1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Orta Doğu Barışı için Obama’nın Şansı
Orta Doğu Barışı için Obama’nın Şansı

Orta Doğu Barışı için Obama’nın Şansı

Orta Doğu Barışı için Obama’nın Şansı

A+A-

 

Carl BILDT
Çeviren: Meltem Hamit
meltemhamit@yahoo.com

Önümüzdeki yıl, İngilizler’in 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasına ve aynı zamanda İsrail ile Filistinliler arasında ve daha geniş Arap dünyası arasında halen süregelen çatışmalara yol açan Balfour Deklerasyonu’nun yüzüncü yılıdır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için New York’ta toplanan Dünya liderlerinin bu yıllanmış siyasi sorunu konuşmaya muhtemelen vakitleri olmayacaktır. Öte yandan İsrail-Filistin çatışması, Orta Doğu’nun diğer – ve görünüşe göre daha büyük – sorunlarına rağmen, bölgenin geleceğinin barış ve refah içinde olup olmayacağının belirlenmesindeki kilit konudur.

Bu çatışma – çözülse de çözülmese de – ABD Başkanı Barack Obama’nın dış politika mirasını tanımlamaya da yardımcı olacaktır. Obama’nın ikinci dönemi sona ermeye yaklaşırken, 2009 yılında göreve geldiği dönemde, geniş Müslüman dünyası ile uzlaşı arayışına geçtiğini hatırlamakta fayda vardır. Obama, o yılın Haziran ayındaki tarihi Kahire konuşmasında, Filistinliler’in durumunu “kabul edilemez” olarak tanımlamış ve “Filistinliler ve İsrailliler’in barış ve güven içinde yaşadığı iki devlet” politikasını – “görevin gerektirdiği bütün sabır ve bağlılıkla” – izleyeceğinin sözünü vermişti .

Obama, denemekten vazgeçmese de, o günden sonra çok küçük bir ilerleme kaydedebildi.  Birinci döneminde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçiler, herhangi  anlamlı barış çabasını sona erdirmek için, Obama’ya karşı birleştiler. İkinci döneminde ise,  dışişleri bakanı John Kerry’nin – İsrail ve Filistin liderleri ile neredeyse yüz adet ikili toplantıyı içeren – dokuz aylık cesur çabası öylece yok olup gitti. 

Şimdi, hem Netanyahu hem de Filistinli Başkan Mahmud Abbas, Moskova veya henüz belirlenmemiş başka bir yerde, biraraya gelmek için istekli olduklarını belirtti. Ancak, bu noktada iki devletli çözüm için tarafların gerçek bir ilerleme kaydedeceklerine dair hiçkimsenin ciddi bir beklentisi bulunmuyor. 

Bunun gerekçelerinden biri, Netanyahu’nun Obama’nın görevden gitmesini beklemesi. Netanyahu’nun şu anki öncelikleri, ABD ile önümüzdeki aylardaki büyük askeri-yardım anlaşmasını güvence altına almak ve hükümetinin uluslararası topluluk tarafından yasadışı olduğu gerekçesiyle kınanan işgal topraklarındaki mevcut yerleşim politikasını meşrulaştıracak bir kamuoyu harekâtı düzenlemek. Ayrıca, Abbas’ın otoritesi düşüşte ve bugünün siyasi ikliminde ciddi barış çabasına girişecek Filistinli bir lider için yetki bulunmuyor.

Çözüme ulaştıracağına dair özellikle söz verdiği bir konuda hiçbir ilerleme kaydetmeden görevden ayrılması Obama için müthiş bir başarısızlık olur. Neyse ki hala zamanı var; ve birçok ABD başkanı da Beyaz Saray’daki son aylarında cesur bir diplomasi için emsal bırakmıştı. 1988’in sonlarında,  Ronald Reagan Filistin Kurtuluş Örgütü’nü tanımış ve FKÖ liderleri ile “sürekli dialog” başlatmak  için Dışişleri Bakanlığı’nı görevlendirmişti. 2000’in sonlarında Bill Clinton gelecek barış çerçevesi için parametreler yayınlamıştı. Ve George Bush, Abbas ve İsrail Başbakanı Ehud Olmert arasında, 2007’nin sonlarındaki Annapolis Konferansı ile başlayan, bir dizi istişareye aracılık etmişti.  

Şimdi Obama’nın sırası; ve Obama BM Güvenlik Konseyi’nin 1967 İsrail ile Mısır, Ürdün ve Suriye arasındaki Altı-Gün Savaşı’na dayanan, 242 numaralı Kararı’nın yerine geçecek ve gelecek barış antlaşmasının yeni parametrelerini ortaya koyacak olan bir BM Güvenlik Konseyi kararını ısrarla talep etmeli. Uluslarası topluluk, çatışmanın sona ermesinin herkesin çıkarına olduğu konusunda uzlaşıyor – Fransa yeni bir kararı uzun süre tartışmıştı ve Rusya’nın da karşı koymak gibi bir niyeti yok. Obama Rusya’ya, Avrupa Birliği’ne ve BM’ye yaklaşarak başlamalı ve kararın nasıl ifade edilmesi gerektiğini tartışmalıdır. 

Obama’nın uluslararası desteğe ihtiyacı olacaktır; çünkü Netanyahu, gittikçe görünür olan, Akdeniz’den Ürdün Nehri’ne Büyük İsrail vizyonunu baltalayacak herhangi yeni bir parametreye kesinlikle karşı çıkacaktır. Netanyahu’nun onun için müdahalede bulunacak Amerika’lı ittifakları da olacaktır. Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump iki devletli çözüm konusuna değinmedi bile ve Demokrat aday Hillary Clinton, gelecek barış antlaşmasının temelini oluşturacak herhangi yeni Güvenlik Konseyi kararına karşı olduğu konusunda İsrail yanlısı savunucu örgütleri temin etti.

Yine de, ideal olarak bu Kasım, ABD seçimlerinin hemen ardından, yeni bir karar gelebilir ve yeni başkanı bunun siyasi maliyetinden koruyabilir. Clinton yönetimi halihazırda çalışabileceği birşey bulmaktan faydalanabilir ve Trump yönetimi düşük beklentilerden faydalanabilir, aynı zamanda aksi şekilde verilebilecek zarardan daha fazla zarar vermesi de dizginlenebilir.

Kararın kendisi Güvenlik Konseyi’nin önceki çabalarından çok daha kapsamlı olmak zorundadır. Aslında 242 numaralı Karar, Filistinliler ya da gelecek Filistin devletinden bile bahsetmemektedir. Çok daha iyi bir model, çok daha geniş bölgesel perspektife sahip olan ve Obama’nın daha önce söylemiş olduğu İsrail’e “Fas’tan Endonezya’ya Müslüman dünyası ile barış” temin edebilecek olan, Arap Birliği’nin 2002 Arap Barış İnsiyatifi’dir. 

Ayrıca yeni karar, uluslararası topluluğun Kudüs dahil olmak üzere 1967 öncesi sınırlarda hiçbir değişikliği tanımamasını temellendirmelidir.

Kabul edilmelidir ki, şimdi varılan bir karar ivedi bir barış, hatta barış görüşmesi sonucunu bile doğurmayacaktır. Aslında bu kısa vadede İsrailli ve Filistinlileri daha da bölebilir. Öte yandan, eğer dünya gelecekte Büyük İsrail ile Arap ülkelerinin daha geniş çaptaki ittifakı ile desteklenen bir Filistin’in dehşet verici karşılaşmasını önlemek istiyorsa, iki devletli çözüme yol açacak görüşmelerin koşulları şimdi oluşturulmalıdır.

Obama, nihai bir anlaşma için çerçeve oluşturabilecek bir konumda değil. Bunu yapsa, Kahire konuşmasının beyhude olmadığını gösterecek, hatta İsrail ile Filistin arasındaki barışın almış olduğu mirasının tanımlayıcı kısmını oluşturacağı yönünde ant içtiği başkanlık görevinin başlarında almış olduğu Nobel Barış Ödülü’nü meşrulaştıracaktı.

Bu haber toplam 1274 defa okunmuştur
Gaile 386. Sayısı

Gaile 386. Sayısı