Abdülhamit Rus-Osmanlı savaşı gerekçesiyle Parlamento’yu ve anayasal düzeni tatil ederek “devri istibdadın” (baskı döneminin) başlamasına yol açtı ve devlet yönetiminde yetkileri yeniden kendi elinde topladı.  

Birinci Meşrutiyet’i kaleme alanların başında Sadrazam Mithat paşa gelmekteydi. Fakat Abdülhamit “devri istibdat” boyunca 17 kez Sadrazam, 27 kez kabine değişikliği yapmıştı. Görüş ayrılığına düştüğü devlet yöneticilerini görevden almaktan geri durmuyordu. Bu dönemde özellikle iki Sadrazam öne çıkmaktaydı: Sait Paşa ve Kıbrıslı Mehmed Kamil Paşa. Sait Paşa İstanbul Ticaret Odası’nın kurulmasına öncülük etmiş ve yargı bağımsızlığını savunmuştu. Kamil Paşa ise sanayi devriminden ve İngiltere ile işbirliğinden yanaydı.  Anlaşılacağı üzere, her ikisi de Osmanlı’nın Kapitalizmi ve Liberal Demokrasi’yi yakalamasını savunuyordu.

Sultan Abdülhamit, Tanzimat döneminin aksine İslam’a önem veriyor, hem siyasette hem de sosyo-kültürel alanda belirleyici bir unsur olarak öne çıkarılmasını savunuyordu. Halifeliğe önem atfediyor, İslam dünyasının lideri olma misyonunu sıklıkla ön plana çıkarıyordu. Sadece Osmanlı sınırları içerisinde değil, dış devletleri de kapsayacak biçimde bir İslam birliğini savunuyordu. Dış devletlerdeki Müslüman gazetelere para yardımı yapıyordu. Bu noktada Kıbrıslı Kamil Paşa ve dönemin diğer liberallerinin ön gördüğü Osmanlıcılık fikrine karşı İslamcılık fikrini savunuyordu. Osmanlıcılık devletin tebaası olan bütün toplumlara anayasal ve demokratik haklar tanınmasından ve devletin Müslüman ve gayri-Müslüm bütün toplumlarının bu vesileyle kaynaştırılarak bir arada tutulmasından yanaydı ancak Abdülhamit için en önemli siyasal unsur İslam’dı. Halife kendisiydi ve Müslümanlar üzerindeki manevi otoritesini siyasete de yansıtmak istiyordu.

Osmanlı sınırlarında kalan halkın %75’i Müslümandı. Abdülhamit Türk olmayan Müslüman toplumları, yani Kürtleri, Arapları ve Arnavutları milliyetçilikten uzak tutmaya çalışıyordu. Arnavut derneklerine baskı uyguluyordu. İleri gelen Kürt aileleri ile iyi ilişkiler kurmuş ve Kürtlerin devlete sadakatini bu şekilde sağlamıştı. Öte yandan, Abdülhamit İngilizlerin Arapları kışkırtmasından endişe ediyordu. Bu dönemde İngiltere’deki Arap gazeteleri Türklerin hilafeti zorla aldığını, hilafet hakkının Araplarda olduğunu öne süren yayınlar yapıyordu. İngiliz şair (ve aynı zamanda ajan) Wilfrid Scaven Blunt da “İslamın geleceği” isimli eserinde hilafet hakkının Araplarda olması gerektiğine değiniyordu. Arap topraklarında Osmanlı karşıtlığı 1880’lerden itibaren başlamıştı. Abdülhamit Arap toplumuna yönelik Osmanlı halifeliğinin meşru ve caiz olduğu yönünde bir propaganda yürütüyordu. Arapların yaşadıkları vilayetlere yetenekli devlet adamları atıyordu. Hicaz demir yolunu kurmuş (ki demiryollarını kurarken aklında Arap bölgelerinde başlayacak bir isyanı erken bastırmak için kolay ulaşım sağlamak da vardı), İstanbul’dan önce Şam’a elektrikli tramvay götürmüştü. Arap bakanların ve Arap subayların sayısını artırmıştı.

Bu yıllarda Osmanlı toplumlarında modern düşünce, materyalizm ve laiklik de yaygınlaşıyordu. “Materyalistlere Reddiye” eserinin yazarı Cemalettin Afgani, İslam’a ters düşen görüşlere karşı İslam’ı savunduğu için Sultan Abdülhamit’in desteğini almıştı. Ağır dış borçları nedeniyle, Osmanlı devleti yabancı sermayenin tesiri altına girmeye de başlamıştı. Düyunu Umumiye (Kamu Borçları İdaresi) kurulduktan sonra borçların ciddi bir kısmı ödenmişti. Ancak Düyunu Umumiye Osmanlı tahvil sahiplerini temsil eden 7 üye tarafından yönetiliyordu: Bir İngiliz, bir Fransız, bir İtalyan, bir Avusturyalı, bir Alman, bir Osmanlı ve Galata bankeri. İdarenin başkanları ise her zaman İngiliz ya da Fransız oluyordu.

Alman şirketler Anadolu tren raylarında söz sahibi oldu. Yabancı sermayenin %56’sı İngiliz sermayesiydi. Osmanlı topraklarında açılan Amerikan okulları toplam 14 bin öğrenci almıştı. Ancak öğrenci sayısında çoğunluk Ermeni’ydi. Robert Koleji’nin bile Türk öğrencilerinin sayısı okul öğrencilerinin %5’ini bulmuyordu. Düyunu Umumi, Türk Tütün Tekeli ve Osmanlı Bankası gibi kritik ekonomik kurumların dilleri Fransızcaydı. Fransız postaneleri Jön Türklerin de aktif rolüyle Abdülhamit’in yayın yasaklarını delen yayınların dağıtımına yardımcı oluyordu. Abdülhamit bu durum karşısında almaya çalıştığı tüm önlemlerde karşısında Fransız elçiliğini buluyor ve geri adım atmak zorunda kalıyordu.

1881’de, kadınların da sayıldığı nüfus sayımına göre Osmanlı nüfusu 20 milyondu.  Ermeni nüfus 2 buçuk milyon kadardı.  İlerleyen yıllarda Kafkasya’dan 500 bin Çerkez göç ederek Osmanlı topraklarına yerleşmişti. Toplam 300 bin Rum, Ermeni ve Arap ise Osmanlı sınırları dışına göç etmişti. Siyonist hareket yine bu dönemde, Theodor Herzl öncülüğünde başladı, Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi fikri doğdu. Abdülhamit Yahudi yerleşimine izin verdi ancak bunu yaparken Yahudilerin sayısının belli bir oranı aşmamasına dikkat etti. Osmanlı’nın o yıllardaki sınıf yapısına baktığımız zaman 250 bin proleter, yani sanayi işçisi vardı. Sanayi işçilerinin 70 bini kadındı. Amele-i Osmani Cemiyeti gibi işçi sendikaları kurulmuştu. Sanayi kuruluşlarının %50si Rum, %20’si Ermeni, %15’i Türk, %10’u yabancı (Osmanlı Tebaası olmayan) yatırımcılara aitti. 1886’da İstanbul nüfusunun %44’ü Müslüman, %15’i Osmanlı tebaası olmayan yabancı gayri-Müslim, %18’i Rum, %17’si Ermeni ve %5’i Yahudi popülasyondan oluşuyordu.

Bu yıllarda Ermeni ulusal hareketi doğar. Hareket ikiye bölünmüş durumdadır: Burjuvazinin desteklediği bir fraksiyonu ile Komünist bir fraksiyonu vardır. Ruslar kendi toprakları içerisindeki Ermenilere baskı uygularlarken Osmanlı Ermenilerini kışkırtmaktadırlar. Bu durum Ermenilerde güven yaratmaz ve Ermeniler Birinci Dünya savaşına kadar “millet-i sadık” (sadık toplum) olarak anılır. Bu yıllarda yükselmekte olan Jön Türkler yeniden anayasal düzene geçilmesini savunur, Ermeniler haklarının genişlemesi için bunu destekler.

Jön Türkler, anayasal düzeni savunarak 1902’de Paris’te bir kongre toplarlar. Çok farklı kökenlerden ve dinlerden aydınlar bir araya gelir (Türk, Arap Arnavut, Kürt, Ermeni). Kongre’nin teması “Yaşasın anayasa” şeklindedir. Jön Türklerin ileri gelen aydınlarından Ahmet Rıza Bey dönemin ünlü bilim adamı, pozitivist August Comte’tan etkilenmiştir. “Düzen ve ilerleme” formülünü yaratır.  Jön Türkler arasında belirli görüş ayrılıkları da yaşanır. Sabahattin Bey ve Ermeni aydınlar Fransa ve İngiltere’den yardım alınarak anayasal düzene dönülmesini savunur. Ahmet Rıza Bey ve yandaşları buna karşı çıkar, anayasal düzene dıştan müdahalelerle geçilmesini uygun bulmaz.
1905’te Rus-Japon savaşını Japonlar kazanır ve Osmanlılar moral bulur. Bu yıllarda subayların maaşları düşüktür ve geç ödenmektedir. Ordu içinde gizli cemiyetler kurulur. Bu cemiyetlerden biri bizzat Atatürk tarafından kurulur. Jön Türkler Selanik’teki mason localarıyla iş birliği içerisine girer. 1907’de Ahmet Rıza Bey’in öncülüğüyle İttihat ve Terakki Komitesi Selanik’teki Jön Türkler ile birleşir.

İttihat ve Terakki orduya sızarak bir tür hafiye teşkilatı oluşturur. 1908’de Rus-İngiliz yakınlaşması başlayınca ittihat ve Terakki bundan derin bir endişe duyar ve Osmanlı içerisindeki azınlıkların iki devlet tarafından tahrik edilmesinden çekinir. Derhal anayasal düzene dönülmesi için faaliyetlere başlar. Cemiyetin ileri gelen isimlerinden Niyazi Bey anayasanın uygulanması için dağa çıkarak direniş başlatır. Abdülhamit bu yıllarda cemiyete bazı ajanlar sızdırmış, ancak cemiyet bu ajanları açığa çıkarmayı başarır. Bunun üzerine Abdülhamit İttihat ve Terakki öncülüğünde devletin Batı illerinde başlayan isyanı durdurmak için 20 bin askerlik bir ordu görevlendirir. Ancak İttihat ve Terakki’nin ordu içerisindeki bağlantıları vesilesiyle, Abdülhamit’in gönderdiği ordu da İttihatçıların saflarına katılır. Manastır, Serez ve Üsküp gibi Batı bölgelerindeki Müslümanlar anayasal düzene geçilmesi talebiyle ayaklanır ve Abdülhamit telgraf yağmuruna tutulur. Bunun üzerine, Abdülhamit Temmuz sonunda anayasal düzeni yeniden yürürlüğe koyarak İkinci Meşrutiyet’i ilan eder. Ermeniler, Rumlar, Bulgarlar, Türkler ve Arnavutlar pek çok bölgede kutlama gösterileri düzenleyerek birlik ve bütünlük mesajları verirler.  1908 yılı sonlarında Parlamento seçimleri yapılır ve İttihat ve Terakki Cemiyeti mecliste çoğunluk sağlar. Artık iktidar büyük oranda ittihatçıların eline geçmiştir. Meclise 147 Türk, 60 Arap, 27 Arnavut, 26 Rum, 14 Ermeni, 10 Slav, 4 Yahudi vekil girer.

Kısa sürede ittihatçılar Abdülhamit’in hafiye şebekelerini açığa çıkararak dağıtır.  Sadrazam Sait paşa hükümeti kurarken Harbiye ve Bahriye nazırlarının Sultan’ın onayıyla atanmasını istedi. İttihatçılar buna karşı çıkarak Sait Paşa’nın istifa etmesini sağlarlar. Kıbrıslı Kamil paşa merkezi yönetimin güçlendirilmesi önerisinde bulunur ve İttihatçıların desteğini bu sayede kazanarak hükümet kurar. Bu dönemde Osmanlı yeniden toprak kaybetmeye başlar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna Hersek’i ilhak eder. Bulgaristan bağımsızlığını ilan eder. Kamil Paşa Harbiye ve Bahriye nazırlığına kendine yakın isimleri atamayı gündeme getirince meclisten güvenoyu alamaz ve hükümeti düşürülür. İttihatçıların geleneksel İslam yönetimini terk etmeye yatkınlıkları ve bunun bir ölçüde yönetime de yansıması belirli çevrelerde rahatsızlık yaratmaktaydı. Ayrıca, İttihatçıları demokrat bulmayan liberaller ve gayri-Müslüm gruplar arasında da ciddi bir muhalefet doğmaktaydı. Liberal eğilimli Serbesti gazetesinden Hasan Fehmi 1909 yılında 6 Nisan’da Galata köprüsünde vurularak öldürüldü ve bu cinayet muhalefet tarafından İttihat ve Terakki’ye mal edildi. Liberaller Hasan Fehmi’nin katillerinin bulunması talebini dile getirmek için Sultanahmet Meydanı’nda bir miting düzenledi. Fakat katılım sadece liberallerle sınırlı kalmadı, İttihat ve Terakki’ye muhalif olan dindar kesim de bu mitinge katıldı ve on binlerce insanın katılımıyla bir gövde gösterisine dönüştü. Aynı dönemde muhalefetin dindar kesiminin liderleri arasında Kıbrıs asıllı Derviş Vahdeti ve kurduğu İslamcı birlik İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti yer alıyordu. Volkan gazetesinde yazılar yazan Vahdeti, İttihat ve Terakki’yi “Allahsızlıkla” itham ediyordu. Ordu içerisinde de ciddi karışıklıklar baş göstermekteydi. İttihat ve Terakki’nin subayları Harbiye mektebinden (Harp akademisi) yetişmişlerdi. Dünya görüşleri laiklik yanlısı bir noktadaydı ve askerliği bir bilim şeklinde öğrenmişlerdi. Ordu içerisinde bir de çekirdekten yetişen ve askerliği savaş alanlarında tecrübe ederek öğrenen “Alaylılar” vardı. Alaylılar Sultan Abdülhamit’e sadıktı ve İslamcı bir dünya görüşüne sahiptiler. Bu, ordu içerisinde Alaylı-Mektepli çatışmasına yol açmaktaydı.  İttihat ve Terakki ile “mektepli” subaylar “alaylı” subaylara karşı bir tasfiye hareketine girişince “alaylı” subaylar da muhalefete katıldı.  13 Nisan günü, Derviş Vahdeti’nin İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti, İslamcılar ve “alaylı” subaylardan oluşan muhalefet İttihat ve Terakki’ye karşı isyan başlatır. Liberaller hem Abdülhamit’e, hem de İttihat ve Terakki’ye karşıdır ve bu isyanı İsyan Abdülhamit’ten ve İslamcılıktan yana bir hareket halini alır. İttihat ve Terakki mebusları saklanmak zorunda kalır. Abdülhamit bunu fırsat bilerek ve Meclis’e şeriata uyulması emrini verir ve Ahmet Tevfik Paşa’yı Sadrazam olarak atar. Aynı günlerde Ermenilerin isyan hazırlığında olduğu yayılır ve Ermeniler Müslümanlar tarafından katledilir. İttihat ve Terakki, bu isyanı bastırmak için Selanik’ten “hareket ordusunu” İstanbul’a gönderir.

Hareket ordusunun başkomutanı Mahmut Şevket Paşa’dır ve ordunun subaylarından biri bizzat Atatürk’tür. Hareket ordusu isyanı bastırdıktan sonra İttihat ve Terakki Abdülhamit’i tahttan indirir. “İngiliz ajanı” olarak suçlanan Derviş Vahdeti idam edilir.

İttihat ve Terakki içerisinde kadın kolları da kurulur. İttihat ve Terakki’nin merkez komitesinde görev alan Ziya Gökalp 1910’lu yılların başından itibaren Türkçülük ve Turancılık fikirlerini geliştirir. Bu fikirler İttihat ve Terakki içerisinde kabul görür ve ağırlık kazanır.  İttihat ve Terakki icraatlarında Türkçülük açıkça ortaya konmaz. Ancak merkezi idarenin güçlendirilerek, etnik ve dini gruplara yönelik “azınlık hakkı” ve “yerel yönetim” benzeri uygulamaların zayıflatarak “Osmanlı yurttaşlığının” güçlendirileceği ve böylece Türklüğün “adli unsur” olarak dayatılacağı bir siyaset uygulanır. Bu da aslında Osmanlıcılık kılıfı takılmış bir Türkçülük şeklindedir ve özellikle de Arnavutlar bundan rahatısız olur. İttihat ve Terakki bu yıllarda Osmanlı’nın aile yaşamını da yönelik olan pek çok sosyal reform hazırlığındadır. İslami aile yapısının “batılılaşması” fikri ağırlık kazanır. 1911-12 yıllarında Osmanlı toprakları yine tehlikeye girer. İtalyanlar Libya’yı işgal eder ve 12 Adaları devralır. Osmanlı’nın Libya’yı elde tutamaması merkezi otoritenin sarsılmasına ve Türklerin Araplar nezdinde güçsüz görünmesine yol açar. Bu da ilerleyen yıllardaki Arap ayrılıkçılığına ilham verici olur. Aynı dönemde Arnavutluk halkı hem Müslüman hem gayri-Müslimlerin katıldığı bir isyan başlatır. 1912 yılında ise Yunanistan, Romanya, Sırbistan ve Bulgaristan Osmanlı’ya karşı ittifak yapar ve Balkan Savaşı başlar. Savaşın başlangıcıyla birlikte Parlamento’nun yetkileri askıya alınır. Kıbrıslı Kamil Paşa Sadrazamlığa getirilir. Osmanlı bu savaşta çok yıpranır ve Bulgar ordusu Edirne’ye kadar ilerler. Osmanlı hükümeti İngilizlerin arabuluculuğuyla Bulgarlar ile görüşmeye başlar. İttihat ve Terakki, Kamil Paşa’nın Edirne’yi Bulgarlara bırakacağından endişe ederek 23 Ocak 1913 günü meşhur Babıali Baskınını gerçekleştirirler. İttihatçıların ileri gelen isimlerinden Enver Paşa Bakanlar Kuruluna baskın yapar, Harbiye Nazırı Nazım Paşa vurularak öldürülür ve Kamil Paşa silah zoruyla istifa ettirilir. Balkan Savaşlarının ilk aşamasında Bulgaristan’ın Sırbistan, Romanya ve Yunanistan’a kıyasla çok fazla toprak elde ederek güçler dengesinde üstünlük sağlamasından doğan anlaşmazlıkla Osmanlı, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan savaş durumuna geçer ve Bulgar birliklerini Anadolu’nun Batısından uzaklaştırmaya başlar. Enver Paşa Edirne’yi geri alan ordunun başındadır ve hem kendisinin hem İttihat ve Terakki’nin prestijini yükseltir.  Bu noktadan sonra İttihat ve Terakki, Osmanlı içerisindeki Türk olmayan unsurlara, Müslüman ya da gayri-Müslim olmalarına bakılmaksızın şüpheyle yaklaşmaya başlar. Türkçülük ve Turancılık iyice güçlenir. Araplara ve Arapçaya karşı, maslahat icabı hoşgörü siyaseti uygulansa da artık hem Türk milliyetçiliği hem de Arap ayrılıkçılığı güçlenecek ve Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı itibariyle dağılacaktı.

 

-----------------------------------------------------

Kaynakça:
Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki 1908-1914, 2004, İstanbul: Kaynak Yayınları
Mantran, Robert, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi II: XIX. Yüzyılın Başlarından Yıkılışa, 2007,
İstanbul: Adam Yayınları
Palmer, Alan, Son Üç Yüz Yıl Osmanlı İmparatorluğu: Bir çöküşün tarihi, 2002, İstanbul: İş bankası
Quataert, Donald, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi: 1700-1922, 2013, İstanbul: İletişim

Bu haber toplam 38885 defa okunmuştur
Gaile 336. Sayısı

Gaile 336. Sayısı